ab çevre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ab çevre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2013 Çarşamba

Türkiye’nin AB Çevre Mevzuatı’na uyumu: 15 yılda neredeyiz?


Avrupa Komisyonu, AB’ye aday ülkelerin katılım yönündeki kaydettiği gelişmelere ilişkin yıllık ilerleme raporları yayınlıyor. 1998- 2012 arasındaki ilerleme raporlarından Türkiye’nin çevre mevzuatını AB çevre mevzuatı ile uyumlaştırmasını izlemek mümkün. İlk yıllardaki raporlar Türk çevre mevzuatının, standartlar, izleme gerekleri ve ölçüm yöntemleri bakımından, Avrupa Birliği’nin çevre mevzuatından çok farklı olduğunun tespitini yapıyor ve uyum için uzun vadeli ve stratejik işbirliği öneriyor. 2002’de itibaren çevrede uyuma yönelik reformlar ve uluslararası sözleşmelere katılım artıyor. Bu da Türkiye’nin diğer alanlarda üyelik müzakerelerine yöneli çabalarıyla örtüşüyor. Son yıllarda ise özellikle enerji altyapı projelerinin çevresel sürdürülebilirliğe olumsuz etkileri raporlara konu oluyor. İklim değişikliği konusu ilk yıllarda konu edilmezken son raporda başlıkta çevrenin yanında yer alıyor.

Avrupa Birliği, her bir aday ülkenin katılım yönünde kaydettiği ilerlemeye ilişkin 1998’den beri düzenli raporlar hazırlıyor. Avrupa Komisyonu, her yıl Ekim ayında Avrupa Konseyi’ne ve Avrupa Parlamentosu’na bu raporu sunuyor. Türkiye için hazırlanan rapor:

- Birlik ve Türkiye arasındaki ilişkilere kısaca değiniyor;
- Üyelik için karşılanması gereken siyasi kriterler açısından Türkiye’deki durumu inceliyor;
- Üyelik için karşılanması gereken ekonomik kriterler açısından Türkiye’deki durumu
inceliyor;
- Türkiye’nin üyelik yükümlülüklerini, diğer bir ifadeyle, Antlaşmalar, ikincil mevzuat ve Birlik
politikalarından oluşan AB müktesebatını üstlenme kapasitesini gözden geçiriyor.

Rapor, Komisyon tarafından toplanan ve analiz edilen bilgilere dayanıyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ve üye devletlerin katkıları, Avrupa Parlamentosu raporları, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarından gelen bilgiler de dahil olmak üzere, pek çok kaynaktan faydalanılıyor. Kamuoyunda daha çok demokrasi ve insan hakları bağlamında gündeme gelen ilerleme raporlarının başlıklarından biri de çevre. Bu araştırma notunda 1998-2012 yılları arasında yayınlanan İlerleme Raporları’nı temel alarak Tükiye’nin AB çevre mevzuatına uyumu ele alınıyor.

AB çevre politikası, mevcut ve gelecek nesiller için sürdürülebilir kalkınmanın teşvik  edilmesini ve çevrenin korunmasını amaçlıyor. Bu politika önleyici eylem, kirleten öder ilkesi, çevre zararlarıyla kaynağında mücadele, ortak sorumluluk ve  çevrenin korunmasının diğer AB politikaları ile bütünleştirilmesi üzerine kurulu.  Müktesebat, yatay mevzuatı, su ve hava kalitesini, atık yönetimini, doğanın  korunmasını, endüstriyel kirlenmenin denetimi ve risk yönetimini, kimyasal maddeler ve genetiği değiştirilmiş organizmaları (GDO), gürültü ve ormancılığı da kapsayan  200’den fazla belli başlı yasal düzenlemeyi içeriyor.

