28 Mart 2009 Cumartesi

Evimiz Yerküre

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?


Lise Eğitimimden sonra Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünü bitirdim. Ardından aynı bölümde yüksek lisans ve doktora yaptım. Halen de Uygulamalı Biyoloji Bölümü’nde Doçent olarak görev yapıyorum. Biyolog olmak zorlu bir hayatı gerektiriyor, çok seyahat ediyorum, uzmanlık alanlarım arılar, matematiksel biyoloji ve organik tarım konularında yoğunlaşıyor. Ayrıca uzun yıllardır sosyal davranış üzerine dersler de veriyorum. Çalışmalarımın büyük kısmını Avrupa ve Asya türleri üzerinde arılar konusunda yaptım. Akademisyenlik sorumluluk isteyen bir iş, çok fazla zaman alıyor ama öğrenciler ile birlikte olmak çok keyifli. Eşim de ekolog olduğu için hayat biraz kolaylaşıyor. Zamanımın çoğu yazmak ve dağlarda dolaşmak arasındaki koşuşturmada kaybolsa da bir şeyler üretmeye ve bunları paylaşmaya çalışıyorum.

Evimiz Yerküre'yi neden ve nasıl hayata geçirdiniz?
Evimiz Yerküre uzun süredir bilim sayfasında yazılar yazdığım Birgün’ün bir başka projesiydi. İsim babası Doğan Tılıç, kısa bir transfer görüşmesinin ardından bilim sayfasından çevre ve ekoloji sayfasına geçtim diyebilirim. Asistanlarımın ve dostlarımın yardımı ile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Sayfayı yaparken kriterleriniz nelerdir?


Temelde tek bir kriterimiz var bilimsel doğruluk. Evimiz Yerküre’de yayınlanan her yazı bilimsel gerçeklere ve saygın bilimsel dergilerde basılmış yayınlara dayanıyor. Bizim sayfamızda kanılara ve safsatalara yer yok. Onun dışında her görüşe ve yaklaşıma çevre dostu olduğu sürece açık olmaya gayret ediyoruz. Türkiye’nin kaybettiği çok şey var daha da fazla kaybetmeden evimiz olan yerküreyi korumaya çaba harcıyoruz.

Okuyucu tepkilerini (olumlu/olumsuz) değerlendirir misiniz?


Tüm yazdıklarımız ve yayınladıklarımız bilimsel gerçeklere dayanıyor o nedenle galiba hiç olumsuz eleştiri almadım. Okuyuculardan inanılmaz destek gören bir sayfa evimiz yerküre. Bizim sayfayı okuyabilmek için köyünden 30 dakika bisikletle gidip bir o kadar da geri dönen okuyucularımız var. Her zaman yazıyorlar, haber veriyorlar ve destekliyorlar. Bindiğiniz taksinin şöförü okuyunuz çıkınca çok keyif alıyorsunuz.

Gazete yönetiminden ve okurlardan beklentileriniz nelerdir?


BirGün bence inanılmaz bir proje, ben onu bir gazete gibi görmüyorum, büyük bir ailenin oturma odası gibi, Türkiye’de bir benzeri olduğunu da sanmıyorum. Gazete yönetimi çevre duyarlılığı konusunda örnektir. Okurlardan beklentisi insanın sıkıcı olmaya başladığımız anda bizi uyarmaları. Umarım onlarda uyandırdığımız saygı ve sevgiyi hep koruyabiliriz

Medyada çevrenin ele alınış biçimi hakkında neler düşünüyorsunuz?


