1 Temmuz 2011 Cuma

Ekolojik direnişten Su Perisi’ne mektuplar


Kışladağı’ını oydular

İçine siyanür doldurdular

Halkı halka kırdırdılar

Uyan insanoğlu uyan

Muammer Sakaryalı’nın, Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Kışladağ’dan mektup var” ( Su Perisi’ne Mektuplar) adlı kitabı Uşak Kışladağ’da siyanürle altın işleme madenciliğine karşı verilen yaşam mücadelesini anlatıyor. Sakaryalı, İnay Köyü Vicdan Hareketi adına otuzdört mektup yazmış. İnay’ın antik zamanlardaki adı Nais ya da İnais’miş ve Nais/İnais Helence’de “Su Perisi” anlamına geliyormuş. Aslında mektupların içeriği tanıdık. Kitabı okurken her sayfada aklınıza Bergama siyanürlü altına direniş, Kütahya’daki süyanür havuzları , Bolkar Dağları’nda, Çal Dağı’nda, Kaz Dağı’nda, Artvin Cerattepe’de altın madenlerine karşı gelenlerin başından geçenleri hatırlıyorsunuz. Hikaye 1990’ların ortasında altıncı şirketin Kışladağ’a gelmesiyle başlıyor. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan kamulaştırmadan sonra şirketin köy topraklarında su yolu inşaatına girişilmesiyle protestolar başlar. Danıştay, Kışladağ altın madenini kapatan yürütmeyi durdurmaya karar verir, maden Çevre Bakanlığı talimatıyla açılır. İşletmede 7 yıl boyunca 70 bin ton siyanür kullanılacak ve “Siyanür liçi yöntemiyle açık ocakta altın cevherinden ayrıştırılacaktır. Maden işletmesi sonrası 400 metre derinlikte 1000 metre çapında zehirli bir atık havuzu bırakılacaktır. Yer altı suyuna karışacak olan siyanür, arsenik, antimon, kurşun vb ağır metalleri harekete geçirecek ve yer altı suları zehirleyecektir.

27 Haziran 2006 günü Eşme’de yüzlerce insan hastanelere başvurur. Doktorlar kimyasal zehirlenme teşhisi koyarlar. “27-28 Haziran’da bölgeye yoğun yağmur yağmış ve rüzgarın yönü altın madeninden Eşme’ye doğrudur. Muhtemelen siyanürlü sıvının ph dengesi 10.5-11 arasında tutulamamıştı ve siyanür liç alanından atmosfere çok fazla hidrojen siyanür karışmış ve rüzgar yö

nü doğrultusunda yayılmıştır.”(s:60) Tabip Odası devreye girer ve gönüllü kişilerden kan örnekleri alınmaya başlar ama bu girişim durdurulur ve kanlara el konulur. Yetkilililer de yurttaşlardan kan, saç veya tırnak örneği alıp siyanür analizi yaptırmazlar.”Bakanlar, valiler, Uşak milletvekilleri konuşmadı, konuşturulmadı, sustular, sustular. Hala susuyorlar! ( s: 65) 15 gün sonra da tesisin resmi açılış törenini dönemin Enerji Bakanı yapar. 30 Temmuz 2007’de altın madeninde her zamankinden farklı bir patlama gerçekleşir ve ertesinde 300’e yakın koyun telef olur. Koyunlar üzerinde siyanür toksikasyonu araştırması yapılmamıştır. Olayın üzeri örtülür. Tüm bu olup bitene karşı direnen köylüler, çevreciler ve biliminsanlarının desteğiyle Vicdan Hareketi’ni oluştururlar. “Kelimenin gerçek anlamında ‘sivil denetim’ görevi yapan; sahtekarlığın evrenselleştiği bir dünyada kendi bulunduğu yerden gerçeklerin açığa çıkartılmasını sağlamaya çalışan ve onları dile getiren; Kışladağ altın madeninin tahribatına karşı havayı, suyu, toprağı, tüm canlı yaşamını savunan; “sürdürülebilir kalkınma”yı değil sürdürülebilir yaşamı savunan; yaşamı savunanlarla dayanışan ve bu düşüncelerle bir araya gelen köylülerin hareketidir (s:230). Elbette köylülerin örgütlenmesi hoş karşılanmaz. Hemen “terörist”, “vatan haini” ilan edilir, Alman vakıfları için çalıştıkları iddia edilir. Eylemlerde gözaltına alınırlar, şiddet görürler, haklarında dava açılır. Maden işletmesindeki sarı sendikanın saldırısına uğrarlar, ordu komutanları madeni ziyaret edip destek verir, şirketin baskısına, yerel basının sansürüne maruz kalırlar. İnay Köyü’nün 12 Eylül rejimi tarafından en çok eziyet edilen köylerden bir olmasından hareketle madene karşı mücadele sırasında köylülerin toplumsal hafızasına göndermler yapılmış ve direnenler 12 Eylül öncesini geri getirmekle suçlanırlar. Çevreye sahi çıkmanın ülkemizdeki bedeli budur. Birçok çevre mücadelesi gibi Kışladağ’daki mücadele de sona ermez. Sayıca küçük bir grubun toplumun geniş kesimlerinden gördüğü destekle, davalarla, protestolarla, sivil itaatsizlik eylemleriyle sürüp gider