AB- Türkiye çevre mevzuatları: Uzun vadeli ve maliyetli uyumlaştırma

1998 yılında yayınlanan ilk rapor, Türk çevre mevzuatının, standartlar, izleme gerekleri ve ölçüm yöntemleri bakımından, Avrupa Birliği’nin çevre  mevzuatından çok farklı olduğu ve Türkiye’de çevre koruma düzeyinin arzu edilenin uzağında yer aldığı tespitiyle açılıyor. En kötü sorunların endüstriyel ve kentsel kirlenme ve kıyıların ve doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi alanlarında olduğuna ve  endüstriyel kirlenme, tehlikeli maddeler, genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, nükleer güvenlik ve çevre hakkında bilgiye erişim alanlarında eksikliklere vurgu yapılıyor. Atıklar, havanın ve suyun korunması, doğa koruma ve çevresel etki değerlendirmeleri ile ilgili olarak müktesebatın kabul edilmesi yönünde çaba sarfedildiği fakat müktesebatın benimsenmesinin uzun vadeli bir konu olduğu ve büyük ölçekli yatırımları gerekli kılacağı ifade ediliyor. Komisyon,Türkiye’deki çevre koruma düzeyinin Avrupa Birliği’nin düzeyine yaklaştırmak için strateji teklifi olarak idari ve mail işbirliğini, yasaların yakınlaştırılmasını öneriyor ve bunun için ulusal bir plan hazırlanmasının kararlaştırıldığını duyuruyor. 1997 yılında yayınlanan Ulusal Çevre Eylem Planı, AB ile bütünleşmeyi öngörmediğinden Topluluk müktesebatının benimsenmesine fazla yer vermiyor. Yasaların yakınlaştırılması üzerinde de duruluyor. Ancak, idarî ve malî işbirliği tedbirlerinin olabildiğince etkili olmalarını sağlamak için, Türkiye’nin, müktesebatın benimsenmesiyle ilgili bir ulusal plan hazırlaması kararlaştırılıyor. İlk raporda çevre başlığı altında yer almayan ama çevre politikalarını doğrudan ilgilendiren enerji konularında da mevcut durum tespiti ve strateji önerileri getiriliyor. Türkiye’nin enerji darboğazını aşmak ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için nükleer santral yapma planlarına değinilirken, santral için seçilen Akkuyu bölgesinin yakınındaki deprem bölgesinin varlığına dikkat çekiliyor. Türkiye’nin topluluk enerji iç pazarıyla uyum sağlaması için de enerji verimliliğinin ve yenilenebilir enerjilerin öncelikli statüden yararlandırılması tavsiye ediliyor.

Araştırma notunun tamamı için
http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/2012/12/turkiyenin-ab-cevre-mevzuatina-uyumu-15-yilda-neredeyiz/
Dr.Barış Gençer Baykan
Bahçeşehir Üniversitesi - Betam 

13 Nisan 2012 Cuma

AB-Türkiye İklim İşbirliği

13 Nisan 2012 Cuma günü RENA ( Katılıma Yönelik Bölgesel Çevre Ağı) - İklim Çalışma Grubu evsahipliğinde "AB-Türkiye İklim Konusunda İşbirliği: Fırsatlar, Faydalar ve Zorluklar" başlıklı seminer İstanbul'da The Marmara'da gerçekleştirildi. RENA Türkiye ve diğer AB aday ülkelerine AB'nin iklim ve çevre politikaları ile mevzuatının uyumlaştırılması konularında destek sağlıyor. Örneğin Türkiye'de Katılım Öncesi mali Yardım Aracı-IPA desteğiyle sera gazı izleme mekanizması uygulanmasında işbirliğine başlanmış.

Toplantının sabah oturumlarına katılamadım. Dolayısıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Komisyonu İklim Değişikliği Komisyoneri Connie Hedegaard'ı dinleyemedim.Bakan Bayraktar'ın konuşmasını Yeşil Ekonomi, Hedegaard'ın konuşmasını da NTVMSNBC haberleştirmiş. Hedegaard dün akşam Tüsiad, Müsiad, Tuskon ve İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği temsilciler ile görüşmüş.İş dünyasının aktörlerinin iklim politikalarına nasıl baktığı tartışılmış. Bu görüşme necip basınımıza henüz yansımadı.

Öğleden sonra ilk oturumu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı altında faaliyet gösteren Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü'nden Genel Müdür Recep Şahin açtı. Şahin, sunumunda kısaca Türkiye'nin iklim müzakerelerindeki konumuna değinip İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı'nın (İDEP) bir özetini yaptı. Planda hiçbir sayısal sera gazı indirim hedefi olmaması, planın en çok eleştirilen taraflarından biriydi.Tüdef Haziran 2011'de  "Çevre Bakanlığı İklimi Öldürmesin" başlıklı bir raporla İDEP'e yönelik eleştirilerini kamuoyu ile paylaşmıştı. Sunumda yenilenebilir enerjilerin %30 oranında arttırılması mı yoksa %30'a mı çıkarılması konusunda bir karşıklık vardı. Günün sonunda Enerji Bakanlığı'ndan bir yetkili bunu birincil enerjide değil de elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payının %30 olacağını belirtti ve salondan gelen sorular üzerine bu oranın büyük bölümünün HES'lerden geleceğini söyledi. Son oturumda da TEMA Vkfı Genel Müdürü Serdar Sarıgül, HES'lerin artık yenilenebilir enerji kategorisinde değerlendirmemek gerekitğini çünkü bu enerjinin yarattığı tahribatın büyük olduğunu belirtti. Genel Müdür Şahin'in konuşmasında dikkatimi çeken bir noktada da kentsel dönüşümün enerji verimliliği anlamında fırsatlar sunabileceği, yanılmıyorsam konutlarda %50 enerji tasarrufu sağlanabileceğini belirtti. Kanımca Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılına damga vuracak ve oldukça sorunlu hayata geçebilecek kentsel dönüşümü bu perspektifle kabul edilebilir kılmak mümkün olur mu göreceğiz.