Türkiye’de medya bağımlıdır. Geleneği budur. Bunun dışına çıkamaz. Ekonomi için de böyledir, habercilik için de çevre için de. Belirli ekoller vardır ve gazeteciler buralardan yetişir. Ben gazeteci değilim kendimi Yıldırım Doğan’ın deyimi ile yazar-okur olarak görüyorum ve umarım da öyle kalırım. Medyada alışılmışın dışında bir çevre haberi görüyorsanız bunun altında bir şeyler aramak artık normalleşti, çoğu yazı bilim adamlarının görüşü alınmadan ajanslardan kopyalanıyor, bir bilgi kirliliği içinde gidiyor asla düzelme şansı yok. Son yıllarda sağ kesimden yazarların da çevre duyarlılığının arttığını görüyoruz bu çok doğal iki temel nedeni var bincisi pastadan pay kapmak ikinisi son 20 yılda artan doğada kutsallık arama modasının bir uzantısı. Doğal olaylarda olağanüstülük arayıp bunu ısıtıp sunarak rant elde etmeye çalışıyorlar. Sivrisinekteki mucize, arının kanadındaki sır gibi haberler ile. Doğayı işlevsel sevme alışkanlığı yarattığı için saçma buluyorum. Yani sivrisineğin bile görevi var ve biz onu korumalıyız anlayışı benim sevgi kavramımın çok dışındadır. Bunlar insan merkezli egoist yaklaşımlardır. Bu insanlar bir çiçeği sadece çiçek olduğu için sevemezler.

Takip ettiğiniz çevreci yayınlar/bölümler/köşeler var mı?


Yurt içinde ve dışında hemen her ciddi yazıyı takip ediyorum. Akademisyenlik meselğim de olduğu için bu bir parça da zorunluluk.

Evimiz Yerküre ile ilgili planlarınız, hayat geçirmek istedikleriniz nelerdir?


En çok istediğim şey daha genç ve hevesli yazarlara yer vermek, onların yazdıklarında doğa sevgisi gerçekten var oluyor, bağımsız ve içlerinden geldiği gibi yazabiliyorlar. Ben de onları okumaktan çok keyif alıyorum, evimiz yerküre okuyucuları da aynı keyfi alırlar ise harika bir iş yapmış oluruz.

Eklemek istedikleriniz...


Teşekkür ediyorum.

26 Mart 2009 Perşembe

Beşiktaş adayları ve çevre

Beşiktaş belediye başkanı adaylarında Hamit Hatipoğlu (Saadet Partisi) kendilerine gönderdiğim Doğa Derneği'nin listesindeki sorulara şu cevabı gönderdi.

Mevcut doğal zenginliklerimizin korunması, doğayı tehdit eden yapılanmaların engellenmesi ve doğal tahribatların ortadan kaldırılarak orta ve uzun vadeli olarak doğal çevreye geri kazandırılması olarak ifade edeceğimizi ‘çevre koruma stratejisi’ doğrultusunda politikalar belirleyeceğiz. www.hamithatipoglu.com adresimizde bulunan programımızda göreceğinizi gibi, çevre merkezli birçok hedefimiz bulunmaktadır.www.yesilgundem.blogspot.com adresinde belirttiğiniz soru başlıklarını cevaplandıracağız. İnsanlığın ortak hassasiyetini korumak için gösterdiğiniz ilgi ve yürüttüğünüz çalışmaları sebebi ile teşekkür ederiz.

Saadet Partisi Beşiktaş Belediyesi Başkan Adayı
Hamit Hatipoğlu.

