21 Mart 2012 Çarşamba

Türkiye'de "Olmayan" Çevre Bilinci



Türkiye'de "Olmayan" Çeve Bilinci
Doç. Dr. Birol Ertan
Çizgi:Vahit Akça

Yalnızca insan sağlığını değil, bütün canlıların yaşam olanaklarını ve aynı zamanda yaşam ortamları olan dünyayı tehdit eden küresel bir çevre kriziyle baş başayız. Küresel çevre krizinin önlenmesi konunda 1970’li yıllardan bu yana ulusal ve uluslar arası duyarlılıkta bir gelişme yaşanıyor. Peki, Türkiye’de yaşam kaynaklarımızı barındıran çevre konusunda bilinçlenme ne düzeyde?

Çeşitli hukuksal belgelerde ortaya çıkan çevreye ilişkin düzenlemeler, zaman içinde gelişmiş, gelişmiş Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede çevreyle ilgili iç hukuktaki hukuksal düzenlemelerin çerçeve nitelikli hukuksal bir Çevre Yasası’nda birleştirilmesi çabalarına dönüşmüştür. Bununla birlikte, birçok ülke Anayasasına da çevrenin korunması ve geliştirilmesine yönelik, hatta sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını içeren, bu konuda devlet kurumlarına ve bireylere ödev ve sorumluluklar yükleyen çeşitli düzenlemeler eklenmiştir. Bunların bir örneği, Türkiye Anayasası'nın 56. m

yana birçok kez değişikliğine uğrayan Çevre Yasası, ilk zamanlar ekonomik kalkınmanın vazgeçilmezliği ilkesini kabul etmişken, son değişiklikler ile sürdürülebilir çevre düşüncesi ve “sürdürülebilir kalkınma” anlayışı, kanunun önemli ilkelerinden birisi olmuştur.
Türkiye’de çevre bilinçlenmesinin gelişimi, özellikle çevre değerlerinin korunması amacıyla çıkarılan hukuksal düzenlemelerle sınırlı kalmış görünüyor. Çevreyi hukuksuz korumak elbette mümkün değil, ancak sadece hukuksal düzenlemeler ile çevrenin korunduğu bir ülke örneği de yok.addesindeki görülmektedir. Anayasanın 56. maddesine göre, “çevre hakkı”na ilişkin düzenlemeye göre: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek, devletin ve vatandaşların ödevidir...” Bu hüküm, elbette, çevreyi korumak açısından devlete ve vatandaşlara bir hukuksal ödev ya da sorumluluk yüklemektedir. Çevre konusundaki düzenlemelerin çerçeve bir yasada birleştirilmesi konusunda da Türkiye’de 1983 yılında bir adım atılmıştır. 1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Yasası, 2006 tarihli ve 5491 sayılı Yasa ile önemli değişikliğe uğramıştır. Yeni Yasa’nın amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri
doğrultusunda korunmasını sağlamaktır (26 Nisan 2006 tarihli 5491 sayılı Çevre Kanunu, madde 1). 1983 yılında ilk çıkarıldığından bu
Türkiye’de çevre bilinçlenmesi, yalnızca hukuksal düzenlemelerle sınırlı kalmıştır. Bu bilinçlenmenin yansımaları sonucu, çevre korumaya dönük Çevre Yasası çıkarılmış, mili parklar, kültürel varlıklar ve İmar kanunlarında çevreyi koruyan diğer düzenlemeler getirilmiş, çevresel değerleri korumaya dönük birçok uluslararası sözleşme kabul edilmiş ve onaylanmış, çevre koruma amacıyla Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği gibi çok sayıda tüzük ve yönetmelik çıkarılmıştır. Ne var ki, çevre bilinçlenmesinin uygulamaya yansıyan ciddi örneklerini görmek pek mümkün olmamıştır. Çevreyi ağaç dikmek ve çim ekmek olarak gören anlayış, çevre ve ekonomi başta olmak üzere her sektörde çevre korumaya dönük bir plan ve program üretememiştir.
Çevre bilinçlenmesi konusunda 1980’lerden başlayarak yargı aşamasında ciddi bir duyarlılık yaşandığını ise görmek gerekir. 1980’lerden başlayarak çevreyi koruyan yargı kararlarının verilmeye başlaması, birçok konuda çevresel değerlerin korunmasına yardımcı olmuştur. Bu kararlar arasında Güven Park
kararı, Aliağa termik santralı ve Bergama Ovacık altın madeni kararları örnek olarak gösterilebilir. Yargı kararlarına rağmen Hükümetlerin çevre konusundaki duyarlılıkları ise devlet kurumlarında çevre bilinçlenmesi yaşanmadığını ortaya koyan örneklerle doludur. Gelişmiş ülkelerde Yönetimin Yeşillendirilmesi başlığı altında kamu yönetiminin çevreye duyarlılığının geliştiğine şahit olurken, ülkemizde çevre ve ekonomi dengesi kurmaya dönük bir yönetim anlayışı sergilenememiş, ekonomik kalkınma ve ekonomik çıkarlar karşısında çevre bilinci hep ikinci sınıf bir konuma indirgenmiştir.
Türkiye’de çevre koruma bilincinin gelişmesi, dünyadaki gelişme ile paralel bir gelişme göstermediği gibi, ülkenin her yerinde başta doğa kıyımları olmak üzere çevre tahribatı hızla artmaya devam ediyor. Dünyada özelikle 1970’li yıllarda çevre koruma bilincinde yavaş da olsa gelişmeler gözlenmeye başlamakla birlikte, 1980’li yıllarla birlikte bu konuda ciddi bir atılım yaşandığı, 1990’lı yıllardan sonra ise çevre bilinçlenmesinin altın çağını yaşandığı görülür. Ne var ki, dünyada yaşanan bu altın çağ, Türkiye’de çevre koruma bilincinin bugün geldiği aşama göz önüne alındığında tatmin edici olmaktan çok uzaktır. Bunun nedeni, mevzuat konusunda ve söylem düzeyinde atılımların ötesine geçilememesi, uygulamada çevre bilincinin geliştirilememesidir. Böyle olunca da ülkemizde doğa kıyımı her geçen gün hızlanarak artmaya devam ediyor.