Oturumun ikinci panelisti Avrupa Komisyonu İklim Eylemi Bölüm Direktörü Laurence Graff Avrupa Birliği'nde Emisyon Ticareti sistemini anlattı. Emisyon ticareti sisteminin AB emisyonlarının %50'sini kapsadığını ama her sektörde aynı şekilde etkili olamadığını söyledi.  Emisyon ticareti sistemi sayesinde 2010'da 2005'e göre emisyon izinlerinde %8'lik bir azaltım olduğu ama resesyonun da bunda etkili olduğunu belirtti. AB'nin Türkiye ile karşılıklı, bölgesel ve uluslararası düzeylerde işbirliği yapabileceğini ifade ederek sözlerini tamamladı.Ardında sözü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İklim Değişikliği Dairesi Başkanlığı Şube Müdürü Mehrali Ecer aldı. Ecer, özetle Türkiye'nin karbon piyasalarında deneyiminin sınırlı ama beklentisinin büyük olduğunu söyledi. Türkiye'de ilk kez 2005 yılında gönüllü piyasalarda karbon ticareti projesi gerçekleştiğini 2010'da da Karbon Kayıt Sistemi'nin başlatıldığını ifade etti. Türkiye'de yapılan 178 projeden 103'ünün HES'ler üzerinden yapılması HES karşıtlarının HES'lerin sadece enerji için değil karbon ticareti için de yapıldığını savunmalarını doğrular nitelikteydi. Ecer, sera gazı emisyonlarının takibi hakkında taslak bir yönetmelik hazırlandığını, 2500 tesisin sera gazı izleme ve raporlama sistemine tabi tutulacağını anlattı. 2019'a kadar AB ile mevzuat uyumunun tamamlanacağı, uygulama ise ancak üyelik ile başlanacağını ifade etti. Son panelist İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği genel sekreteri Engin Güvenç'ti. Özel sektörü iklim değişikliğe ile mücadeleye ortak etmek için yeni yatırım ve istihdam alanları ve teşvikler tanımlanması gerektiğine değinen Güvenç, enerji ve atık sektöründeki şirketlerin iklim alanında öncülük yaptıklarını ama diğer sektörlerin de buna dahil edilmesi gerektiğini söyledi. Özel sektör enerji verimliliği, karbon piyasaları gibi fırsatları gördüğü ölçüde yeşil ekonomiyi benimsiyor. Şirketlerin yeni kar alanları görmedikçe iklim politikalarına katılmayacakları aşikar.

Son panelde AB temsilcileri, Çevre ve Şehircilik ve Enerji Bakanlığı'ndan yetkililer ve TEMA temsilcisi vardı. TEMA Genel Müdürü Serdar Sarıgül, Türkiye'nin vakit geçirmeden sera gazı emisyonu hedefi koyması gerektiğini ifade etti. Vakıf web sitesinde bu toplantı ile ilgili açıklama yayınladı ve ayrıca 24 Nisan 2012'de iklim değişikliği ile ilgili İstanbul'da bir toplantı düzenlediklerini ilan etti.

14 Ekim 2011 Cuma

AB İlerleme Raporu'nda Çevre

Avrupa Birliği Türkiye 2010 yılı İlerleme Raporu’nu açıkladı. 27. Fasıl olan “Çevre” ile ilgili gelişmeleri aşağıda Avrupa Birliği Genel Sekreterliği çevirisiyle okuyabilirsiniz. Raporun tüm çevirisi için tıklayınız.

Fasıl 27: Çevre

Yatay mevzuatta sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nin kapsamı genişletilmiş ve ÇED Direktifi büyük ölçüde iç hukuka aktarılmıştır. Ancak, halkın katılımına ve sınır ötesi istişarelere yönelik usuller tam olarak uyumlu hale getirilmemiş ve uygulanmamıştır. Sismik etkinliğin yüksek risklere yol açabileceği ve bugüne kadar hiçbir ÇED veya Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) çalışmasının yapılmadığı Türkiye’nin Doğu Akdeniz kıyısında inşa edilmesi planlanan Türk-Rus nükleer güç santrali projesine ilişkin olarak ulusal ve uluslararası kamuoyunun artan kaygıları bulunmaktadır. Türkiye Bulgaristan ile, iki ülkenin sınırı boyunca inşa edilecek AB destekli Nabucco boru hattı projesinin çevresel etki değerlendirmesinin sınır aşan yönlerini düzenleyen bir anlaşma akdetmek üzere görüşmelere başlamıştır. SÇD Direktifinin iç hukuka aktarılması erken aşamadadır.