23 Mart 2009 Pazartesi

Alternatif Su Forumu’ndan izlenimler


Alternatif Su Forumu’na (ASF) gitmek için Cumartesi sabahı 9:30’da Taksim’e çiktim. ”Türkiye’de ve Dünyada Su Politikaları” başlıklı açılış toplantısı 10:00’da başlayacaktı. Önce Dünya Su Forumu’na (WWF) gideceklerini düşündüğüm kalabalık bir yabancı grup da ASF’nin yapılacağı Santralİstanbul’a gitmek için servis bekliyordu. Ögrenci, aktivist, katılımcı dolu servisler ardı ardına kalktı. Yer bulamayanlar taksilerle Forum’a yetişti. Vardığımda katılımcılar kayıtlarını yaptırmış toplantı salonunun dışındaki standlara göz atıyorlar ve birbirleriyle konuşuyorlardı. Görebildiğim standlar şunlardı: Yeşiller, SODEV, Küresel BAK, Heinrich Boll, Sosyalist İşçi, International Rivers, ATTAC Su Koordinasyonu, Avrupa Kamusal Su Ağı, Express Dergisi ve Kitabevi. 10:30’da toplantı başladı. Yabancı katılımcıların çokluğu dikkat çekiciydi. Programda 7’si yabancı 11 konuk açıklanmıştı. Moderatörler her konuşmacının 7 dakikası olduğunu söyleyerek ilk sözü Avrupa Parlamentosu üyesi Roberto Musacchio’ya verdi. Musacchio, su hakkından ve suyun kamusal olmasından söze girerek, su mücadelesinin iklim değişikliğine ve özellikle Kopenhag sürecine bağlanması gerektiğini söyledi . Küresel su hareketinde sivil toplum örgütlerinin, işçi sendikalarının ve yerel yönetimlerin beraber çalıştığını söyleyerken su yönetimi için daha demokratik ve katılımcı bir modelin gerekliliğini vurguladı. Ardından sözü alan ÖDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras katılımcıların Newroz’unu kutladı ve « Kimliğimizi, tarihimizi su ile dolduruyorlar. Uluslararası sermaye ile toplumun çıkarlar çatışırsa ne olur ? Bizim cevabımız Alternatif Su Forumu oldu” dedi ve Newroz kutlamasına gitmek üzere forumdan ayrıldı. COMDA Mexican Committee for the Defense of Water Rights’tan Claudia Campero, 2006 yılında Mexico’da düzenlenen 4.WWF’ye karşı büyük bir koalisyon kurduklarını, sadece karşı çıkmakla kalmayıp suyun yönetimine dair önerilerini de sunduklarını belirtti. Campero, Meksika ile Turkiye’nin yıkıcı su politikalari ve özelleştirme konusunda benzeştiğine dikkat çekerek « Eğer Dünya Su Forumu Türkiye’ye geldiyse bu boşuna değildir, sizi politikalarınız nedeniyle ödüllendireceklerdir » dedi.