Gerek çevre bilincinin gelişmesi, gerekse de çevre korumaya dönük politikaların uygulanması sürecinde düşüncelerimize ve eylemlerimize yön veren, çevreye yönelik yaklaşımımızdır. Çevreye yönelik yaklaşımımız, çevre etiği yaklaşımlarıyla doğrudan ilişkilidir. Yalnızca düşüncelerimizi değil, aynı zamanda eylemlerimiz de etik yaklaşımlarımızın rehberliğinde ve yönlendirmesinde biçimlenmektedir. Ülkemizde çevre korumaya ilişkin bilinç, insan-merkezci (anthropocentric) olma aşamasını geçememiştir. Çevreyi ekonomik kalkınmanın bir kaynağı olarak gören ve çevre sorunları ortaya çıkmadan önleme konusunda adım atmayan insan-merkezci bakış, bugün birçok konuda geri dönülmez çevre tahribatlarının yaşanmasına neden olmuştur. Kirlenen denizler, çöplüğe dönüşen nehirler, halk sağlığını tehdit eden ciddi hava ve su kirlenmeleri, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı, erozyon nedeniyle her yıl Kıbrıs büyüklüğündeki tarımsal toprak alanının kaybı gibi örnekler, çevre bilincimizde insan-merkezci yaklaşımlarımızın sonucu olmuştur.
Çağdaş çevre duyarlılığı ve bilincinin temelinde, insan ve çevre arasında bozulan ilişkileri düzenleme kaygısı bulunmaktadır. Türkiye’deki liberal ekonomi anlayışına dayalı olarak çevreyi bedava ve tüketilmesi gereken bir kaynak olarak gören kar maksimizasyonuna dayalı her şeye rağmen kalkınmacı anlayışı, yaşam ortamlarımızın tehdit altında olmasının başlıca nedenidir.

21. yüzyılda sınır tanımaksızın bütün dünyanın karşı karşıya kalacağı küresel çevre krizinin yıkıcı etkilerini önlemek için başta devletin çevreyi yönelik her şeye rağmen kalkınmacı yaklaşımını değiştirmek, bireylerin ve kurumların eylem, davranış ve her türlü etkinliklerini çevreye duyarlı olacak biçimde yönlendirmek gerekiyor. Bunu yapacak yetkili makamların ise çevreye karşı vatandaştan daha az duyarlı olduklarını görmek, gelecek için kaygılı olmamıza neden olmaktadır.
Çevreyi ya da doğal kaynakları ekonomik kalkınmanın sadece kaynağı olarak gören ve 1970 öncesinin kalkınmacı anlayışını yansıtan çevre politikalarının terk edilerek su, toprak ve hava gibi doğal kaynakların, ekonomin kaynağı ve daha çok da sınırı olduğu bilincine varmamız ve bu bilinci bütün sektörlerdeki politikalarımıza yansıtmalıyız. Çevre korumayı bütüncül olarak düşünmek, çevre kirliliğinin sınır tanımadığı ve küresel çevre sorunlarının bütün dünyayı, canlı yaşamını ve bütün ülkeler ile insanları aynı zamanda tehdit ettiğinin bilinci olmamızın zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de çevre koruma bilincinin dayanması gereken temel düşünce şu olmalıdır : a) Türkiye’de çevreyi kirleten ve ekolojik dengeyi bozan etkinliklerin büyük kısmının denetimsiz endüstriyel faaliyetler ve özellikle enerji üretimi ve tüketimi sürecinden yaşandığını bilmek ; b) Yerel ve küresel çevre sorunlarına çözüm bulabilmek için endüstriyel faaliyetlerde ve özellikle enerji üretimi ve tüketimi süreçlerinde klasik her şeye rağmen kalkınmacı anlayışı terk edip çevre bilincini öne çıkaran yeni politikalar ve planlama süreçlerinin zaman geçirmeksizin benimsenmesi ve yaşama geçirilmesi.

13 Mart 2012 Salı

Almanya'da Yeşil Çember

YEŞİL ÇEMBER - ÇEVRE, DOĞA & SAĞLIKLI BİR GELECEK İÇİN EL ELE
Aralık 2006’da Berlin’de, Federal Almanya’da en geniş örgütlenmeye sahip çevre kuruluşu BUND (Almanya Çevre ve Doğa Koruma Birliği/ Friends of the Earth) çatısı altında çevreyi ve doğayı korumak ve bu bilinci Almanya‘da Türkçe konuşan insanlara aktarmak için kuruldu. 2011’de Köln, Stuttgart ve Münih şehirlerinde Yeşil Çember çevre grupları kuruldu. 2012 senesinde Almanya’nın en az dört şehrinde daha Yeşil Çember grupları kurulacaktır.
Daha yeşil ve güzel bir Dünya için mücadele eden Yeşil Çember, “Çevre, doğa ve sağlıklı bir gelecek için elele“ sloganıyla herkesi Dünya’ya zarar vermeden, çevre dostu ve sürdürülebilir bir yaşama davet edip, bu alanda Alman ve Türk Toplumu arasında bir köprü oluşturuyor.