Hava kalitesi konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Bazı sıvı yakıtların kükürt muhteviyatına ilişkin mevzuat AB müktesebatıyla tamamen uyumlu hale getirilmiştir. Atık yakma yönetmeliği kabul edilmiştir. Türkiye, Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stokholm Sözleşmesi’ne taraf olmuştur. Hava Kalitesi Direktifi’nin uygulanmasına yönelik idari kapasite yeterli değildir.

Atık yönetimi konusunda iyi düzeyde ilerleme kaydedilmiştir. Türkiye, 2009-2013 dönemi için ulusal atık yönetimi planını kabul etmiştir. Tehlikeli atık kontrolü, gemilerden atık alınması ve atık kontrolüne ilişkin mevzuat AB müktesebatına uygun olarak değiştirilmiştir. Ömrünü tamamlamış araçlara ilişkin yeni mevzuat kabul edilmiştir. Atık Çerçeve Direktifi’ndeki biyolojik olarak parçalanabilirlerin yüzdesinin azaltılmasına ilişkin hükümleri de kapsayacak şekilde, atığın düzenli depolanması hakkında mevzuat kabul edilmiştir. Madencilik faaliyetleri ile bozulan arazilerin ıslahına ilişkin bir yönetmelik kabul edilmiştir. Bazı AB şirketleri, elektrikli ve elektronik ekipmanlarda bazı tehlikeli maddelerin kullanımını kısıtlayan yönetmeliğin uygulanmasının ticarete engel teşkil ettiği yönünde şikayette bulunmuşlardır.

Su kalitesi konusunda çok sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Su kirliliğinin kontrolüne ilişkin mevzuat, izin usullerini düzenlemek amacıyla değiştirilmiştir. İlgili kurumlar arasında koordinasyonu artırmak ve AB müktesebatına daha fazla uyum için stratejiler ve politikalar geliştirmek amacıyla su kalitesi yönetimi konusunda üst düzey bir yönlendirme komitesi kurulmuştur. Su yönetimine ilişkin kurumsal çerçeve bölünmüştür ve nehir havzası düzeyinde

örgütlenmemiştir. Bir dizi havza koruma eylem planı taslağı hazırlanmış olup, bu planlar ilerde nehir havzası yönetim planlarına dönüştürülecektir. Su konularıyla ilgili sınır aşan istişareler hâlâ çok erken aşamadadır. Türkiye Yunanistan ile, Meriç nehir havzası yönetiminde artırılmış işbirliği öngören bir ortak deklarasyon imzalamıştır.

Doğa koruması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. TBMM’ye sevk edilen ve Türk Natura 2000 ağına faydalı katkılar sağlayabilecek birçok alanın mevcut koruma düzeyinin kaldırılmasına neden olacak Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı endişelere neden olmuştur. Ulusal biyo-çeşitlilik stratejisi ve eylem planı ile kuşlar ve habitatlara ilişkin uygulama mevzuatı henüz kabul edilmemiştir. Ülkenin doğusundaki yeni su ve enerji altyapısı inşasının, potansiyel olarak korunan flora ve fauna türleri üzerindeki olumsuz etkileri konusunda artan endişeler bulunmaktadır. Potansiyel Natura 2000 alanlarının listesi henüz derlenmemiştir. Sulak alanların korunmasına ilişkin yönetmelikte yapılan değişiklik, Sulak Alanların Uluslararası Önemi Sözleşmesi kapsamında korunan sulak alanların korunma durumunu zayıflatmıştır. Doğa korumasına ilişkin sorumluluk çeşitli yetkili kurumlar arasında açık bir şekilde paylaştırılmamıştır.

Endüstriyel kirlenmenin kontrolü ve risk yönetimi konusunda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Endüstriyel hava kirliliğinin kontrolü hakkındaki mevzuat, izin usullerini düzenlemek amacıyla değiştirilmiştir. Büyük yakma tesisleri ve büyük endüstriyel kazaların kontrolü hakkında yönetmelikler kabul edilmiştir. Entegre izin sistemine geçilmesi erken aşamadadır.

Kimyasallar konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Biyosidal ürünlere ilişkin mevzuat kabul edilmiştir. Etkili uygulama için kapasite yetersizdir.

İklim değişikliğine ilişkin olarak çok sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Ozon tabakasını incelten maddelerin ticareti konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Türkiye, yeni arabaların pazarlanmasıyla bağlantılı olarak, tüketicinin yakıt ekonomisi ve CO2 salınımları konusunda bilgilendirilmesi hakkındaki AB müktesebatını iç hukuka aktaran mevzuatı uygulamaya başlamıştır. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından UNDP/GEF desteğiyle bir ulusal iklim değişikliği stratejisi kabul edilmiştir. Ayrıca, Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde bir İklim Değişikliği Dairesi kurulmuş ve kamu kurumları arasında koordinasyonu artırmak amacıyla yüksek düzeyli bir İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu oluşturulmuştur. Bununla birlikte, AB’nin Sera Gazları Emisyon Ticareti Planına yönelik hazırlıklar henüz başlamamıştır.

