8 Mart 2013 Cuma

Çevre için önemli günler

2 Şubat: Dünya Sulak Alanlar Günü

21 Mart: Dünya Ormancılar Günü

22 Mart: Dünya Su Günü

23 Mart: Dünya Meteoroloji Günü

22 Nisan: Dünya Toprak Ana Günü

11-12 Mayıs: Dünya Göçmen Kuşlar Günü

14 Mayıs: Dünya Çiftçiler Günü

15 Mayıs: Dünya İklim Günü

22 Mayıs: Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü

5 Haziran: Dünya Çevre Günü

8 Haziran: Dünya Okyanus Günü

15 Haziran:Dünya Rüzgar Günü

17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü

11 Temmuz: Dünya Nüfus Günü

29 Ağustos: Nükleer Denemelere Karşı Uluslararası Gün

21 Eylül Dünya Parklar Günü

22 Eylül: Dünya Arabasız Günü

1 Ekim: Dünya Habitat Günü

4 Ekim: Hayvanları Koruma Günü

16 Ekim: Dünya Gıda Günü

21 Kasım: Dünya Balıkçılık Günü

11 Aralık: Uluslararası Dağ Günü

1 Mart 2013 Cuma

Bir çevre mücadelesi nasıl başarılı olur?


Dönüp dolaşıp bunu tartışıyoruz. Hangi savlarla, neyi hedefleyerek, hangi araçları kullanarak ve kimlerle ittifak yaparak başarılı olur bir çevre mücadelesi? Maalesef her toplumsal sorunda olduğu gibi burada da tek bir cevap ya da derdimize derman olacak tek bir reçete yok. Uzak ve yakın tarihimizde, dünyada ve Türkiye’de onlarca başarı/kazanım hikayesi var. Doğa tahribatının durdurulduğu, alternatif ve sürdürülebilir seçeneklerin hayata geçtiği veya toplumun/toplumun bir kesiminin bakış açısının değiştiği zamanlardan bahsedebiliriz.

Bir çevre mücadelesinin ne kadar yaygınlaştığını çeşitli yollarla ölçebiliriz. Kamuoyu anketlerinde çevre mücadelesine desteğin oranı, sokak eylemlerine katılanların sayısı, mücadelenin coğrafi yaygınlığı, siyasi elitten gelen destekler, farklı katmanların mücadeleye sunduğu imkanların artması, medyadaki görünürlülük vb. Son zamanlarda ise online (çevirimiçi) imza kampanyası platformlarının artması (Change.org / imza.la/  imzakampanya.com) ve çevre örgütlerinin kendi imza kampanyalarını yürütmeye başlamaları ile birlikte “imza sayısı” da önemli bir gösterge haline gelmeye başladı. İmza kampanyaları yeni tartışmaları tetikleyecek gibi duruyor çünkü özellikle Change.org’un Türkiye’de faaliyete başlaması ve bir kısım toplumsal mücadelenin online kamapanyacılığın metodlarını da benimsemesi ilgiyi bu alana çevirdi. Blogda yazdığım bir yazıda kurumsal imza kampanyalarından bireysele, matbu kampanyalardan da çevrimiçi kampanayalara geçişin söz konusu olduğu iddia etmiştim. Change.org  Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü  Dr. Uygar Özesmi ile imza kampanya platformu hakkında bir söyleşi yapmış ve değişimin online aktivizm ile gelip gelmeyeceğini konuşmuştuk. Gündüz Vassaf Radikal’de yazdığı son yazısında  saniyelik imza eylemlerinin yurttaşları edilgenliğe ittiğini öne sürüyor.  Öte yandan da toplumsal hareketler ve iletişim alanındaki metodolojiler de sosyal medyayı da analizlerine nasıl dahil edeceklerini tartışıyor. Örneğin Thorson ve arkadaşlarının Information, Communication and Society dergisinde 2013 başında yayınladıkları makalede Occupy hareketi ile ilgili olarak Youtube ve Twitter’da ne tür bilgi ve videoların nasıl dolaşıma girdiğini araştırmış.

Sözü  Hayvan Hakları Yasası ve Tabiatı Koruma Yasası’na karşı verilen mücadelelerinin karşılaştırılmasına getirecektim ama giriş fazla uzadı. Yazının devamı bu konu üzerine olacak.


26 Şubat 2013 Salı

Çevrecilerin tezlerine nasıl karşı durabilirsiniz? 15 örnek


1) Yavaş şehirler alternatif bir kalkınma modeli oluşturabilir / Ölçek çok küçük, genele yayılamaz,sembolik kalmaya mahkum

2) Bakkaldan plastik poşet almasak daha iyi olur. / Ben almasam bile zaten üretiliyor, bez torbaların da çevreye maliyeti var.

3) Organik pazarlar çoğalıyor. / Ben organik sertifikaya güvenmiyorum, ne malum üreticilerin ilaç koymadıkları

4) İşe bisikletle gidilebilir / Büyük şehirlerin trafiği buna izin vermez, arkadaşıma araba çarptı geçenlerde.

5) Almanya’da yenilenebilir enerjide aldı başını gidiyor/ Gider tabii, teknoloji onlarda. Biz onların seviyesine gelemeyiz

6) İklim değişikliği yaşamı tehdit ediyor/ Ben görmem herhalde

7) Enerji tasarrufunu ve verimliliğini önemsemeliyiz/ İnsan cebinden ne kadar çıktığına bakar.

8) Çevre konuları yaşamsal / Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çevre gündeme gelmez. Önce insanların karnı doyacak, işi olacak.

9) Nükleer santral yapmanın ekonomik bir mantığı yok/ Konu enerji değil bölgesel güç olma

10) Güneş rüzgar bize yeter / Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen enerji depolanamıyor, verimli değil.

11) GDO’lar doğaya ve insana zararlı / 7 milyar nüfusu nasıl besleyeceksin?

12) Çevre konusu medyada çok az yer alıyor / İşssizlik, terör gibi gündemler varken  insanlar çevre haberi okumak istemez.

13) Çevre örgütleri doğayı korumaya çalışıyorlar / Kaç kişi üye ki? Olanlar da eğitimli kesim

14) 24 cm altında lüfer satın almamalı / Entelektüeller rakı keyifleri için lüferi seçmişler

15) Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarı tabiatı korumayacak/ İsmi öyle demiyor ama.