Almanya çapında yaptığı çalışmalar şunlardır:
Türkçe bilgilendirme broşürleri, Çevre Günleri, Yeşil Akşamlar, Yeşil Çember dergisi, geziler, bilgilendirme toplantıları, Türk dernekleri ve işyerleri için danışmanlık, Çevre Elçileri eğitimleri ve değişik konularda aktiviteler Örneğin: “Nükleersiz Yarınlar İçin”.
Yeşil Çember, Berlin Uyum Bakanlığı tarafından verilen Berlin Lalesi (2008) ödül sahibidir.
Daha geniş bilgi için www.yesilcember.de adresini ve Yeşil Çember facebook sayfasını ziyaret edebilirler.

9 Mart 2012 Cuma

Termik santrale karşı çıkanlar yargılanıyor


Yalova Çevre Platformu gönüllüleri, kömür yakıtlı termik santrali yapan şirket tarafından YAÇEP üyelerine açılan davalara iki yıldır katılıyor. Gönüllüler, 6 Mart 2012'de görülen son celsedeki gelişmeleri aktarıyorlar.
Yalova’da kömür yakıtlı termik santrale karşı çıkanlar, İstanbul’da görülen iki ayrı davada aynı gün yargılandı. Toplam 13 celsedir termik santral kuran Aksa Akrilik’in açtığı bu mahkemelere katılan Yalova Çevre Platformu gönüllülerinin davalarından ilki termik santrale protesto amaçlı hazırlanan ve ünlü isimlerin destek verdiği videoyla ilgiliydi. Mahkeme, bilirkişi raporu davalılardan Tema Eski İl Temsilcisi-YAÇEP’in ilk sözcüsü Feride Uyar’a tebliğ edilememesi nedeniyle ertelendi. AKSA’nın o dönem YAÇEP gönüllüleri arasından Bayrı çiftine açtığı 20 bin TL’lik tazminat davasında ise deliller toplandı ve karar aşamasına gelindi. Davalar 10 Mayıs ve 5 Haziran tarihlerine ertelendi.
Çevrecilerin AKSA tarafından yargılandığı gün, ironik bir şekilde Yalova’da İl Genel Meclisi’nde, AKSA’nın termik santralinin Yalova Çevre Düzeni Planı’na işlenmesi talepleri görüşüldü. Yerel meclisler geçtiğimiz yıl, Türkiye’de bir ilk olarak, çevre düzeni planında kömür yakıtlı termik santrallerin kurulmasını engelleyen bir plan notu eklenmesi kararı almıştı. Buna itiraz ederek, şirket menfaatlerini öne sürerek bu plan notunun iptal edilmesini talep eden AKSA Akrilik Kimya AŞ, depremselliği yüksek olan bölgede tüm olumsuz faktörlere ve bunları dile getiren Yalovalılara rağmen, açtığı davalarla imajını sıfırlama pahasına, test aşamasında olan kömürlü santralini istiyor. YAÇEP gönüllüleri ise, siyasetçilerin termik santrale onay vermesi için yargılanmadıklarını söyleyerek, yerel meclislerin termik santrale onay vermesi halinde bunun vebalini taşıyacaklarını dile getirdi.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler doğa tahribatına farklı bakıyor


Avrupa Değerler Çalışması’na katılan 47 ülkeden insanlar, dünya nüfusunda üst sınıra yaklaşıldığı, insanlığın doğaya müdahalesinin yıkıcı olduğu ve yakında büyük bir çevre felaketi ile karşılaşılacağı önermelerinde birleşmektedirler. İnsanlığın amacı doğaya hükmetmektir ve doğa, modern sanayi ülkelerinin olumsuz etkileriyle baş edebilecek güçtedir önermelerine katılımda ülkelerin gelişmişlik seviyesine göre farklılıklar gözlemleniyor. İskandinavya’da her 5 kişiden biri, Kıta Avrupası’nda her 4 kişiden biri Türkiye’de ise her dört kişiden yaklaşık üçü insanlığın amacının doğaya hükmetmek olduğuna inanıyor. Doğanın dengesi modern sanayi ülkelerinin olumsuz etkileriyle baş edebilecek güçtedir diyenlerin Avrupa ortalaması yüzde 35 iken, bu oran Türkiye’de yüzde 59.

Bahçeşehir Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nden Barış Gençer Baykan ve Burcu Ertunç'un "Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler doğa tahribatına farklı bakıyor" başlıklı araştırma notuna ulaşmak için tıklayınız.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Sosyal Sorumluluk Toplulukları Bahçeşehir Üniversitesi'nde

İlki 2-3-4 Aralık 2011’de Pamukkale Üniversitesi’n de yapılan Sosyal Sorumluluk Toplulukları Zirvesi’nin (STZ) ikincisi 2-3-4 Mart 2012 tarihlerinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü’nün ev sahipliğinde düzenlenecek organizasyonda farklı illerden, 16 ayrı üniversiteden 19 öğrenci kulübü katılacak. Aralarında Çevre Kulüpleri, Arama Kurtarma, Sosyal Sorumluluk gibi pek çok çeşitli öğrenci kulübü bulunuyor. Pamukkale Üniversitesi Yeni Ufuklar Kulübü’nün ev sahipliğinde düzenlenen zirvenin ilkinde Ulusal Sosyal Sorumluluk Kulüpleri Birliği’nin(USKB) kurulması kararı alınmıştı. Zirvenin ikincisinde ise bu kulüplerin ortak çalışmasıyla ulusal sosyal sorumluluk projesi belirlenecek ve en kısa zamanda hayata geçirilecek.