Türkiye, sera gazı envanterini sunmuş, ancak beşinci ulusal bildirimini bugüne kadar sunmamıştır. 2012 sonrası anlaşmaya ilişkin uluslararası iklim müzakerelerinde, Türkiye son zamanlarda AB pozisyonlarıyla uyumlu hareket etmeme eğilimindedir. Türkiye, kendisini Kopenhag Mutabakatı ile de ilişkilendirmemiştir. Türkiye’nin, sera gazı salımı artışını alışılageldik senaryo temelinde, 2020 için öngörülen oran muvacehesinde % 11’le sınırlamayı amaçlaması, iddialı bir hedef olarak değerlendirilemez.

Gürültü konusundaki mevzuat uyumu ileri düzeydedir. Ancak, gürültü haritalarının ve eylem planlarının hazırlanması hâlâ erken aşamadadır. İdari kapasite konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Çevre denetimlerini güçlendirmek amacıyla, çevre izin ve lisansları hakkındaki yönetmelik kabul edilmiştir. Farklı düzeydeki idarimakamlar arasındaki çalışmaları koordine etmek için gerekli mekanizmalar oluşturulmuştur. Ulusal bir çevre ajansı kurulması yönünde ilerleme kaydedilmemiştir. Bütün düzeylerdeki ilgili kurumlar arasında koordinasyonun sağlanması da dahil, idari kapasitenin daha fazla güçlendirilmesi gerekmektedir. Çevreyi koruma gereklilikleri, politikaların şekillendirilmesinde ve altyapı projelerinin uygulanmasında hâlâ dikkate alınmamaktadır.

Sonuç

Genel olarak, daha fazla uyum yönünde ilerleme kaydedilmiştir. Çevre alanındaki hazırlıklar erken aşamadadır. Türkiye, yatay mevzuat, hava ve su kalitesi, endüstriyel kirlilik, kimyasallar ve idari kapasite konularında sınırlı ilerleme kaydetmesine karşılık, atık yönetimi konusunda iyi düzeyde ilerleme sağlamıştır. Türkiye, iklim değişikliği konusunda çok sınırlı ilerleme kaydetmiş ve doğa koruması konusunda ilerleme kaydetmemiştir. Türkiye, bu alanda, farklı düzeydeki idari makamlar arasındaki çalışmaları koordine etmek için gerekli mekanizmalar oluşturmak suretiyle idari kapasite konusunda ilerleme kaydetmiştir. Çevre alanındaki yatırımların artırılması gerekmektedir.


6 Haziran 2011 Pazartesi

Çevre yoksa oy da yok!