Örnekler elbette çoğaltılabilir.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Tabiatı Koruma Kanun Tasarısı TBMM Gündemi’nden Geri Çekilsin


Önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülecek olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı’na karşı Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nin başlattığı imza kampanyasına katılan yaklaşık 30.000 kişi, Kanun Tasarısı’nın TBMM Gündemi’nden geri çekilmesini talep ediyor.

Getirdiği düzenlemelerle doğayı korumaktan çok kullanmayı amaçlayan, Doğal Sitleri kaldıran, üstün kamu yararı gerekçesiyle mevcut korunan alanların yatırıma açılmasına olanak tanıyan, korunan alanların ilanında ve yönetiminde Bakanlık dışında hiçbir kişi ve kuruma söz hakkı tanımayan ve katılımcılıktan uzak bir anlayışıyla hazırlanan Kanun Tasarısı, Türkiye’nin doğasını tehdit ediyor.

Çevre ve doğa koruma konusunda çalışan 86 sivil toplum kuruluşu tarafından oluşturulan Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, ülkemizde biyolojik çeşitliliğin ve doğanın daha etkili korunması için kurumsal ve yasal çerçeve oluşturmak amacını taşıyan Kanun Tasarısı’nın yaklaşık 10 yıldır hazırlanmakta olduğuna ve süreç içerisinde beş kez değiştirildiğine dikkat çekiyor. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, Kanun Tasarısı’nın mevcut haliyle TBMM’den geçmesi durumunda, ülkemizdeki ormanların, sulak alanların, kıyıların ve bütün diğer doğal alanların geri dönüşü olmayacak tahribatlara karşı savunmasız kalacağından büyük endişe duyduğunu belirtiyor. Tabiat Kanunu İzleme Girişimi tarafından change.org üzerinde dağcı, fotoğrafçı ve gezgin Nasuh Mahruki’nin çağrısıyla başlatılan imza kampanyasına, bir hafta içinde Türkiye’nin dört bir yanından yaklaşık 30.000 kişi katıldı.
Konuyla ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini dikkate almadan ve katılımcılıktan uzak bir anlayışla hazırlanan Kanun Tasarısı, ülkemizde bugüne kadar ilan edilmiş bütün korunan alanları yeniden değerlendirecek. Doğaseverler, yeniden değerlendirme sürecinde birçok alanın mevcut koruma statüsünü kaybedeceğinden kaygı duyuyor. Bununla birlikte, Kanun Tasarısı “Doğal Sit” statüsünü ortadan kaldırıyor. Kanun Tasarısı’nda bahsi geçen “üstün kamu yararı” ifadesi ise tartışmalı bir konu olarak değerlendiriliyor. Tasarı, üstün kamu yararı gerekçesiyle korunan alanların yatırıma açılabileceğini belirtiyor. “Üstün kamu yararı” ise açıkça tanımlanmamış durumda. Bu durumda, örneğin otoyol, enerji yatırımı ya da sanayi tesisinin bir milli park içerisinde veya milli parkı doğrudan etkileyecek bir bölgede, üstün kamu yararı gerekçe gösterilerek yapılması mümkün olabilecek. Bütün bu sakıncalarının yanı sıra Kanun Tasarısı, Milli Parklar Kanunu’nu yürürlükten kaldırıyor. Ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemeler arasında yer alan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun yürürlükten kaldırılması, zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Park alanlarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir.
Change.org/tabiatkanunu
Twitter: @tabiatkanunu
Facebook: Facebook/TabiatKanunuİzlemeGirisimi
Bilgi için: Tabiat Kanunu İzleme Girişimi Sözcüsü Hüsrev Özkara 0533 394 47 11

14 Şubat 2013 Perşembe

Ne olacak bu iklimin hali? Küresel ve Yerel Perspektifler


Teknorama Simit ve Teknoloji Sohbeti - 5

Konu: Ne olacak bu iklimin hali?  Küresel ve Yerel Perspektifler
Tarih: 17 Şubat 2013, Pazar
Yer: Bahçeşehir Üniversitesi, Fazıl Say Konferans Salonu
Konuşmacılar:
         Prof. Dr. Nüzhet Dalfes (İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü)
         Doç. Dr. Ali Kerem Saysel  (Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü)
Program:
09.30 Çay, Simit ve Kaşar (Fuaye'de)
10.30-13.00 Konuşma ve Tartışma ( Fazıl Say Konferans Salonu)
Organizasyon açısından toplantıya katılım teyitlerinizi en geç 14 Şubat 2013 tarihine kadar talat.ciftci@bahcesehir.edu.tr  adresine bildirmenizi rica ediyoruz.

13 Şubat 2013 Çarşamba

“sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için”


Forum Karadeniz
“sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için”
      
2-3 Mart 2013 / Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası
(TMMOB Mimarlar Odası) Barbaros Bulvarı, Beşiktaş


Karadeniz isyandaydı, "Bu sese kulak verin" diyerek yoldan çıktık...
Karadeniz'de yaşamı yok eden sözde enerji ve kalkınma projeleri, doğayı, kültürleri, yaşam alanlarını tehdit etmeyi, karşısında da Karadeniz direnmeyi ve mücadele etmeyi sürdürüyor. 

Şirketlerin ve iktidarın doğaya, yaşama, emeğe yaptığı  saldırılara karşı  mücadelenin geldiği noktayı değerlendirmek için 2 -3 Martta bir araya geliyoruz.

İki gün boyunca farklı atölye ve oturumlarda Karadeniz’de yaşamı yok eden tüm girişimleri ele almayı, atölye birikimlerini ortaklaştırmayı, deneyimleri paylaşırken mücadeleyi büyütmenin yollarını aramayı amaçlayan Karadeniz Forumu, yaşamı savunan tüm birey, çevre ve yapıların katılımıyla anlam bulacak, tüm kesimlere açık olacak.