ETKİNLİĞE KATILACAK OLAN KULÜPLERİN TAM LİSTESİ :

Akdeniz Üniversitesi Bilinçli Gençler Topluluğu

Anadolu Üniversitesi Doğa ve Çevre Kulübü

Dumlupınar Üniversitesi Arama ve Kurtarma Kulübü

İstanbul Teknik Üniversitesi Gönülülük Kulübü

Koç Üniversitesi Ku Gönüllüleri

Marmara Üniversitesi Güneşin Çocuklarına Yardım Kulübü

Pamukkale Üniversitesi Yeni Ufuklar Kulübü

Sakarya Üniversitesi Toplum Gönülleri Kulübü

Yalova Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

Işık Üniversitesi Çevre Kulübü

Işık Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

ONSekiz Mart Üniversitesi Özel Eğitim Topluluğu

Sakarya Üniversitesi Çevre Kulübü

Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

Osmangazi Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Kulübü

Anadolu Üniversitesi Gönüllü Toplumsal Hizmetler Kulübü

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü

Bahçeşehir Üniversitesi SOLUK KAFE


21 Şubat 2012 Salı

Güvenlik, adalet ve doğal kaynakların korunması


Bertrand Russell, 1948 yılında BBC'nin Reith Konferansları'nda yaptığı “Otorite ve Birey” başlıklı konuşmasının bir bölümümde hükümetin üç temel amacı olması gerektiğini söyler: Güvenlik, adalet, doğal kaynakların korunması:

The primary aims of government, I suggest, should be three:security, justice and conservation.[...] Conservation, like security and justice, demands action by the State. I mean by “conservation” not only the preservation of ancien monuments and beauty-spots, the upkeep of roads and public utilites, and so on. These things are done at present, except in time of war. What I have chiefly in mind is the preservation of the world’s natural resources. This is a matter of enormous importance, to which little atention has been paid. During the past hundred and fifty years mankind has used up the raw materials of industry and the soil upon which agriculture depends, and this wasteful expenditure of natural capital has proceeded with ever-increasing velocity. In relation to industry, the most striking example is oil. The amount of accesible oil in the world is unknown, but certainly not unlimited; already the need for it has reached the point at which there is a risk of its contributing to bringing about a third world war. When oil is no longer available in large quantities, a great deal will have to be changed in our way of life. If we try to substitute atomic energy, that will only result in exhaustion of the available supplies of uranium and thorium. Industry as it exists at present depends essentially upon the expenditure of natural capital, and cannot long continue in its present prodigal fashion. (S: 59-64)

Authority and Individual

Bertrand Russell

Routledge

1949

9 Şubat 2012 Perşembe

Fransız Yeşil Siyasetinde Büyümenin Sınırlarından Küçülmeye

ÖZET

--- Son yıllarda politikacılar, ekonomistler ve farklı siyasi ve toplumsal perspektifteki aktivistler büyüme ve büyüme ekonomisi fikrine meydan okumaktadır. Ancak bu meydan okuma modernitenin kapsamlı kuramsal eleştirisinin bir parçasıdır ve “küçülme” kavramının kendisi sistemli bir şekilde tartışılmamış, 2006 yılının Nisan ayında bir grup aktivistin Fransa’da Küçülme için Parti’yi kurmasına dek parti siyaseti arenasına girmemiştir.---

Baykan, Barış Gençer(2007) 'From limits to growth to degrowth within French green politics', Environmental Politics, 16:3, 513 – 517.

Her ne kadar küçülmeye atıfta bulunan kaynak sayısı artmaktaysa da, kelimenin keskin sınırları olan bir tanımı bulunmamaktadır. Paris XI Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve küçülme hareketinin önde gelen isimlerinden olan Serge Latouche’a göre ‘Küçülme, radikal büyüme kuramı karşıtları tarafından kalkınma sonrası siyaseti için alternatif projeler önermemizi engelleyen ekonomik yerindelikten hepimizi kurtarmak için yaratılan bir terimdir. Esasında küçülme somut bir proje değil bir anahtar kelimedir’(Latouche, 2004: 18). Çıkış noktası oldukça net: dünyamızın sınırlı kaynakları sürekli büyümeyi imkansız kılar. Büyüme toplumları, mevcut ekonomik sistemin sürdürülebilir olmayışını ve bu sistemin sebep olageldiği çevresel ve toplumsal çöküşü görmezden gelerek bir duvara doğru koşuyorlar. Hükümetler büyüyen krizin temel nedenlerine müdahale etmekte başarısız oluyorlar çünkü bu nedenlerin çoğu doğrudan mevcut ekonomi politikalarıyla ilintili. Diğer taraftan, büyümenin vatandaşların refahı ve zenginliğin eşitlikçi şekilde paylaşımı için tek yol olduğu tartışılıyor. Tanınmış bir küçülme aktivisti ve akademisyeni olan Paul Aries (2005:3) küçülmenin ortaya çıkışını dört temel krizin bir arada varolmasına bağlıyor:

. Çevresel (iklim değişikliği);

. Toplumsal (artan eşitsizlik);

. Siyasi (siyasetten soğuma);

. İnsani (yönünü kaybetme).