. Aslında insanlığa büyük miras bırakırlar. Çevre hareketinin deneyimlerinin yazıya dökülmesi, doğaya sahip çıkanların ortak bir kollektif hafızasını oluşturulması açısından çok önemli. Kalkınmacı ideolojinin devasa dişlilerini durdurmaya çalışmanın ve sürdürülebilir bir toplum yaratmanın dinamikleri bu tür mücadelelerde gizli. Hukuksuzluğun, örgütlenmenin, doğa tahribatının, doğaya sahip çıkmanın hikayesini anlatan Kışladağ’dan Su Perisi’ne yazılmış mektuplar, yaşama sahip çıkmaya çalışanları, mücadelelerini ortaklaştırmaya davet ediyor.

Kışladağ'dan Mektup Var

(Su Perisine Mektuplar)

Muammer Sakaryalı

Yeni İnsan Yayınları / Ekoloji Dizisi


26 Haziran 2011 Pazar

İstanbul'da sürdürülebilir balıkçılık

İstanbul'da 500 yıldır aynı yöntemle balıkçılık yapıldığını biliyor muydunuz? Endüstriyel balıkçılığın dünya balık stokları için en büyük tehdit haline geldiği günümüzde atadan dededen kalma geleneksel avcılık yöntemlerinin hala uygulanıyor olduğunu görmek ve sürdürülebilir balıkçılığa örnek verildiğini bilmek sevindirici. Bölgesel Çevre Merkezi - REC Türkiye, Venedik Uluslararası Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve Agroinnova–Turin Üniversitesi ortaklığında; İtalyan Çevre, Arazi ve Deniz Bakanlığı mali desteği ile gerçekleştirilen Karadeniz Bölgesi için Sürdürülebilir Kalkınma Seminer Dizisi çerçevesinde gerçekleştirilen eğitimde öğrendim dalyan balıkçılığın. Sol tarafta minyatür bir modelini görebileceğiniz dalyanlar antik çağdan bu yana kullanılıyor. TDK sözlüğüne göre dalyan: Deniz, göl ve ırmakların kıyılarına yakın yerlerde ağ ve kazıklarla oluşturulan büyük avlanma yeri. Dalyanda Nisan-Temmuz aylarında avlanılıyor. Meşe ağaçlarından yapılan direkler denize döşeniyor ve ağlar geriliyor. Dalyan direğinde bir nöbetçi oluyor, balık sürülerinin ağa girdiğini gördüğünde arkadaşlarına haber vererek dalyanın ağzı kapatılıyor ve balıklar ağlar çekilerek tekneye alınıyor. Dalyanlar,deniz dibinin eğimine göre 10 ile 35 metre derinliğe kuruluyor.Geleneğe göre elde edilen gelirin %60'ı işletmeciye kalırken %40 ise dalyanda çalışanlarca payl aşılıyor. İstanbul'da 1960lı yıllarda 50'ye yakın dalyan kurulurken bugün bu sayı üçe düşmüş. Yine o yıllarda orkinos, torik avlanırken günümüzde genelde kefal, gümüş, istavrit, çaça avlanıyor ve Kumkapı'daki balık haline gönderiliyor.
Rumelifeneri'ndeki dalyan 500 yıldır aynı yere kuruluyor. Yıllık 6-7 ton balık avlanılan dalyan balıkçılığına yönelik en büyük tehdit kirlilik. Diğer yandan kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye göç sırasında İstanbul Boğazı'ndan geçen balıkların yakalandığı dalyanlar, av yasağında balıkların yumurtlama döneminde kurulduğu için balıkların üremesini de engelleyebiliyor. Yapılması gerekenlerin başında geleneksel yöntemlerde dahil olmak üzere sürdürülebilir balıkçılığın örneklerinin incelenmesi ve teşvik edilmesi geliyor. Organik tarımdaki uygulamaya benzer bir şekilde sürdürülebilir balıkçılık ürünlerinin sertifikalanması ve üreticiye de ek bir gelir sağlanarak aşırı balık tüketiminin ve israfın değil adil ve sürdürülebilir balıkçılığın önünün açılması düşünülebilir. Son dönemde Greenpeace ve Slow Food Fikir Sahibi Damak'ların kampanyaları sayesinde kamuoyu, balıkların geleceği ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Hatta bu farkındalık sayesinde balık avlanma boylarının tartışıldığı Su İstişare Kurulu'nda sivil toplum kuruluşları ve tüketiciler de masaya oturabildiler. Evdeki yemek masasından, halden, tekneden, dalyandan, internetten hepimizin yapabileceği çok şey var. Yeter ki üşenmeyelim.





.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...