Şimdi, bu sese daha güçlü ses katma zamanı !
Tüm katılımcıların aynı zamanda konuşmacı olacağı, Karadeniz'in sesinin özgür çıkacağı forumda; suyun, ormanların, doğanın, yaşamın her alanının talan edilerek ticarileştirilmesine karşı mücadele eden, Sinop'ta, İğneada'da ve Akkuyu'da yeni bir Çernobil olmasın diyen, HES’lere, termik santrallere, zehir saçan endüstriyalizm ve madencilik faaliyetlerine karşı direnenleri; hukukçuları, akademisyenleri, sanatçıları, gazetecileri, yazarları, öğrencileri, kısacası doğaya ve yaşama sahip çıkan herkesi bir araya gelmeye, birlikte tartışmaya ve üretmeye çağırıyoruz!

2 Mart 2013 /Cumartesi 

10:00 - 12:30  Oturum - Karadeniz'de Neler Oluyor?
Kolaylaştırıcı: Cemil Aksu
Sözde enerji ve kalkınma projeleriyle yaşam alanlarına el koyma planlarının arenası haline getirilen, kapitalizmin doğasını tamamen katletmek istediği Karadeniz'e genel bir pencereden bakılıp; Karadeniz üzerinde uygulanmak istenen politikaların gerçek amaçları ve hedefleri tartışılarak "Karadeniz'de neler oluyor?" sorusuna bu oturumda cevap aranmaya çalışılacak.

12:30 - 13:15  Öğle Yemeği

13:30 - 15:30  Atölye Mücadele
Doğa ve yaşam için mücadele edenlerin bir araya gelerek, bugüne kadar yapılan mücadele deneyimlerinden çıkardıkları sonuçları aktaracağı ve mücadelede eksik kalan şeylerin konuşulacağı atölyenin hedefi bundan sonra mücadelenin ne şekilde ve nasıl yükseltilebileceğini tartışarak yeni dönem için bir mücadele anlayışı ve yol haritası ortaya koymak

15:45 - 17:30  Atölye Hukuk
Kolaylaştırıcı: Av. Efkan Bolaç

Doğaya ve yaşamı savunan avukatların katılımıyla gerçekleşecek atölyede, zulme karşı direnme hakkının meşruluğu üzerinden, enerji ihtiyacı söylemiyle yaşam alanlarımıza yönelen saldırılara karşı duruşun yasal dayanak ve olanakları tartışılarak, özellikle giderek artan HES, Termik, Nükleer karşıtlarını kriminalize etme, baskı, gözaltı, tutuklama uygulamalarına karşı söylem ve pratikler üretme, elde edilen hukuksal kazanımların uygulanmaması ya da tamamen elden alınması pratiklerine birlikte çözüm üretilmeye çalışılacak.

3 Mart 2013 / Pazar

10:30 - 12:30  Atölye Medya
Kolaylaştırıcı: İsmail Saymaz
Medyanın doğa ve yaşam mücadelesiyle etkileşiminin tartışılacağı bu atölyede, mücadele dilinin nasıl olması gerektiği, şirketlerin ve devlet politikalarının karşısında mücadele anlayışlarının medyada ne şekilde yer alması gerektiği tartışılacak. Medya patronlarının aynı zamanda birçok sözde “enerji yatırımı”nın da sahibi olduğu düşünüldüğünde, atölye bundan sonraki süreçte mücadelenin kamuoyunda nasıl yer alacağına ışık tutmayı ve mücadelenin kendi alternatif medyasını da oluşturmayı hedefliyor.

12:30 - 13:15  Öğle Yemeği

13:30 - 15:30  Atölye Sanat
Kolaylaştırıcı: Ayşenur Kolivar

Doğa yoksa yaşam da yok. Yaşam alanları yoksa, ben de yokum! Benim dilim, benim kültürüm, benim tarihim, benim müziğim de yok...” Yaşama sahip çıkan tüm sanatçılar, Karadenizli sanatçı, aydın, yazar, ressam, müzisyenler, mücadelelerini sanatları yoluyla icra edenler bir araya gelerek, doğa ve yaşam mücadelesine sanatçıların hangi şekillerde katkı sunabileceklerini ve kendi alanlarında neler yapabilecekleri tartışılacak.

16:00 - 17:00  Atölye Birikimlerin Ortaklaştırılması 

 Forum Alanına Nasıl Giderim?
Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası; Beşiktaş Barbaros Bulvarı üzerinde, Yıldız Teknik Üniversitesi otobüs durağında inince, Yıldız Parkının arka tarafı.

İletişim: Hatice Hacısalihoğlu – 0 543 634 9449
Her türlü öneri ve katkınız için: karadenizisyandadir@gmail.com


1 Şubat 2013 Cuma

Yaklaşık 200 Ton İlaçlı Suyun Eğirdir Gölü’ne Ulaşması Engellendi


WWF-Türkiye 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’nde Eğirdir Gölü’nde gerçekleştirdiği örnek uygulamaların sonuçlarına dikkat çekiyor. Siemens Ev Aletleri ile işbirliği içerisinde Eğirdir Gölü çevresinde iyi tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması ve Göl’ün su kalitesinin iyileştirilmesi için devam eden pilot çalışmaların sonuçları umut verici.  

2008’den bu yana devam eden ve 2012 yılı itibarıyla ikinci aşaması başlayan Yedi Renkli Göle Yedi Renkli Hayat Projesi kapsamında, Göl’ün üzerindeki kirlilik baskısının başlıca nedeni zirali ilaç kullanımı olarak belirlendi. Bu doğrultuda Esinyurt pilot köy olarak seçildi ve 50 dekarlık elma tarlalarında örnek uygulama gerçekleştirildi. Kurulan bilgisayarlı hava tahmin ve erken uyarı cihazı ve tarımsal zararlılarla biyoteknik mücadele yöntemlerinden olan feromon çubukları sayesinde Göl çevresindeki aşırı tarımsal ilaç kullanımının azaltılması hedefleniyor. Bütün bu çalışmaların yanı sıra bölgede yaşayan çiftçilere, kadınlara ve çocuklara suyun önemi, akılcı kullanımı ve korunması konusunda kapsamlı eğitimler düzenleniyor.

2012 yılında gerçekleştirilen bu çalışmalar kapsamında erken uyarı sistemi ile 150 ton,  biyoteknik mücadele yöntemleriyle de 45 ton olmak üzere toplam 195 ton ilaçlı suyun Eğirdir Gölü’ne, yeraltı sularına ve toprağa karışması engellendi. Ayrıca feromon çubuğu ile desteklenen tarlalarda, elmadaki kurtlanma oranının 6,5 ila 10 kat azaldığı ve bunun genel verime %10’luk bir artış olarak yansıdığı görüldü.