Küçülme hareketi ise bu krizleri aşma amacıyla büyüme ekonomisine sarılan zengin toplumlarda küçülmeyi savunmaktadır. Hareketin kurucuları ekonominin tekrar yerelleşmesi, adem-i merkeziyetçilik, küçük ölçekli tarımın desteklenmesi, fosil yakıt kullanımının yasaklanması ve nükleer enerjiden kademeli şekilde vazgeçilmesi gibi çeşitli yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Bu önermeler kümesi, küçülme pankartı altında siyasi bir güç yaratmak için bir araya gelmiş çevresel hareketlerin, reklam karşıtı hareketin ve kalkınma sonrası ağlarının aktivistleri ile otonom entelektüellerin hazırlığı içinde olduğu geniş bir siyasi programı yansıtmaktadır.

Küçülmenin (la décroissance) bilimsel ve siyasi lugata girişi 1979’da Jacques Grinevald’ın Nicholas Georgescu-Roegen’in önemli eserlerini Fransızca’ya çevirmesi ile olmuştur. Georgescu-Roegen doğa kanunlarının koyduğu sınırların kaçınılmaz sonucu olarak küçülmeyi öne süren önemli bir ekonomisttir. Kuzey’de büyüme, Güney’de ise kalkınma yaklaşımı pek sorgulanmamıştır; ta ki bilimsel kanıtlara sahip adanmış bir aktivizm ‘büyümenin sınırlarını’ göstermekte başarılı olana kadar. Ekonomik etkinlikler ile çevreyi barıştırmaya yönelik çabalardan biri olan ‘sürdürülebilir kalkınma’ da eleştiri konusu olmuştur. Latouche’un sözleriyle; bu kavram ‘ekonomik büyümenin “kötü” yönlerini gizlemeye yönelik son girişimdir.

Ekonomik hesaplara çevresel öğelerin dahil edilmesi piyasa ekonomisinin doğasını ya da modernitenin mantığını değiştirmez’(Latouche,1999: 503).

Fransa’da küçülme hareketinin omurgasını dört dergi oluşturmuştur; Casseur de pub, Silence, Ecologist’in Fransızca baskısı ve la Décroissance. 1993’de Silence’ın küçülme üzerine hazırladığı özel dosyanın siyasi ve akademik tartışmalara hiçbir yansıması olmamıştır. Kalkınma Sonrası için Büyüme Karşıtları Ağı ve La Ligne d’Horizon gibi küçük örgütler hem Kuzey hem de Güney için kalkınmaya alternatif bulma konusunda etkili ama yavaş çalışmalar yürütmüşlerdir. 2002 yılında UNESCO’nun himayesinde, kalkınma sonrası hakkında uluslararası bir sempozyum düzenlenmiştir. Başlığı “Kalkınmayı bozmak ve dünyayı yeniden yapmak” olan sempozyum La Ligne d’Horizon ve Le Monde diplomatique tarafından düzenlenmiştir. Küçülme buradaki tartışmaların merkezinde yer almasa da tanınmış isimler olan Jose Bové, Ivan Illich, John Berger ve Wolfgang Sachs ile Kuzey’den ve Güney’den gelen sivil

toplum örgütleri tartışmayı derinleştirmiş ve kalkınma sonrası hakkında analizleri

yoğunlaştırmışlardır. Bundan bir yıl sonra küçülme hareketinin kilit aktörleri tarafından bu kez Lyon’da bir kolokyum düzenlenmiş ve Fransa, İtalya ve İsviçre’den katılımcılar bir araya gelmiştir. Küçülme lehine bireysel eylemler de yapılmıştır. 2005 yılında Ekolojist ve araştırmacı Francois Schneider ‘küçülme yürüyüşünü’ başlatmış ve 1500 km yürüyerek onlarca kasaba ve köyde halkla küçülme hakkında konuşmuştur. Onun bu eylemi yerel küçülme gruplarının oluşmasını sağlamıştır. 2001’den beri bir avuç küçülme aktivisti yerel seçimlerde sürdürülebilir küçülmeyi savunmaktadır. Eski Yeşiller Partisi üyelerinin (şimdinin küçülme aktivistlerinin) yerel seçimde bağımsız adaylar olarak yer aldığı Lyon’da kampanya sloganları ‘Gezegenimizin yenilenebilir kaynaklarını adil bir şekilde paylaşabilmek için üretimimizi ve tüketimimizi azaltalım’ idi. La Décroissance dergisi de küçülme fikirlerinin yaygınlaştırılması için etkili bir araç olmuştur. Makaleler, yorumlar ve dosyalar büyüme ekonomisinin toplumsal ve ekonomik sonuçlarına saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. Yazarlar ekolojik kriz ve yenilenebilir olmayan enerji kaynaklarının tüketilmesi konularını provakatif ve putkırıcı bir tavırla ele almaktadır. En sık karşılaşılan örneklerden biri neredeyse her sayıda yer verilen “petrol tepe noktası” konusudur.