Movimenti dell’Acqua

World Water Contract’tan Emilio Molinari, suyun ekonomik bir meta haline geldiğini, çokuluslu şirketlerin su politikalarına ve WWF’ye karşı çıkmanın yolunun ASF olduğunu söyledi. « ASF’yi örgütlemeyip sorunları sadece WWF’de dile getirmiş olsaydık WWF’yi meşru kılmış olacaktık » diyen Molinari, su hareketinin alternatif forumları, yerel forumları ve yerel yönetimleri içine alabilmesinin önemine değindi. ASF’nin Kürt hareketinin su ile ilgili sorunlarını uluslararası bir topluluk önünde dile getirmesi için önemli bir fırsat olduğunu ve su hareketinin çokuluslu şirketlere karşı küresel ağlar (network) örgütlediğini belirten Molinari, Toprak hareketinin (MST, Via Campesina) Su hareketi ile birleşmesi gerektigini belirtti. (Bu kısımda çeviri ile iligili bir sorun vardı, olmayan İtalyancam ile bu şekilde not aldım belki biraz yorum katmış olabilirim bu cümleye). Molinari’nin değindigi son önemli nokta ise politikanın ilk basamaği olan yerel yönetimler ile birlikte bir network kurmanın gerekliliğiydi. Molinari Public-Public Partnership/Kamu-Kamu Ortaklığını savundu. (Bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Express dergisinin Su’ya ayırdığı Mart özel sayısında- - DSİ’de üst düzey görevlerde bulunmuş bir bürokrat ile yapılan söyleşide şunlar dile getirilmiş : Asıl tehlike üç P ! Birinci « p » public, yani kamu veya devlet. İkinci « p » private, yani özel. Üçüncü « p » de partner yani ortaklık. Yani kamu-ozel ortaklığı. Su konusunu bu modelle özel sektöre açma eğilimi var. Çok iyi biliyoruz ki, kamu özel ortaklıklarında zararı kamu öder ; kâr özel sektöre kalır. Molinari, toplumsal hareketler ile yerel yönetimleri iki kamu olarak değerlendirerek ortaklıkta buluşmalarını salık veriyor. Devletler ile ilişkiler ne olacak sorusunun cevabına da İspanya FNCA’dan (Foundation For a New Water Culture) Pedro Amojo’nun konuşmasında rastlamak mümkündü. Küresel bir su krizi ile karşı karşıya olduğumuzu hatırlayan Amojo, dünya çapında bir ittifak ihtiyacından bahsediyor ve bu ittifakın sadece hareketlerle kısıtlı kalmamasını, yerel yönetimleri ve hükümetleri de – özellikle Latin Amerika hükümetlerini- kapsaması gerektiğini savundu. Yeşiller Partisi eş sözcüsü Ümit Şahin 19 Mart tarihinde Radikal’de yayınlanan makalesinde bazı Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinin suyun bir insan hakkı olduğu ve kamusal olarak yönetilmesi gerekçesiyle Dünya Su Forumu’nun yayınlamak istediği Su Mutabakatı’ni reddetmeye hazırlandıklarını duyuruyordu. Amojo, sorunun su azlığı değil, suyun kalitesi ve ulaşılabilirliği olduğunu ileri sürdü ve « Neoliberal politikalar, özelleştirmeyi ve deregülasyonu dayatıyor ama piyasa su yönetimi için uygun bir araç değil. 21. yüzyılda modern alternatiflerimiz var. Temiz teknolojiler ve sürdürülebilirlik temelinde yeni kamusal katılım bunlardan iki tanesi »dedi.

İklim değişikliği ve su

Campaign Against Climate Change – İngiltere’den Jonathan Neale, bilimsel tahminlere göre 10-20 yıl içinde iklim değişikliğinin tepe noktasına ulasacağına söylerek sözlerine başladı. İklim değişikliğinin başlıca sonuçlarının açlık, mülteciler ve savaşlar olacağını iddia etti. Darfur ile bu sonuçlar arasında özdeşlik kuran Neale « Darfur 40 yıldır iklim değişikliğini yaşıyor, eger hızlı davranılmazsa Türkiye ve dünyanın birçok yeri Darfur gibi olacaktır » dedi. Neale’in çözüm önerilerini de sıraladı : Yenilenebilir enerjiler, binaların yalıtımı, toplu taşıma. « 2009 sonunda Kopenhag’da büyük bir gösteri düzenleyeceğiz, doğrudan eylem yapacağız. Ayrıca tüm başkentlerde de gösteriler düzenleyip Kopenhag’daki aktivistlerin yalnız olmadığını, tüm dünya icin konuştuklarını göstereceğiz » diyen Neale bunu bugünden örgütlemek için herkesten kartivizitini istedi ve kendisininkini de vereceğini söyleyerek konuşmasını tamamladı. Küresel BAK sözcülerinden ve Mor ve Ötesi grubundan Kerem Kabadayı, NATO ve WWF gibi demokratik ve şeffaf olmayan kuruluşların toplantıları düzenlendiğinde alınan aşırı güvenlik önlemlerine artık alıştıklarını katılımcılara iletti. Türkiye’de yıllardır kalkınma paradigması etrafında Türkiye’nin su zengini olduğu ve bölgede su kaynaklarına sahip olduğu için söz hakkının bulunduğu gibi bir mikro-emperyalist ülke portre çizildiğinden bahsetti. Kenya’dan Turkana Gölü Dostları’ını temsilen ASF’ye katılan Ikal Angelei, katılımcıları Afrika gerçeği ile bir kez daha yüzleştirdi. Angelei, insanların su bulabilmek için hergün 20 km yürüdükleri, çocukların okula gitme nedenlerinin bedava yemek olduğu bir yaşamı anlattı. Barajların ve iklim değişikliğinin tehdit ettiği Omo nehri yok olursa herkesin savaşmaya başlayacağını ve kazanın şanslı olacağını belirten Angelei, yağmacıların öksüz bıraktığı 3 aylık bebeğin durumunu ağlayarak anlattı.