2013 Mart ayı itibarıyla 500 dekara çıkarılacak olan pilot çalışma kapsamında toprak ve su tahlilleri yapılarak Eğirdir Gölü’nde iyi tarım uygulamalarını yaygınlaştırma çalışmaları devam edecek. Uygulama Gelendost ilçesinde yaygınlaştırıldığı takdirde her yıl yaklaşık 16.125 ton ilaçlı suyun doğal kaynaklara karışmasının engelleneceği öngörülüyor.

WWF-Türkiye Genel Müdürü Tolga Baştak “Bugün 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü ve ülkemizde birçok sulak alanda kuruma ve kirlilik başta olmak üzere çeşitli sorunlar yaşanıyor. Ülkemizin en büyük ikinci tatlı su gölü ve uluslararası öneme sahip bir sulak alan olan Eğirdir Gölü de bu sorunlarla karşı karşıya. Göl’ün sorunlarına kalıcı çözümler üretmek için ilgili paydaşların desteği ile 2008 yılından bu yana çalışıyoruz. Projemiz kapsamında gerçekleştirdiğimiz uygulamaların sonuçları, Göl’ün su kalitesinin iyileştirilmesi ve Türkiye’nin elma üretiminin %20’sini karşılayan bu bölgede tarımsal üretimin sürdürülebilirliği açısından son derece umut verici. Yaptığımız pilot uygulamalar, Göl’e ulaşan tarım kaynaklı kirliliğin %40’ı aşan oranda azaltılmasının mümkün olacağını gösteriyor. Bu doğrultuda pilot uygulamalarımızı yaygınlaştırarak, potansiyel bir Ramsar Alanı olan Eğirdir Gölü’nde su kalitesinin iyileştirilmesi için çalışmalarımıza devam edeceğiz.” dedi.

Daha Fazla Bilgi için:
Berivan Dural, İletişim Yönetmeni, WWF-Türkiye

10 Ocak 2013 Perşembe

Bir tıkla değişim gelir mi?

 İmza kampanyaları yeni bir eylem biçimi değil.İmza kampanyasını kullanmayan çok az toplumsal hareket veya sivil toplum örgütü vardır.Son dönemde öne çıkan ise  bireysel kampanyalar ve ıslak imzaların yerini online (çevrimiçi) imzaların alması. Bu bağlamda dünyanın en önemli imza kampanya platformu Change.org’un Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü  Dr. Uygar Özesmi ile söyleştik. Özesmi’ye online aktivizmin dinamiklerini, Change.org’un hikayesini ve Türkiye’de neler yapmak istediklerini sorduk.

YG: Merhaba Uygar, seni çevre alanında TEMA ve Greenpeace gibi Türkiye’nin en büyük çevre sivil toplum kuruluşlarının direktörlüğünü yapmış, Doğa Derneği gibi pek çoğunun da kuruluşunda ve gelişiminde rol almış birisi olarak tanıyoruz. Birden seni şimdi change.org’da görüyoruz, nereden çıktı bu? Çevre hareketinden kopmuş mu oldun? Nedir change.org, nedir senin görevin burada?
UO: Biliyorsun bu görev değişikliği esasında çok yeni değil, 4 ay oldu. Greenpeace’den Ağustos 2012’de sonunda ayrıldım, ama hemen Kanada’ya CIVICUS (Sivil Katılım için Dünya Birliği) toplantısına gittim, ardından da ekibimi kurdum ve ekimde change.org bütün hızıyla Türkiye çevrimiçi yani online dünyasına daldı. Change.org dünyanın en büyük imza kampanyası platformu. Nerede olursanız olun, hangi değişimi görmek istiyorsanız change.org üzerinden kampanya başlatarak hayal ettiğiniz dünya için harekete geçebiliyorsunuz. Change.org bir hizmet kurumu. Değişim ise günümüzde ancak online araçların da desteğiyle gerçekleşebiliyor. Change.org sokaktaki vatandaşın ulaşabileceği belki de en güçlü online araç. TEMA’da yerelden gelen binlerce soruna dair yardım beklentilerini bir savunuculuk birimi kurarak karşılamaya çalışmıştım, hatta ismini TEMA Acil koymuştuk. Greenpeace’de bize gelen yüzlerce kampanya talebini kaynak yetersizliğinden geri çevirmek zorunda kalıyorduk, her seferinde kalbim reddetmek zorunda kaldığımız insanlarla beraber kırılıyordu. Ancak şimdi herkes gelip, gücü kendi eline alıp change.org üzerinden mücadeleye başlayabiliyor. Soruna net yanıt verecek olursam çevre hareketinden kopmadım, çevre hareketine mücadelelerini kazanabilmeleri için ekibimle beraber güçlü bir araç sunmanın keyfini yaşıyorum. İşin güzel yanı sende biliyorsun ki çevre mücadelesi tek başına kazanılamaz, bütün alanlarda demokratikleşme ve kadından, engelli veya LTGB haklarına kadar her alanda hakların elde edilmesi gerek. Sivil toplumun gelişmesi için GEF SGP’ye ve STGM’ye emek vermiş birisi olarak burada tam evimdeyim. 
YG: Peki görevin ne Uygar?
UO: Şu ana kadar “Türkiye Direktörü” olarak görev yapıyordum, özellikle hızlı kuruluş için, ancak bu göreve başlarken söylendiği gibi hızlı büyümeye bağlı olarak şimdi “Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü” olarak devam ediyorum. Bu ne demek? Standart yöneticilik ve temsil görevleri yanında bu bölgedeki kampanyaları en iyi şekilde nasıl destekleriz, en büyük değişim yaratma potansiyeline ve geniş kitlelere ulaşma imkanına sahip kampanyalar neler olabilir, stratejik danışmanlık konusunda ekibimle beraber çalışıyorum. İnsanları değişim için, toplumun kaderini kendi ellerine almaları için chnage.org araçlarının en iyi şekilde işlemesine yardımcı oluyoruz.
YG: Bu dünyanın en büyük imza kampanyası platformunun ortaya çıkma hikayesi nedir?
UO: Change.org, 2007 yılında Stanford Üniversitesi öğrencilerinden Ben Rattray ve Mark Dimas tarafından, insanlara önemsedikleri konularda eyleme geçebilmeleri için güç ve imkan vermek üzere kuruldu. Ben ve arkadaşı Mark Dimas mezun olduktan sonra bankacılık sektöründe çalışma yolunda ilerlemek yerine sosyal açıdan yararlı bir iş yapmak istiyorlar. Kuruluşunun ardından geçen ilk bir kaç yılda Ben ve Mark sosyal bağış toplamaktan, grup gönüllülüğü ve sanal politik eylem gruplarına kadar pek çok şeyi denedi fakat hiç biri tam dikiş tutmadı. En son bir tür blog yazarları ağı kuruyorlar. Ağda bir de imza kampanyası bölümü var. Güney Afrika'da 'düzeltici tecavüz' adı altında güya 'lezbiyenliği düzeltmek için' yapılan suça karşı 175 ülkeden 171 bin kişi imza atıyor. Güney Afrika hükümetinin etkilenip önlemler almaya başladığını gören Rattray ve Dimas, siteyi dönüştürüyor; 2007'de Change.org kurulmuş oluyor. Geçen kısa sürede şu anda 18 ülkede ofisi, 150’nin üzerinde çalışanı, 25 milyonun üzerinde kullanıcısı var, her ay 2 milyonun üzerinde yeni üye kazanıyor ve tüm dünyada günde en az bir kampanya başarıyla sonuçlanıyor.