Derginin abonelik ilanında hicivli bir dille ‘abone olun yoksa gezegenimiz ölecek’ denmektedir. Her siyasi oluşumun başlarında gözlemlenebileceği gibi küçülme hareketinin ne olmadığının açıklanmasına çok zaman ayrılmıştır. Yukarıda sözü edilen eleştirilerin dışında insanlık, aydınlanma ve cumhuriyete belli belirsiz atıflarda bulunulmuştur. Derin ekolojinin ekomerkezci bakış açısının da eleştirildiği ‘küçülmenin sahte dostları’ özel dosyası şöyle bitirilmiştir; ‘Küçülme bir ekoloji hareketi olmasından önce belirli bir “İnsanlık” mefhumunu savunan bir mücadeledir’. Yeşil siyasetçilerin ısrarla ve bazen çok sert bir dille eleştirildiği dergide şimdiye kadar politik ekoloji üzerine kapsamlı bir analiz yayınlanmamıştır. Küçülme için Parti (Parti Pour la Décroissance-PPLD) muhalefette kalacağını ve dolayısıyla iktidara gelmeye çalışmayacağını açıkça beyan etmiştir. Dahası, 3500 kişiden az nüfuslu yerleşimler haricinde, parti üyeleri seçimi kazanırsa görev süreleri bitene kadar partiden istifa edeceklerdir. Aynı kural diğer partiler ya da hareketlerle işbirliği içindeki adaylar için de geçerlidir. Parti uygulanmak üzere kesin küçülme politikaları önermek yerine tartışmayı derinleştirerek fikirsel

savaşı kazanmaya çalışmaktadır. Küçülmenin yukarıdan aşağıya doğru bir değişim değil aşağıdan yukarıya doğru bir süreç olması gerektiğini iddia etmekte, buna neşeli bir ılımlılık ile ulaşılacağını, tersinin ise otoriteryanizme yol açacağını vurgulamaktadırlar. Yeni ve küçücük bir siyasi güç olsa da PPLD Fransa’daki her düzey seçimde aktif olmayı planlamaktadır. Temel hedef azami sayıda seçim bölgesinde aday göstermektir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılabilmek için 500 seçilmiş görevlinin imzasını almaları gerekmektedir. Gereken imzaların toplanmasına yerel gruplar yardımcı olabilecektir. Bu kadar hızlı bir şekilde bir siyasi partiye dönüşmesi hareketin içindeki herkesi heyecanlandırmamaktadır. Bazı tanınmış isimler hareketin gelişimini sekteye uğratacak ve aktivistleri siyasi parti oyunları oynamakla sınırlayacak bir partinin yaratılması için çok erken olduğunu düşünmektedir. Parti programının, Yeşil Parti muhalifleri birliği Ecolo ve Mouvement Ekolojist Bağımsızların programlarıyla tamamen aynı olup sadece ‘ekoloji’ teriminin yerine ‘küçülme’ teriminin konmuş olması göz önüne alınırsa bu eleştiriler haklı görünmektedir. Bu durum yeni bir siyasi terimin sahiplenilmesi yönünde bir acelecilik ve fırsatçılık hissi vermektedir.

Fransız siyasetinde küçülme nasıl evrilmektedir? Sürdürülebilir küçülme, bir toplumsal hareket aktivisti ve agro-ekoloji uzmanı olan Pierre Rabhi’nin 2002 yılında yürüttüğü cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasının temasıdır. Bu kampanya küçülme konusunda canlı bir tartışma başlatmış ve çeşitli siyasi çevrelerin ilgisini çekmiştir. Her ne kadar anti-prodüktivitizm Fransız Yeşiller Partisi'nin temel özelliklerinden birisi ise de, politikalarında bunu tam olarak yansıtmadıklarını iddia edenler olabilir. Bazı yorumcular küçülme hareketinin ortaya çıkışını, Yeşillerin Sosyalist Parti’ye yönelik pragmatik yaklaşımlarının icap ettirdiği kendi ekolojik gündemlerini ve anti-prodüktivitizm vaatlerinin arkasında durmaktaki başarısızlıklarına bir cevap olarak değerlendirmektedir. 2002’deki kampanya temaları –‘sürdürülebilir kalkınma’—küçülme hareketi tarafından sert bir dille eleştirilmiştir. Bu eğilim son zamanlarda değişmiş görünmektedir. Küçülme hareketinin ortaya çıkışı Yeşiller’in kendi içinde bazı tartışmaları tetiklemiştir. 2004’de parti üyeleri ’sürdürülebilir kalkınma’ önergesinin yerine geçecek ‘Seçici ve eşitlikçi küçülme ile sürdürülebilir bir geleceğe doğru’ önergesini kabul etmişlerdir. Yeni

önerge Yeşiller’in anti-prodüktivitizmin uzun soluklu temsilcileri olduğu gerçeğini vurgulamakta ve bu da somut amaçlar yerine hedeflenmiş küçülmenin tavsiye edilmesini gerektirmektedir. Yeşiller’in önde gelen üyelerinden meclis üyesi ve eski bakan Yves Cochet, 2007 seçimleri için Yeşiller adayının belirlenmesi sürecinde küçülme kampanyası yürütmüştür. Sosyalist Parti’de bile ‘büyüme dinine’ meydan okuyan bir önerge ancak küçük bir azınlık tarafından sunmuştur (Sosyalist Parti, 2005).