Türkiye’de gündemdeki en önemli konu nedir sorusunun cevabı kuşkusuz pek çokları için üç hafta sonra yapılacak seçim. Bir yandan seçim tahminleri, partilerin politikaları veadaylar konuşulurken, diğer yandan seçmenler baraja takılmadan kaygıları temsil edilebilir mi edilemez mi hesapları yapıyor. Yaklaşan seçim hararetle tartışıladursun, bu tartışmalarda en dikkat çekici noktalardan biri çevre konusunda sağır edici bir sessizlik olması. Oysa birkaç ay önce çevre meseleleri gündeme epey bir gümbürtüyle ve ‘acil’ statüsüyle girmişti. Fukuşima’daki nükleer kazanın üzerinden sadece iki ay geçti. Nükleer sızıntının çocuklar dahil bütün insanları, toprağı, okyanusu ve doğmamış nesilleri çok uzun süre ortadan kaldırılamayan bir kirliliğe maruz bıraktığı aşikar da, Akkuyu ve Sinop’a yapılması AKP hükümeti tarafından hevesle planlanan nükleer santrallerin riskiyle bizim nasıl yaşayacağımız belirsiz. Tüm Anadolu’da yapılan ve yapılmakta olan hidroelektrik santrallerin ekolojik dengeyi bozmaktan yerel geçim kaynaklarını yok etmeye, su rejimlerine müdahaleden insansızlaştırmaya varan ciddi boyutlarda sorunlara yol açtığını anlatmak için yollara düşen insanların ‘Büyük Anadolu Yürüyüşü’ hâlâ sürüyor. Daha birkaç gün önce Kütahya’da gümüş madeninde baraj çökmesi sonucu yeraltı sularına siyanür karıştı.
Siyasal bir tercih olarak çevre
Bütün bunlara rağmen çevre siyasetçilerin gündeminde değil. Ancak seçmen için bunu gözardı etmenin yaşamsal sonuçları var. Enerji, ulaşım, şehirleşme gibi konularda siyasetçil
er politika yaparken insan hayatından ve doğada yaratılan tahribattan hiç dem vurmuyorlar. Bunun son örneği Başbakan’ın açıkladığı ‘çılgın’ Kanal İstanbul projesi. Seçim öncesinde oy kaygısıyla açıklanan projenin, asıl tartışılması gereken yönü, gerçekleşmesi halinde yaratacağı ekolojik tahribat açısından nasıl bir çılgınlık olacağı. Bu tartışmaların yapılmaması, seçmenlerin çevreyle ilgili kaygılarının siyasi tercihlerini etkilememesi ve bu kaygıların siyaseten temsil
edilmemesi anlamına geliyor. Bunun değişmesi elzem. Çünkü ancak o zaman siyasetçiler daha ekolojik bir anlayışla politika yapmak durumunda kalacaktır. Bu ekolojik anlayış, en temelde insanlığın kaderinin doğanın kaderiyle birebir örtüştüğünün ve insanın parçası olduğu ekosistemin tahribatının, insan yaşamını da dolaysız ve geri dönülmez biçimde etkilediğinin fark edilmesini gerektiriyor.Tabii seçmenlerin çevreyle ilgili kaygıları olmadığı için siyasal tercih
lerini bu yönde yapmadıkları öne sürülebilir. Bu alanda yok denecek kadar az sayıda araştırma ve kamuoyu anketi yapıldığı için, Türkiye toplumunun çevreyle ilgili hangi kaygıları olduğu bilinmez, toplumun zaten çevreyi bir değer olarak görmediği yaygın bir kabuldür. Oysa çok y
eni açıklanan araştırma sonuçları kabullerimizi sorgulamamızı gerektiriyor. A&G’nin Greenpeace için Nisan ayında yaptığı araştırma Türkiye’nin nükleer santral istemediğini somut bir şekilde ortaya koydu (www.greenpeace.org). Nükleer enerji santralleri konusunda bugün bir referanduma gidilmesi durumunda halkın yüzde 64’ü nükleer santral kurulmasına “hayır” diyor. Enerji ihtiyacımızı karşılamak için riske girmeyip temiz kaynaklara yönelmemiz gerektiği görüşünde olanların oranı ise yüzde 84,2. Peki partilerin tabanları nükleere nasıl bakıyor? AKP’ye oy vereceklerin yüzde 41.5’i, CHP’ye oy vereceklerin yüzde 86.2’si, MHP’lilerin yüzde 77.6’sı, BDP’lilerin ise yüzde 73’ü nükleer santral istemiyor. Nitekim bu anketin yayınlandığı tarihten sonra siyasi partiler nükleer konusunu seçim gündemine sokmamak adına daha temkinli adımlar atmaya başladılar.
Ekolojik yıkım
Türkiye’nin yürüttüğü tepeden, modernleşmeci politikaların yerelde ne tür ekolojik yıkımlara neden olduğunu artık görmek zorundayız. Ülkedeki çevre sorunlarının bir haritasını çıkarsak herhalde çok az boş yer kalır. Özellikle enerji ve maden politikaları, doğa ile çatışmanın en şiddetli tezahür ettiği alan. Planlanan 1700 HES’in ve 47 termik santralin, Sinop’ta ve Akkuyu’da yapılacak nükleer santrallerin, onlarca bölgede yapılan kimyasal madenciliğin yaşamı ne derece sürdürülemez kılacağı; iklim, tarım, sağlık, göç gibi konularda ne sonuçlar doğuracağını biliyor muyuz? Ekonominin büyümesi için nelerden vazgeçmeye hazırız?

Ekolojik anayasa
İnsan ile insan arasındaki çatışmayı düzenlemeyi öngören anayasaların, günümüzün ağır ekolojik krizleri ışığında insan-doğa ilişkisini tanımlayan ve doğanın haklarını tanıyan bir şekilde yeniden yapılandırılması gündeme geliyor. Bazı hukuk otoriteleri doğanın hak talebinde bulunamayacağı düşüncesinden hareketle doğanın bir hak öznesi olamayacağını savunsa da birçok ülkede insan merkezli değil, ekoloji merkezli Anayasa yapma girişimleri sürdürülüyor. Türkiye’de de Ekolojik Anayasa Girişimi iklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğanın önlenemeyen tahribine karşı hangi anayasal önlemler alınabilir, doğayla uyumlu bir varoluş nasıl sağlanabilir, böyle bir varoluş için vatandaşların doğaya karşı yükümlülükleri ne olmalıdır, sadece bugün yaşamakta olanların değil, gelecek kuşakların da yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde var olma hakkı nasıl korunabilir sorularına yanıtlar üretmek için çalışmalarına devam ediyor (www.ekolojikanayasa.org).