YG: İşleyişi nasıl, insanlar nasıl harekete geçiyor, anlatır mısın?

UO: Herhangi bir kişi, kim olursan ol, nerede olursan ol, www.change.org adresine gelerek üç aşamada değişim yaratmak istediği konuda imza kampanyası başlatabiliyor. Kampanya yoluyla neyin değişmesini istiyorsa o konuyla ilgili muhatabı belirliyor ve o kişi ya da kuruluşa yönelik kampanyayı başlatarak talebini iletiyor. Her bir imzacıyla kampanya muhatabına bir kampanya mektubu iletiliyor ve böylece kampanya muhatabının dikkatinin çekilmesi sağlanıyor.


Önce siteye giriyorsun, 'Kampanya Başlat' kutucuğuna tıklıyorsunuz; aşağıdaki soruların olduğu formu doldurup, 'kurallar' bölümünü dikkatlice okuduktan sonra, istersen fotoğrafla da süsledikten sonra kampanyan hazır.1. Başlatacağın kampanya kime yönelik? (Birey, kurum ya da hükümet organının adı ve varsa e-mailleri yazılıyor...)2. Muhataplarından ne talep ediyorsun?3. Bu senin için neden önemli? (İnsanlar bu kampanyaya neden destek vermeli)İmzadan sonra siteye giren herkes görebiliyor; her imza veren sosyal ortamlarda bunu paylaşıyor. Muhataba ilk imzalayan 50 kişinin e-maili gidiyor. Sonrasında muhataba azalan sıklıkta kampanyanın yorumlu e-mailleri ve durumuna dair bilgilendirme mailleri gidiyor. Yani muhataba talep ve artan destekçi sayısı mutlaka iletilmiş oluyor. Ama karşıdakinin email hesabını kilitlemeden. Önemli olan burada bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek.
YG: Change.org öncesinde web imkanlarını kullanmadan yürütülen imza kampanyalarının etkisi azalmış mıydı?
UO: Online bir kampanya yürütmek, konuyla ilgili gönül birliği içinde olan insanların zaman ve mekan kısıtlaması olmadan aynı konu için taleplerini dile getirmesini sağlamaya yarıyor. Online kampanyalar bireyleri harekete geçirmek için tek başına kullanılabileceği gibi hali hazırda bulunan geleneksel bir imza kampanyasının da online bir ayağı olabilir. Geleneksel imza kampanyalarının etkisini belirlemede en önemli etkenlerden biri ister yerel olsun ister ulusal bir konuda geniş kitlelere ulaşmanın zor olmasıydı.  Online kampanyalar sayesinde bir kişi konuya destek verebilmek için nerede ve ne durumda olursa olsun imzasını atabiliyor, böylece kampanyalar imkanlarla kısıtlı olmaktan çıkıp yaygınlaşması kolay hale geliyor. Bu online gidişat ve kolaylık, kanaatimce yavaş yavaş güçlenerek İsviçre kantonlarındaki gibi güçlü bir demokratik katılıma doğru gidecek gibi. Erk sahipleri görevlerinin o erki onlara verenlerin beklentilerini karşılamak ve hesap vermek olduğunun daha da bir idrakine varacaklar.
YG: Online aktivizme (çevrimiçine) geçmek bir zorunluluk mu tercih mi?
UO: Günümüz koşullarında bir zorunluluk. Soruyu şöyle sorsak yanıtı ne olurdu? Kasetten CD’lere geçmek bir tercih mi? Müziği internetten indirmemek ve sadece kitapçıdan CD olarak almak bir zorunluluk mu? Çağ değişiyor, toplumsal ve ekolojik mücadele içinde yer alanlar ellerindeki her güçlü barışçıl aracı kullanmaları bir zorunluluk hatta bir sorumluluk diye düşünüyorum galiba...
YG: Türkiye’de  faaliyete geçme kararı nasıl alındı?
UO: Burada ofis açılmasının nedeni talep. Bu kararın alınmasında en büyük etken Türkiye’de sosyal değişimin ve aktif vatandaşların yoğun olması. Aynı anda hem hak ihlallerinin, ve yolsuzlukların sıkça yapıldığı hem de vatandaşların tepki göstererek hakkını aradığı bir ülke. Türkiye sosyal değişimin hızla gerçekleştiği bir ülke, hem sorunlar hem de tepki bol. 1 Eylül 2012'de Türkiye ofisi açıldığında 100 bin kullanıcı vardı. Site Türkçe’ye çevrildikten sonra 4 ay gibi kısa bir sürede 235 bine çıktık. Türkiye'deki bu hızlı büyüme potansiyelini benim gördüğüm gibi Ben Rattray’in de görmesi şaşırtıcı değil bence. Üstelik önceden kampanya açanlara destek yokken şimdi en azından başarılı gidenlere veya başarı potansiyeli taşıyanlara benimle beraber kampanyalardan sorumlu iki çalışma arkadaşım, Serdar Paktin ve Zennube Ezgi Kaya da destek veriyor.
YG: Öncelikleriniz ve hedefleriniz nelerdir?
UO: Change.org Türkiye'de insanların yaratmak istedikleri değişim için kolaylıkla başvurduğu, insanların hemen aklına gelip kullandıkları bir çözüm platformu olmayı amaçlıyor. Change.org’un en temel amacı insanlara nerede olurlarsa olsun görmek istedikleri değişimi yaratma gücü ve değişimin günlük hayatın bir parçası olmasını sağlamak. Türkiye'de büyük bir online kullanıcı sayısına ulaşmayı ve bu kullanıcıları örgütlü sivil toplum ile buluşturmayı amaçlıyor.
YG: Türkiye’de imza.la veya imzakampanyam.com’dan ne farkınız olacak?
UO: Online bir imza kampanyası platformu olmak diğer benzer platformlarla kıyaslama noktasına getirse de aslında teknolojik altyapısı ve yöntemleri çok farklı. Bu yüzden mesela İspanya’da en büyük imza kampanyası platformu Actuable daha Change.org ülkeye girerken birleşmiş. Kullanıcı kolaylığı için oluşturulan change.org yakın zamanda yeni tasarımıyla kullanıma açıldı, ve her gün kullanım kolaylığını artırmak üzere geliştiriliyor. Bilgisayar kullanmayı çok iyi bilmeyen veya internet dünyasını yakından tanımayan biri için bile kullanımı oldukça basit bir site Change.org.
Küresel bir güç birliğine ve etkinliğe sahip. Böylece ses getirecek kampanyalar yalnızca Türkiye ile sınırla kalmıyor, yurtdışından da destek alabiliyor. Örneğin Kapadokya’da yapılaşmaya karşı kampanyalar Fransa ve Japonya’dan destek aldı. Benzer şekilde Türkiye’yi ilgilendiren bazı kampanyaları da diğer Change.org sitelerinden alarak ülkemizde sunabiliyoruz. Erasmus burslarının kalkmaması veya Instagram’ın kullanım koşullarının değişmemesi için olan kampanyalar gibi. Böylece değişim ve etkileşim hem yerelde de hem de uluslar arasında da sağlanabiliyor.
Change.org’da olup diğer sitelerde olmayan en önemli özelliklerden biri de “Muhatap” seçme. Böylece imza kampanyasının bitiminde imza teslim etmeden çok önce, kampanya başlar başlamaz muhataplar haberdar ediliyor. Muhatap adresine girilen e-posta adresine, ilk 50 imza ve hesabı kilitlemeden yorumlar ve güncellemeler gönderiliyor. Böylece muhatabın kampanyadan haberdar olma süresi kısalırken çözüme giden yol açılıyor, süreç hızlanıyor.
Ayrıca spam filtrelerine düşmeden imza kampanyasını başlatan kişi ve kurum imzalayan kişilere dilediği zaman güncelleme postaları ve bilgilendirme mesajları gönderebiliyor. Böylece kampanya başlatıcı ve imzalayanlar arasında iletişim ve bağ kurulması sağlanıyor.