PPLD sol-sağ ayrımının neresinde durmaktadır? Bu soru derginin ilk birkaç sayısı boyunca süren tartışmalarda yer verilen bir konudur. Küçülme aktivistleri Fransa’daki, sol ya da sağ tüm siyasi partilerin büyüme ve prodüktivitizme dayalı bir toplum fikrini savunduğunu iddia etmektedir. PPLD’nin temel özellikleri onu tayfın soluna koysa bile onlar Parti Communiste Français (PCF), Ligue Communiste Révolutionnaire (LCR) ve Lutle Ouvriere (LO) gibi aşırı sol partileri Fransa’daki en prodüktivist partiler olarak görürler. Diğer taraftan PPLD’nin modernite eleştirisi nedeniyle küçülme sağ kanattan da yorumlanabilmektedir. Bazı sağ çevreler küçülme hareketinin yerelcilik ve ekonominin yeniden yerelleşmesi gibi önermelerini kabul etmekte ve bunları ulusalcı ve muhafazakar çerçevede yeniden tanımlamaktadır.

Küçülme fikri küreselleşme karşıtı hareket içinde de yankı bulmuştur. 2003’te Paris’te yapılan ikinci Avrupa Sosyal Forumu sırasında çevreciler, kalkınma sonrası örgütleri ve L’Association pour la taxation des transactions financie` res et pour l’aide aux citoyens (ATTAC) tarafından ‘Kalkınmanın geleceği var mı?’ başlıklı bir seminer düzenlenmiştir. Daha önce küçülme aktivistleri tarafından prodüktivist tavırları nedeniyle eleştirilen, Fransız siyasetinde küreselleşme karşıtı örgütlerin öncülerinden biri olan ATTAC büyüme hızının düşürülmesi için çağrıda bulunmaktadır ve 2007 manifestolarında kalkınmanın yerine küçülmeyi koymaları kuvvetle muhtemeldir. Hareketin gelişimi konusundaki pratiğe dönük sorulardan biri bu hareketin Fransız siyasetinde yeni bir istisna olarak kalıp kalmayacağıdır. Tartışmalar ve yayınlar sayesinde hareket kuramsal olarak ulusal sınırları aşmıştır. Uygulamada ise, İtalya’da aynı ismi – La Decrescita (Küçülme) – taşıyan bir birlik ve dergi kurulmuş ve İtalyan aktivistler Lyon ile Turin arasında açılması planlanan hızlı tren bağlantısına karşı protesto eylemlerinde yer almışlardır.

Küçülme yeni bir fikir değilse de, yeni bir siyasi çerçeve olarak parti siyasetine girişiyle yerleşmiş siyasi düzen ve toplumsal hareketlerin parametrelerini değiştireceği şüphesizdir. 1970’ler ekoloji hareketinin doğuşuna ve Yeşil partilerin ortaya çıkışına tanık olmuştur ve bunların bir çok yönden yerleşmiş siyasi düzene meydan okuyan oluşumlar olduğu yaygın şekilde kabul görmüştür. Kusurlarına rağmen küçülme hareketi yeşil başkaldırının devamı olarak değerlendirilebilir. Bir rakip olarak değil de yol arkadaşı olarak görülürse küçülme yeşil düşünce ve uygulamanın yeniden canlandırılmasına yardımcı olabilir. Fransız siyaseti gibi hasmane bir ortamda bile küçülme siyasetine yer vardır.

Hareketin başarılı stratejilerinden biri küresel çevresel sorunlar karşısında ne yapabileceklerini soran vatandaşlara cevaben gönüllü sadelik yaklaşımını ortaya koymasıdır. Söylemsel olarak küçülme fikirleri siyasi çevrelerde güçlü bir etki yaratmışsa da, küçülme hareketinin sağlam bir siyasi güç yaratma kapasitesi henüz ortaya çıkmamıştır. Çok çeşitli toplumsal ve siyasi hareketlerin neo-liberalizmle yüzleştiği bir bağlamda küçülme düşüncesi anti-prodüktivitizm etrafında bir siyasi projeye katılmak isteyenler için birleştirici rol oynayabilir. Diğer taraftan tüm devletlerin halkın refahını arttırmak ve zenginliğin paylaşımı için tek yol olarak gördüğü büyüme siyasetini izlediği modern bir dünyada, küçülme ütopik görünmektedir. Murray Bookchin söylediklerinde haklı olabilir: “Kapitalist bir piyasa ekonomisinde büyümenin sınırlarından bahsetmek savaşçı bir toplumda savaşın sınırlarından bahsetmek kadar anlamsızdır. Kapitalizmin büyümeyi sınırlandırmaya ikna edilmesi bir insanın soluk alıp vermekten vazgeçmeye ikna edilmesi kadar mümkündür” (Bookchin, 1990: 93–4).

Kaynaklar

Aries, P. (2005) ‘La décroissance, un mot-obus’, La Décroissance 26 (April).

Bookchin, M. (1990) Remaking Society (Palo Alto, CA: Cheshire Books).

Latouche, S. (1999) ‘The paradox of ecological economics and sustainable development’,

Democracy and Nature 5: 501–11.

Latouche, S. (2004) ‘Degrowth economics’, Le Monde diplomatique (English edition) November.

Socialist Party (2005) www.parti-socialiste.fr/congres2005/IMG/pdf/motion3.pdf


3 Şubat 2012 Cuma

EKOIQ’nun 14. sayısı çıktı!