Suyumuza ve tarihimize sahip çıkalım

Hasankeyf’i Yaşatma İnsiyatifi adına Diren Özkan, konuşmasına katılımcıların Newroz’unu kutlayarak başladı. “Farklılıklarımız ile biraradayız. Ortak mücadele kararlığını göstermek için buradayız. Birliktelikleri arttırmak ve birbirimizi anlamak için buradayız” diyen Özkan, Hasankeyflilerin hissettiklerini ve mücadelelerini paylaşmak için bir mektup okudu. Mektuptan aklımda kalanlar şunlar oldu:” Tarihimizi boğdurmayacağız. Ilısu Barajı, insan eliyle hazırlanmış bir Nuh tufanıdır”.Munzur’u Koruma Kurulu’ndan Yılmaz Yurdakul, baraj ve özelleştirme karşıtı hareket olarak WWF’in meşru olmadığını ve kendilerini bağlamayacağını söylemek için ASF’de olduklarını belirtti. Oldukça politik ve ajitatif konuşmasında vurguladığı konular şunlar oldu: “ Suya, ekmeğe ve tarihe sahip çıkacağız, su bir meta değildir ve şirketlere devredilemez”. Allianoi İnsiyatifi sözcüsü 1998’da başlatılan kazıların son 2 yıldır yapılamadığını iletirken Munzur ve Hasankeyf’e atfen “Birbirimizden kopmayalım, birbirimizle buluşalım” dedi ve bu ve benzeri toplantıları Allianoi’de 250 yıllık meşe ağacının altında yapmaya çağırdı. International Rivers örgütünden Peter Bosshard, WWF’de Riskli Barajlara Hayır (No Risky Dams) yazılı bir pankart açtıkları için gözaltına alınan ve sınırdışı edilen Kathrin Schneider ve Payal Parekh ile dayanışma gösteren Türkiyeli aktivistlere, avukatlara ve sivil toplum örgütü temsilcilerine teşekkür etti. Catherine’in Berlin’e ve Payel’in de Fransisco’ya döner dönmez WWF’ye karşı mücadelelerine devam edeceklerini belirtti. Açılış toplantısının belki de en önemli konuğu Birleşmiş Milletler (BM) Asamblesi Su Danışmanı Maude Barlow, WWF’de yaptığı basın toplantısının ardından gazeteciler tarafından abluka altına alındığı için ASF’ye gelmekte gecikti. ASF organizatorlerinden ve açılış toplantısının moderatörü Gökşen Şahin, Barlow’un belki de WWF’nin bir daha yapılamayacağını müjdeleyeceğini belirtti. Kendisini bekleyemeden Dünya Su Forumu’na gitmek için Santral İstanbul’dan ayrıldım. Aklımda kalan yerli konukların mücadele azmi, şevki ve kararlı konuşmalarıyla yabancı konukların su mücadelesinin nasıl yürütülmesi ve kimlerle biraraya gelinmesi gerektiğine dair düşünceleriydi. Hintli bir aktivistin şişelenmiş su satan makinenin üzerine iliştirdiği not ise halimizi özetler gibiydi. “Suyun özelleştirilmesinden bahsediyoruz ama şişelenmiş su satın almak zorunda kalıyoruz çünkü Alternatif Su Forumu’nda içme suyu yok.”
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...