Bireysel hesapların yanı sıra kurumsal hesapların da açılmasına imkan tanıyoruz. Böylece kurum ya da organizasyon adına açılan kampanyalarda imza kampanyasını başlatan kurum, destekçilerine kurumsal kimliğiyle yaklaşıyor ve iletişim kurabiliyor. Yani kullanıcılar bireysel hesap açıp kurum olduklarını açıklamak zorunda kalmıyor, iletişim doğru kuruluyor.

O kadar farklı ki esasında herhalde en iyisi insanların kendisinin keşfetmesi...

YG: Yurttaşlar hangi konularda imza kampanyaları açıyorlar? Ağırlık verilen konular nedir?
UO: Açılıştan bu yana 7000’in üzerinde kampanya başlatıldı ve bunun 4000’den fazlası aktif olarak devam etmekte.  Şu anda 235.000’in üzerinde aktif üyemiz var ve hızla artarak devam ediyor. Kampanya konuları yoğunluklu olarak insan hakları, çevre, doğa koruma, hayvan hakları, sağlık, eğitim çerçevesinde. Fakat bunun yanı sıra LGBT’den Kadın Hakları’na pek çok farklı konuda da kampanyalarımız var. En iyisi siteye girip kampanyalara göz atbutonuna basıp değişik kombinasyonlarda popülerden yakın zamanlıya, en çok destek alandan konusuna göre bakmakta.
YG: Başarıyı nasıl tanımlıyorsunuz? Kampanyalarda, yeterli imza toplamak mıdır? Kampanya yürütenlere nasıl destek olacaksınız?
UO: Change.org için başarı, açılan bir imza kampanyasının hedef olarak belirlenen imza sayısına ulaşması değil, kampanya sonucunda bir “değişimin” oluşması. Yani hedefi 20.000 imza olan bir kampanya bu imza sayısına ulaştığında değil, kampanya yeteri kadar ses getirip olumlu bir sonuca vardığında, istenen talep yani değişim sağlandığında başarılı kabul edilir. Başarı ve değişim için kimi zaman başta hedeflenenin çok üzerinde bir imza gerekebilirken kimi zaman da hedefi 20.000 olan bir kampanya için 3000 imza bile yeterli olabilmektedir. Buradaki en büyük etken kampanyanın muhatabı olan kişi, kurum ya da kuruluşun konuya gerekli hassasiyetle yaklaşıp yaklaşmadığı. Yaklaştığı zaman imza kampanyasını başlatan kadar dinlemeyi bilen kurumundur da başarı esasında. Muhatabın yanıt vermesi 100 imza ile de olsa 100.000 imza ile de olsa aynı başarıdır. Ne kadar çabuk ve az imza ile başarı gelirse o kadar verimli diyebiliriz. Ancak ne kadar çok insan imza atarsa o konuda o kadar insanın duyarlılığı da artmış veya bu konuda harekete geçmiş demektir ki bunun kendi başına bir değeri var şüphesiz.
Biz ekip olarak kampanya oluşturma sürecinde sorulan sorulara cevap vererek ve sorunlara çözüm bularak destek veriyoruz. Diğer kampanyalardan sıyrılarak geniş kitlelere hitap eden kampanyaları öne çıkan kampanya olarak işaretleyip sitenin açılış sayfasında yayınlıyoruz. Bir kampanyanın öne çıkan kampanya olması için metninin ve görselinin ince elenip sık dokunmuş olması, stratejik olarak doğru esaslar üzerinde durması gerekiyor. Bu noktada ekibimiz metin ve kampanya strateji desteği sunuyor.  Aynı zamanda email gönderimleri yaparak öne çıkan kampanyaları kullanıcılarımızla paylaşıyoruz. Bu maillerin metinlerinin hazırlanması ve ilgilenecek insanlara gönderilmesi için çaba sarf ediyoruz.
YG: Kültürel anlamda yurtdışı örneklerinden farklılaşacağını düşünüyor musunuz change.org üzerinden yürütülen kampanyaların?
UO: Aslında 18 ülkedeki on binlerce kampanyasıyla change.org yaşamın ve insanın olduğu yerde kaygıların da benzer olduğunu gösteriyor; hak ihlalleri, çevre kirliliği, eşitsizlik, yolsuzluk, zalimlik... Fakat ülkeden ülkeye zaman zaman sivrilen noktalar mutlaka oluyor. Örneğin; Hindistan’da temiz su kaynağı ihtiyacı için kampanya başlatılırken, bir Avrupa ülkesinde göçmen haklarına dair bir kampanya öne çıkabiliyor. Bizim ülkemizde nelerin öne çıktığını zamanla göreceğiz, fakat kendi kültürümüzü, sorunlarımızı, yaşantımızı ve beklentilerimizi yansıtan kampanyaların çıkacağı kesin.