· Türkiyeli Şirketlerin Sürdürülebilirlik Stratejileri Var mı? Eylül 2011’de yayınlanan “Türk İş Dünyası’nda Sürdürülebilirlik Uygulamaları Değerlendirme Raporu” başlıklı araştırmaya göre Türkiye’deki şirketlerin yüzde 62’sinin stratejisi var. Peki bu rakam ne kadar gerçekçi? CSR Consulting’den Bahar Keskin ve Özlem Çevik Koper EKOIQ için yazdı.
· Elektrikli Araçları Kim Öldürdü? Kaliforniya eyaleti 1990 yılında Sıfır Emisyon Yasası’nı çıkardı. General Motors (GM) EV1 isimli dünyadaki ilk elektrikli arabalarını 1996 yılında piyasaya sürdü, ama elektrikli araç üretim departmanını 2001 yılında kapattı. Bu elim cinayetin soruşturmasını yönetmen Chris Paine yürütüyor ve soruyor: Elektrikli Araçları Kim Öldürdü?
· İki Teker Üstünde Eskişehir Dünya görüşleri, konuya bakışları tamamen farklı ama amaçları aynı: Bisiklet kullanımını tüm Eskişehir’e yaymak.
· GDO’lu Gıdaları İnek mi İçti? 2010 yılında 93 bin ton gıda ve 1 milyon tonun üzerinde yem amaçlı GDO’lu ürün ithal edilmiş, ama market raflarında bir tane bile GDO etiketli ürün yok. Peki GDO’lu ürünlere ne oldu?
· Yeşil Bloglar Âlemi Web üzerindeki blog’ları tarayan Tecnorati, yeşil kategorisinde 9 bin 400 tane blog listeliyor. Best Green Blogs adlı sitedeyse 295 kategoride 10 bin 338 blog listelenmiş. Peki, Türkiye’de durum nasıl? Bahçeşehir Üniversitesi’nden Barış Gençer Baykan EKOIQ için yazdı.
Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, internette www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor. Türkiye’nin ilk karbon nötr dergisi EKOIQ dergisi, artık aylık olarak okurlarıyla buluşuyor.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Üç Ekoloji'nin 9. sayısı çıktı

Bu dosya, “gönüllü sadelik” yazısından yola çıktı. Daha doğrusu bu dosyanın yolunu Durukan Dudu’nun geçen sayıda yayınlanması gereken, ama geçen sayımız “yeşiller ve sosyalizm özel sayısı”na dönüşünce bu sayıya kalan yazısı açtı da denebilir.

Aslında ekolojik yaşam bir dosyanın değil, başlıbaşına bir derginin konusu olabilir. Zaten böyle dergiler de var. Örneğin geçtiğimiz aylarda genç yaşında yitirdiğimiz Victor Ananias’ın kurucusu olduğu Buğday dergisi, doğrudan ekolojik yaşamın öncülüğünü yapan, ekolojik yaşam denemelerinin yayılma zeminin oluşturan yayınlardan biriydi.

Ancak ekolojik yaşam deneyiminin farklı boyutlarıyla tartışılmasının, mümkün olduğunu kanıtlama çabasından daha zor olduğunu kabul etmek gerek. Ekolojik yaşam ana başlığının altında ele alabileceğimiz organik üretim, ekolojik tarım, permakültür, kent tarımı, balkon bahçeciliği, geçiş kasabaları, vejetaryenlik, ekoköyler, kır komünleri vb. mevcut endüstriyel sistemin kirli havasının içinden sıyrılarak o kadar temiz bir koku yayıyorlar ki, bu denemelerin ve örneklerin politik anlamı üzerinde düşünmek ve tartışmak kolay olmayabiliyor.

Bu dosyanın da bu tartışmayı başardığını iddia etmiyoruz. Ama meseleye yepyeni bir perspektifle yaklaşan, yani ekolojik yaşamın mümkün olabilmesi geçirmemiz gereken ilk zihinsel dönüşümü gönüllü sadelik kavramı çerçevesinde tartışan ilk yazı başya olmak üzere, dosya yazılarının tartışmaya başlamak için bir deneme olduğu söylenebilir.

Ekolojik yaşam bir ütopya da olsa, bir zorunluluk da, eleştirel bir yaklaşımı hak ediyor. Aslında bunu her şeyden önce ekolojik yaşam deneyimlerini başlatanlar, öncülük yapanlar ve hayatlarını adayanlar hak ediyor.

Biz de ölümünün hemen ardından yayına hazırladığımız bu dosyayı gönüllü sadelik ve ekolojik yaşam denince akla gelen en hakiki insanlardan Victor Ananias’a ithaf ediyoruz.

İLKSÖZ 5

DOSYA – Gönüllü Sadelik, Ekolojik Yaşam 7

Gönüllü Sadelik

Durukan Dudu 9

Marina Queiroz’la Söyleşi: Toprağı Avuçlayan Şehirlililer

Durukan Dudu 33

Toplumsal Permakültür Küresel İklim Değişiminin

Yaralarını Sarar mı?

Emet Değirmenci 42

Soruşturma

Oya Ayman, Erol Benjamin Scott, Ahmet Kizen, Mete Hacaloğlu 51

Rudolf Bahro’nun “Komünler Kurma Cesareti”ne Şerh

Ümit Şahin 61

POLİTİKADAN DÜŞÜNCEYE 69

Yüksel Selek’le Söyleşi:“İKD’den feminist harekete,

komünist ütopyadan Yeşiller Partisi’ne”

Ümit Şahin, Aysen Ataseven 71

YEŞİL DÜŞÜNCE KLASİKLERİ 99

Doğanın Sonu

Bruno Latour 101

ANISINA 115

Arne Naess

Ayşem Mert 117

KİTAP 121

Gücünü Topraktan Alan Bilgelik: Kadınlar

Ekolojik Dönüşümde

Aslı Tosuner 123

Sayfa Sayısı: 128

ISBN: 9786055895266

BARCOD: 9786055895266

FİYAT: 10 TL

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...