10 Temmuz 2012 Salı

Konya'da tarımı bitirerek insanlık tarihine geçebiliriz

Çatalhöyük- Konya
İnsanoğlunun, avcılık-toplayıcılıktan tarıma geçişiye ile birlikte yerleşik birimler de ortaya çıkıyor. Konya Ovası'nda bulunan ve tarihi 8000 yıl öncesine dayanan Çatalhöyük Neolitik kentinde tarım ve hayvancılık yapılmış. O dönemden karbonize olmuş bir şekilde günümüze ulaşan buğday tohumunun kızıl buğday olduğu belgeleniyor.  Bölge ekolojisine uygun yapılan tarım binlerce yıldır devam etmiş fakat TEMA'nın Marjinal Kurak Alanların Korunması için Rasyonel Fırsatların Projesi-CROP-MAL projesinin sonuçlarına göre toprağın ve suyun hor kullanılması sonucunda Konya Kapalı Havzası'nda 50 yıl sonra tarım yapılamayacak. 

Buğday ile koyun, gerisi oyun

Konya Havzası'nda kuru tarımdan sulu tarıma geçilmesiyle birlikte tarımsal faaliyetler için kendini yenilemesine fırsat vermeyecek ölçüde su tüketilir hale geldi. Bölgenin bitki desenine uygun olmayan ve su tüketimi yüksek mısır, ayçiçeği, şeker pancarı ve yoncanın üretilmesinin desteklenmesiyle son 10 yılda Konya Kapalı Havzası'nda sulu tarım alanlarının yüzeyi % 40 artmış. 1974-2009 arasında yeraltı su kaynaklarında 20-25 m civarında azalma gözlenmiş. Konya Karapınar'da yıllık yağış ortalaması 283,9 mm iken bölgede ağırlıklı olarak yetiştirilen şeker pancarının ortalama yağış gereksinimi 825 mm, net su ihtiyacıysa 705 mm. Konya Toprak Su'nun verilerine göre son yıllarda bölgede yağış miktarı uzun yıllar ortalamasına göre %10 oranında azalmış, 2006 ve 2007 üretim döneminde normal yıllardan %15 daha az yağış almış. Yetkililerin soruna bulduğu çözüm ise başka havzalardan Konya Havzası'na su taşımak. Akdeniz'e "boşa" akan sular tünellerle Konya Havzası'na taşınacak. 
Konya Ovaları Projesi (KOP) ile Göksu Havzası'ndan yılda 414 milyon m³  su getirilmesi planlanıyor.
Yarımoğlu Obruğu/Konya Karapınar

Obruklar artıyor 

Yeraltı sularındaki azalma bölgedeki obruk sorununu da etkiliyor. Özellikle Karapınar çevresinde 1977-2009 yılları arasında 13, 2006-2011 yılları arasında 22 çökme obruğu oluştuğu belirleniyor. Bölgede Obruk Platosu olarak adlandırılan alandaki yüzden fazla obruk doğal jeolojik süreçlerle oluşmuş.Son 10 yıldaki obruk oluşumunda %40 artış olduğu proje çerçevesinde bilim insanları tarafından saptanmış. 25 Temmuz 2012'de Çumra Postası'nda çıkan bir habere göre yeni bir obruk daha oluşmuş. 

Karapınar'da 50 yıldır erozyon ile mücadele ediliyor 

İç Anadolu'nun en kurak bölgesi Konya-Karapınar'da 1960'lı yıllarda aşırı otlatma, yoğun tarımsal faaliyetler ve rüzgar erozyonu yüzünden sosyal ve ekonomik yaşam durma noktasına gelmiş, Tarım Bakanlığı'nın ve yöre halkının destekleri ile başarılı çalışmalar yürütülmüş ve bölge mutlak koruma alanı olarak erozyon ile mücadelede dünyadaki çölleşme mücadelelerine veri sağlıyor. Konya kapalı havzasının özellikle Karapınar ilçesini içine alan bölge, Türkiye'nin rüzgar erozyon alanlarının %21'ini kapsıyor ve tarım alanlarının koruyucu kuşak ağaçlandırmalarla rüzgar erozyonu tehdidine karşı korunmasında 
önemli bir tecrübeye sahip

Örnektepe/
Konya Karapınar
Konya Toprak ve Su Kaynakları Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü (Karapınar Erozyonla Mücadele İstasyonu) çalışmalara öncülük yapıyor. Enstitü, 87 bin dekar alanda ağırlıklık olarak kuraklık ve çölleşme konusunda çalışmalar yürütüyor. TEMA Vakfı tarafından Karapınar’da 2006-2008 yıllarında yürütülen I-DESIRE Projesinin devamı niteliğinde olan CROP-MAL Projesi, Karapınar, Karaman ve Ereğli’de -çok disiplinli bir yaklaşımla oluşturulan, geleneksel arazi kullanımı yöntemlerinin geliştirilmesiyle-çölleşmeyi önlemeye ve azaltmaya yönelik bir proje. Projenin amaçları arasında toprak, su, bitki örtüsü ve iklim özelliklerinin ölçülmesi ve analizi,  mevcut arazi kullanımının iyileştirilmesi, bu sayede; toprağın verimli kullanımını sağlamak amacıyla doğru tarım ve hayvancılık yöntemlerinin, geleneksel ürün çeşitlerinin belirlenmesi ve bunların yerel halkla paylaşılarak, iyi üretimin sağlanması, çevreyle uyumlu alternatif geçim kaynaklarının geliştirilmesi var.
Mutlak Koruma Alanı
Konya Karapınar
Arazi Kullanım Modeli 