Dolayısıyla ekolojik bir anlayış benimsemek, seçime kadar olan süreyi kapsayan sadece kısa vadeli bir siyasal gündem için değil, uzun vadede çevreyle barışık bir toplum yaratmak için gerekli. İşe 12 Haziran seçimlerinde suyumuza, havamıza, toprağımıza, gıdamıza yönelik tehditlere çözüm üretecek milletvekillerini Meclis’e göndermekle başlayabiliriz.

Barış Gençer Baykan, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi
Hande Paker, Bahçeşehir Üniversitesi siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

1 Kasım 2010 Pazartesi

AP Yeşiller Grubu'nun İstanbul toplantısından izlenimler

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, Genişletilmiş Büro Toplantısı’nı 1-2 Kasım 2010 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirdi. Bu çerçevede düzenlenen “Müzakerelerin beşinci yılı ve Türkiye – AB ilişkileri perspektifleri” başlıklı toplantı ise AB-Türkiye ilişkileri ve her iki tarafın yaşadığı sorunlara dairdi.

Toplantıda, Avrupa Parlementosu’ndan Yeşil milletvekilleri kürsüde, konuşma yapacak Türkiye entelijansiyasının temsilcileri kendilerine ayrılan mikrofonlu masalarda kürsünün önünde, izleyiciler ise arkadaydı. İçeride konuşulanları duymayan biri büyük bir dava görülüyor sanabilirdi. AB Yeşilleri hakim; Tükiye’den akademi, basın ve sivil toplum temsilcileri kah savcı kah avukat; suçlu ise değişen oranlarda Türkiye, Avrupa Birliği ve Avrupa Yeşilleri idi. AP Yeşiller Grubu Eş Başkanı Daniel Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu –TBMM Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Helene Flautre ve AP eski Yeşiller milletvekili Joost Lagendijk kolaylaştırıcılık görevi üstlendiler. Türkiye’den akademisyenler, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve politikacılar kendilerine ayrılan süre içerisinde Türkiye- AB ilişkileri ekseninde kendi cephelerinden sorunlara dikkat çektiler. O kadar çok konuya değinildi ki toplantıyı izlemek zamam zaman gerçekten zorlaştı. Kıbrıs, limanlar, HES, Kürt sorunu, KCK davası, insan hakları, Ermeni sorunu, müzakereler, çevre faslı, enerji, basın ve ifade özgürlüğü, ekonomik kalkınma, AB’deki Türk Diasporası, Avrupa’da yükeselen yabancı düşmanlığı, ekonomik kriz, asker-sivil ilişkileri, AKP, CHP….Herkes eteğindeki taşları döktü. AB- Türkiye arasındaki eski heyecanın olmadığı fikri sıkça vurgulandı. Sürecin yeniden canlandırılması konusunda bir kaç cılız öneri dışında bir gelişme yoktu.

Diğer konuları bir yana bırakıp çevre ile ilgili neler ele alındı ona bakalım. Öncelikle AB Yeşilleri Türkiye’de çevre politikaları ve çevre sorunları ile ilgili derin bilgiye sahip değiller. Yaşanan tahribatın ve tehditlerin çok az bir kısmının farkındalar (Hasankeyf/Ilısu, HES gibi). Elbette Avrupa’nın 16 ülkesiden 55 milletvekilinin (Toplam 736) kendi ülkelerinin, AB’nin çevre politikaların yanında Türkiye çevre gündemine de hakim olmaları beklenemez. Ayrıca bu, Türkiye’den konuyla ilgili partnerlerinin yeterince bilgilendirme yapmamasından kaynaklanabilir. Örneğin Avrupa Yeşilleri ile 90’lardan beri işbirliği içinde olan Türkiye Yeşilleri son beş yılda Türkiye’de yaşanan çevre tahribatını bir rapor şeklinde iletebildi mi? Greenpeace, TEMA, WWF veya Doğa Derneği kendi alanlarındaki çalışmalarını AP Yeşiller grubuna gönderiyor mu? Belki temaslarda değiniliyordur ama sistematik bir bilgi alışverişi olmadığı kesin.

Biraz da AB’nin yaşadığı ekonomik krizin de etkisiyle Avrupa Yeşilleri Türkiye’deki ekonomik göstergelere hayranlıkla bakıyorlar. Türkiye’deki kalkınma-çevre çatışmasına pek girmiyorlar. Bu algıyı yaratmada hükümetin başarısı yadsınamaz. Öte yandan AB Yeşilleri’nin resmi ilişkilerde TBMM’deki partileri muhattap almasından daha doğal bir şey yok fakat Türkiye Yeşiller Partisi’ni de eşit bir partner olarak kabul edip diğer siyasi aktörlere de muhattap olarak işaret etmeleri gerekiyor.