YG: Son ama önemli bir soru, peki bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Benim change.org’u tercih etmemdeki en önemli etkenlerden birisi gelir modeli. Change.org Sertifikalı Sosyal Şirket (B-Corporation) dolayısıyla elde ettiği geliri masraflar, hizmetin yaygınlaşması ve kalitesinin artması için harcıyor. Change.org, online aktivistlerle örgütlü sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesini sağlıyor. Zaten dünyada da change.org faaliyetlerini sürdürmek için gerekli kaynakları bu yolla buluyor. ABD'de 12 milyon, İspanya'da 3 milyon, İngiltere'de 2 milyon change.org kullanıcısı var; mesela 3 defa bir çevre kampanyasına imza attığınızda Greenpeace'in reklamı geliyor; 'Bizimle iletişime geçmek ister misiniz?' diyen... Kişi kabul ederse email'i Greenpeace'e ulaştırılıyor; ortak bir çalışma sağlanıyor; kişi bağışta bulunursa bunun küçük bir oranı change.org'a hizmet bedeli olarak ödeniyor.' Henüz Türkiye’de başlamayan ama yakın zamanda geçmeyi umduğumuz bir sistemle sivil toplum kuruluşlarına destekçi kazandırıyor.
YG: Bilgiler için teşekkürler, anlaşılan önümüzdeki yıllarda change.org hem kampanya hizmetleri hem de sivil toplumu güçlendiren çalışmaları ile toplumsal ve ekolojik mücadelenin içinde güçlü ve yeni bir aktör olarak yerini alacak gibi görünüyor.




2 Ocak 2013 Çarşamba

Türkiye’nin AB Çevre Mevzuatı’na uyumu: 15 yılda neredeyiz?


Avrupa Komisyonu, AB’ye aday ülkelerin katılım yönündeki kaydettiği gelişmelere ilişkin yıllık ilerleme raporları yayınlıyor. 1998- 2012 arasındaki ilerleme raporlarından Türkiye’nin çevre mevzuatını AB çevre mevzuatı ile uyumlaştırmasını izlemek mümkün. İlk yıllardaki raporlar Türk çevre mevzuatının, standartlar, izleme gerekleri ve ölçüm yöntemleri bakımından, Avrupa Birliği’nin çevre mevzuatından çok farklı olduğunun tespitini yapıyor ve uyum için uzun vadeli ve stratejik işbirliği öneriyor. 2002’de itibaren çevrede uyuma yönelik reformlar ve uluslararası sözleşmelere katılım artıyor. Bu da Türkiye’nin diğer alanlarda üyelik müzakerelerine yöneli çabalarıyla örtüşüyor. Son yıllarda ise özellikle enerji altyapı projelerinin çevresel sürdürülebilirliğe olumsuz etkileri raporlara konu oluyor. İklim değişikliği konusu ilk yıllarda konu edilmezken son raporda başlıkta çevrenin yanında yer alıyor.

Avrupa Birliği, her bir aday ülkenin katılım yönünde kaydettiği ilerlemeye ilişkin 1998’den beri düzenli raporlar hazırlıyor. Avrupa Komisyonu, her yıl Ekim ayında Avrupa Konseyi’ne ve Avrupa Parlamentosu’na bu raporu sunuyor. Türkiye için hazırlanan rapor:

- Birlik ve Türkiye arasındaki ilişkilere kısaca değiniyor;
- Üyelik için karşılanması gereken siyasi kriterler açısından Türkiye’deki durumu inceliyor;
- Üyelik için karşılanması gereken ekonomik kriterler açısından Türkiye’deki durumu
inceliyor;
- Türkiye’nin üyelik yükümlülüklerini, diğer bir ifadeyle, Antlaşmalar, ikincil mevzuat ve Birlik
politikalarından oluşan AB müktesebatını üstlenme kapasitesini gözden geçiriyor.

Rapor, Komisyon tarafından toplanan ve analiz edilen bilgilere dayanıyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ve üye devletlerin katkıları, Avrupa Parlamentosu raporları, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarından gelen bilgiler de dahil olmak üzere, pek çok kaynaktan faydalanılıyor. Kamuoyunda daha çok demokrasi ve insan hakları bağlamında gündeme gelen ilerleme raporlarının başlıklarından biri de çevre. Bu araştırma notunda 1998-2012 yılları arasında yayınlanan İlerleme Raporları’nı temel alarak Tükiye’nin AB çevre mevzuatına uyumu ele alınıyor.