Konya Karapınar ve Ereğli ile Karaman’da ekonomi %80 oranında doğrudan tarıma dayalı. Bölgede toprak, su gibi doğal varlıkların tahrip olması, bölge halkını doğrudan etkileyecek.  Çok önemli tarımsal potansiyele sahip havzada tarım yapılamaz hale gelince bölgenin ve ülkenin gıda güvenliği zarar görecek.    Mitsui Çevre Fonu desteği ve Çukurova Üniversitesi işbirliği ile 2009-2012 arasında gerçekleştirilen bu proje çerçevesinde Konya Karapınar Mikro Havzası'na odaklanan Arazi Kullanım Modeli geliştirildi. Modeldeki öneriler şunlar.
 Sulu tarım yerine kuru tarım yapılmalı,

* Su tüketimi yüksek ürünler yerine kuraklığa dayanıklı ürünler seçilmeli,

* Aşırı su tüketiminden vazgeçilmeli, etkin ve sürdürülebilir sulama teknikleri benimsenmeli,

* Tarımda gübre ve kimyasal kullanımı azaltılmalı,

* Biyoçeşitliliği korumak için mikro havzada biyo rezerv alanları oluşturulmalı,

* Mera alanlarında mevcut geven türleri korunmalı.


El Sanatları Kurs Merkezi 
CROP-MAL projesi aynı zamanda yöre halkına alternatif geçim kaynakları yaratmaya çalışarak doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmayı amaçlıyor.  Bölgedeki hayvancılık potansiyelinin yün üretimi için de büyük bir potansiyel oluşturduğu tespiti yapılarak unutulmaya yüz tutmuş geleneksel halı dokuma gibi el sanatlarını canlandırarak bölgedeki kadınlara da alternatif geçim kaynakları oluşturmak amaçlanıyor. Karapınar Kaymaklığı ve Halk Eğitim Merkezi'nin desteğiyle bir halı dokuma ve çini atölyesi açılmış.


İlgili linkler 



9 Temmuz 2012 Pazartesi

Türkiye’nin Üç Bölgesinde GDO Farkındalığı

GDO ifadesini duyanların araştırma yapılan bölgelerdeki dağılımı 

İnsan ve çevre sağlığına etkileri açısından tüm dünyada büyük tartışmalar yaratan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), gerek yasal mevzuat tartışmaları gerekse gıda güvenliği açısından bir süredir Türkiye gündeminde yer alıyor. Türkiye,  biyoçeşitliliğin korunmasına dair ulusal stratejilerin belirlenmesi, eylem plan ve programının oluşturulmasına dair Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne 1997’de imza atmasına rağmen 2010’a kadar Biyogüvenlik Kanunu’nu çıkarmadı. 1988 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca çıkartılan “Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri Hakkında Talimat” bu konudaki ilk yasal düzenlemeydi. Aynı yıl yerel Tarımsal Araştırma Enstitüleri, biyoteknoloji şirketlerinin genetiği değiştirilmiş mısır ve pamuk çeşitlerini Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde deneme ekimine aldılar. Kamuoyuna bu araştırmaların nerede ve hangi yöntemlerle yapıldığı açıklanmadı. Ayrıca deneme ekimleri sonucunda genetik bulaşma, ürün verimi veya tarım ilaçları kullanımının azalıp azalmadığına dair hiçbir açıklama yapılmadı. Ziraat Mühendisleri Odası’na göre 1998-2009 yılları arasında ABD, Kanada ve Arjantin’den 20 milyon ton genetiği değiştirilmiş soya, mısır ve pamuk ithal edildi. Hâlihazırda Türkiye’de GDO’lu ürünlerin ekimi yasak ama ithalatı Biyogüvenlik Kurulu’nun kararına bağlı. GDO’ların olası risklerine karşı tartışmaların genelde uzmanlarca yapılmasına rağmen, üreticilerin, tüketicilerin, doğa korumacıların ve bilim insanlarının uğraşları sonucu kamuoyunun geniş kesimleri tarafından ele alınmaya başlandı.

GDO konusu, insan ve çevre sağlığı, sürdürülebilir tarım, biyoçeşitlilik, tohum ve gıda egemenliği alanlarını yakından ilgilendiriyor ve yurttaşlar günlük hayatlarında tarımsal veya işlenmiş gıdalar üzerinden GDO kavramı ile karşılaşıyor. Bu araştırmada GDO kavramı Türkiye’de ne ölçüde biliniyor, hangi alanlarla ilişkilendiriliyor ve bölgesel farklılıklar mevcut mu sorularına yanıt aramaya çalışıyoruz.

Barış Gençer Baykan ve Burcu Ertunç

Araştırma notununu tamamına ulaşmak için tıklayınız
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...