Toplantıda çevreye değinen konuşmacıların yorumları şu şekildeydi:

Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Cengiz Aktar: Hükümet partisinin ekonomik ideolojisini ele almak lazım. Ekonomi büyüyor ama hangi maliyetle? Son 8 yılda ultra liberal bir saldırı sözkonusu ve bu hiçbir doğal, kültürel korumayı gözetmiyor. Oysa Türkiye kirletmeden kalnınan bir model yaratabilir. Avrupa devletleri kirlettiklerini temizliyorlar. 2 önerim olacak. 1) Çevre faslının pürüzsüz işletilmesi. Avrupa Parlementosu milletvekili Emine Bozkurt’un hazırladığı “Kadın” raporunun bir benzeri “Türkiye’nin Organik ve Biyoçeşitlilik Varlıkları” üzerine yazılabilir ki bu rapor çevrecilere ve ekoloji aktivistlerine çok yardımcı olacaktır. Avrupa- Türkiye ilişkilerine baktığımızda statükoyu sürdürmek daha zor. Türkiye’nin makul bir giriş tarihine ihtiyacı var. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına denk gelen 2003 olabilir. Çevre faslına uyumun maliyeti konusunda etli analizi yok. Ortada dolaşan rakamlar 120-130 milyar dolar civarında. Üyelik perspektifi olmayan hiçbir ülke bunu karşılamak istemez. Sosyal Politika faslında da aynı şey sözkonusu. Sanayiciler de bu maliyetin altına girmezler.

Avusturya Yeşil milletvekili Urike Lunacek: Ilusu barajına Avusturya’da karşı çıktık.

BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras: Başbakan Hasankeyf’te başka hesaplar var diyor. Bunu açıklamalı. Ilısu’da, Allianoi’de meşru talepler kriminalize ediliyor.

Türkiye Yeşiller Partisi eşsözcüsü Ümit Şahin: German Marshall Fund’ın son verilerine gore Türkiye toplumunda AB’ye verilen destek %38’e, Türkiye’nin üye olacağına duyulan inanç ise %26’ya düşmüş durumda. Almanya ve Fransa’da Türkiye’nin üye olmasına verilen destek %16. Türkiye Yeşiller Partisi, Türkiye’nin AB üyelğini en çok destekleyen partilerden biri. Toplumda tabandaki heyecan ve desteği arttırmak için somut düzenlemeler gerekebilir. Vize düzenlemesi bir samimiyet göstergesi olabilir.
Yıllardır insan hakları, sosyal haklar ve çevre konusunda AB sürecini bir kaldıraç haline getirmeye çalıştık. Ama şimdi AB’ye uyum adı altında doğa tahribatına kalkışılıyor. HES sorunu enerji politikası konusunda değil doğa koruma çerçevesinde işlenmeli. Rize İkizdere Vadisi SİT alanı ilan edildi 3 gün sonra, hazırlık sürecini izlediğimiz “Tabiatı Koruma Kanunu” Meclis’e geldi ve AB’ye uyum ve Çevre faslı içinde ele alınıyor. Buna gore 1234 SİT alanı ortadan kaldırılacak, sıfırlanıp yeni statü verilecek. Bu alanlara yalnız HES’ler değil, çimento fabrikaları, termik santraller ve altın madenleri sokulacak. SİT alanı ilan etme yetkisinin Bağımsız kurul’dan alınıp Çevre Bakanlığı’na veriliyor. Bakanlık bünyesindeki Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’nda 14 çevre bürokratı ve 6 bağımsız isim olacak. Bunu AB’ye uyum olarak ortaya koyuyorlar. Hükümetin çevrecilere karşı hasmane bir tutumu var. Nükleer karşıtı eylemden yargılanıyoruz. Dün Taksim’deki patlamadan sonra Başbakan’ın demeci şöyle:”Amaçları Ilısu’yu engellemek, kalkınmayı engellemek”. Altan Öymen bir yazısında Yeşiller Partisi Meclis’te olmalı demişti. Seçimlere girmek için 41 ilde 150 örgüt kurmanız gerekir ve %10 baraj var. Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası değişmeli.

Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu, Genişletilmiş Büro Toplantısı’nın toplantılarını Koray Doğan Urbarlı ve Efe Göktoğan Yeşil Gazete için izlediler. Ayrıntılar için http://www.yesilgazete.org/

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Çevre Faslı

Avrupa Birliği ile sürüdülen müzakerelerde Aralık 2009’da açılan Çevre Faslı, kamuoyunda daha çok faslın maliyeti çerçevesinde tartışıldı. Bahçeşehir Üniversitesi Avrupa Birliği İlişkileri Bölüm Başkanı Dr. Cengiz Aktar, Yeşil Ufuklar'a verdiği mülakatta Çevre Faslı çerçevesinde Türkiye’nin kalkınma modelini, üyelik perspektifini, AB’deki ve Türkiye’deki aktörlerin müzakarelerdeki rolü ve çevre dönüşümündeki fırsatları ele alıyor.

www.yesilufuklar.info/kapak-konusu/ab-cevre-fasli
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...