AB çevre politikası, mevcut ve gelecek nesiller için sürdürülebilir kalkınmanın teşvik  edilmesini ve çevrenin korunmasını amaçlıyor. Bu politika önleyici eylem, kirleten öder ilkesi, çevre zararlarıyla kaynağında mücadele, ortak sorumluluk ve  çevrenin korunmasının diğer AB politikaları ile bütünleştirilmesi üzerine kurulu.  Müktesebat, yatay mevzuatı, su ve hava kalitesini, atık yönetimini, doğanın  korunmasını, endüstriyel kirlenmenin denetimi ve risk yönetimini, kimyasal maddeler ve genetiği değiştirilmiş organizmaları (GDO), gürültü ve ormancılığı da kapsayan  200’den fazla belli başlı yasal düzenlemeyi içeriyor.

AB- Türkiye çevre mevzuatları: Uzun vadeli ve maliyetli uyumlaştırma

1998 yılında yayınlanan ilk rapor, Türk çevre mevzuatının, standartlar, izleme gerekleri ve ölçüm yöntemleri bakımından, Avrupa Birliği’nin çevre  mevzuatından çok farklı olduğu ve Türkiye’de çevre koruma düzeyinin arzu edilenin uzağında yer aldığı tespitiyle açılıyor. En kötü sorunların endüstriyel ve kentsel kirlenme ve kıyıların ve doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi alanlarında olduğuna ve  endüstriyel kirlenme, tehlikeli maddeler, genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, nükleer güvenlik ve çevre hakkında bilgiye erişim alanlarında eksikliklere vurgu yapılıyor. Atıklar, havanın ve suyun korunması, doğa koruma ve çevresel etki değerlendirmeleri ile ilgili olarak müktesebatın kabul edilmesi yönünde çaba sarfedildiği fakat müktesebatın benimsenmesinin uzun vadeli bir konu olduğu ve büyük ölçekli yatırımları gerekli kılacağı ifade ediliyor. Komisyon,Türkiye’deki çevre koruma düzeyinin Avrupa Birliği’nin düzeyine yaklaştırmak için strateji teklifi olarak idari ve mail işbirliğini, yasaların yakınlaştırılmasını öneriyor ve bunun için ulusal bir plan hazırlanmasının kararlaştırıldığını duyuruyor. 1997 yılında yayınlanan Ulusal Çevre Eylem Planı, AB ile bütünleşmeyi öngörmediğinden Topluluk müktesebatının benimsenmesine fazla yer vermiyor. Yasaların yakınlaştırılması üzerinde de duruluyor. Ancak, idarî ve malî işbirliği tedbirlerinin olabildiğince etkili olmalarını sağlamak için, Türkiye’nin, müktesebatın benimsenmesiyle ilgili bir ulusal plan hazırlaması kararlaştırılıyor. İlk raporda çevre başlığı altında yer almayan ama çevre politikalarını doğrudan ilgilendiren enerji konularında da mevcut durum tespiti ve strateji önerileri getiriliyor. Türkiye’nin enerji darboğazını aşmak ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için nükleer santral yapma planlarına değinilirken, santral için seçilen Akkuyu bölgesinin yakınındaki deprem bölgesinin varlığına dikkat çekiliyor. Türkiye’nin topluluk enerji iç pazarıyla uyum sağlaması için de enerji verimliliğinin ve yenilenebilir enerjilerin öncelikli statüden yararlandırılması tavsiye ediliyor.

Araştırma notunun tamamı için
http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/2012/12/turkiyenin-ab-cevre-mevzuatina-uyumu-15-yilda-neredeyiz/
Dr.Barış Gençer Baykan
Bahçeşehir Üniversitesi - Betam 

23 Aralık 2012 Pazar

Çamlar mahvolmaktan böyle mi kurtarılacak?


25 Aralık 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinden bir haber 

Kesilmesi kanunen memnu olan şeyin satılması da memnu olmalı

Noel ve senebaşı münasebetile şehrimizin ve civarın en güzel çamlarının kesilmemesi için hükümetin nazarını dikkatini celbetmiştik. Bunun üzerine vilayet, gazetelerde bir tebliğ neşrederek  ağaç kesilmesinin memnu olduğunu söyledi. Zavallı maktul çamların en çok satıldığı Beyoğlu'nda bir iki gün çam satıcılarile mücadele etti. Fakat bir kaç gün zarfında Beyoğlu'nun yan sokakları birer çam makteli, ağaç mezarlığı halini aldı.Vilayetin tebliğinde "ağaç kesilmesi memnu ve müsaadeye mütevakkıf olduğundan elinde bu kabil ağaç dalları bulunanlar yabani ağaçlar bulunanlar yabani ağaçların aşılanması hakkındaki 1528 numaralı kanunun 23 ve Türk ceza kanununun 516'ıncı maddeleri mucibince cecezalandırmak üzere mahkemeye verilecektir" diyordu. Bu resmi tebliğden sonra vilayet namına gazetelere beyanatta bulunuldu, denildi ki "hususi şahsa da ait olsa çamların kesilmesine müsade etmiyeceğiz". Şimdi öğreniyoruz ki çam ağacı bulunduranlar, yakalanıp mahkemeye verilmekte fakat kesilen çamların damgalanarak satılmasına müsaade edilmekte imiş.

İşin bu şekilde kitaba uydurulması, bu sene de çamlara bol bol satır atılmasına vesile teşkil etti.Çünkü çamların satılmasına müsaade etmek demek onları kesmekte serbestsiniz demekti. Bu çamların ekserisini şuradan buradan kesen çingeneler ise, yalnız, bugün alacakları parayı düşünürler.Onların çamlara merhameti olmadığı gibi bilmem kaç hafta sonra uğrıyacakları cezadan da pervaları yoktur. Çamları kurtarmak, ancak onların satılmasına mumanaat etmemekle mümkün olurdu.
 Öyle zannediyoruz ki kanunlarımızda kesilmesi memnu olan şeylerin satılmasını meneden maddeler de vardır. Kesilen çamları satmağa müsaade ettikçe Beyoğlu'nun çam mezarlığı halini olmasına mani olmanın imkanı yoktur. Onun için senede bir karış büyüyen ve her noelde binlercesi kesiln çamları mahvolmaktan böyle mi kurtaracağız, devlet otoritesini böyle mi muhafaza edcektiniz diye soruyoruz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...