21 Mayıs 2009 Perşembe

Doğal ve sağlıklı beslenme üzerine bir söyleşi

Yeşil Gündem'de bu hafta sağlıklı ve doğal beslenmeyi bir yaşam tarzı haline getirmeye çalışan arkadaşım Şafak Patavi Kılıç ile yaptığım söyleşiyi okuyabilirsiniz.


Sağlıklı ve doğal beslenme üzerine düşünmeye ne zaman başladın?

Uzun yıllar kilo problemi yaşadım. Diyetisyen, kısa dönemli egzersiz, akupunktur gibi deneyimlerim oldu. Tüm bunların sonucunda kilo verdim. Fakat tekrar eskiye – sağlıksız ve düzensiz beslenme alışkanlığına – döndüğümde tüm verdiğim kiloları geri aldım. Sadece verdiğim kiloları almakla da kalmayıp üstüne fazladan kilo aldığım zamanlar da oldu.Sağlıksız beslendiğim zamanların sonunda kendimi iyi hissetmiyordum. Bol bol su içip arınma ihtiyacı duyar olmuştum. Bu tecrübelerin sonunda diyetisyenlerin “bunu bir yaşam tarzı haline getirmeniz gerekiyor” söylemi üzerinde düşünmeye başladım.

Hangi kaynaklardan bilgileniyorsun?

Sıklıkla başvurduğum kaynak yabancı ve yerel web siteleri, bu konuda güvendiğim doktorların imzasını yaşıyan kitaplar ve az sayıda TV programları

Alışverişlerinizde dikkat ettiğiniz noktalar?

Markalar, ürünün içeriği,son kullanma tarihi, paketlerinin geri dönüşümlü olması. İçecek alırken cam şişede olması ve daha sonra cam atık noktalarına atılması, içeceklerin içerisinde asit oranının bulunmaması. İçeriğinde aspartame olan içeceklerden uzak durmaya özen gösteriyorum. Meyve suyu almak yerine sıkmayı tercih ediyorum. Ürün paketlerinin arkasında yazan kalori, karbonhidrat,protein,protein, ve şeker dengesi de oldukça onemli.

Nerelerden alışveriş yapıyorsun?

Alışverişi bu konunun en önemli ayaklarından biri olarak görüyorum. Yıllardır alışmış olduğum marketlerden alışveriş yapmaya devam ediyorum. Zaten hepsi kaliteli ürünlerin bulunabileceği adresler. “Organik” olarak tanımlanmış ürünlerin gerçekten organik olduğuna inandığım mekanlardan yararlanıyorum. Bitki çaylarını, kuruyemişleri, sabunları, salçasını beğenerek kullandığım aktar, tüm organik gıda ve diğer ürünlerin bulunduğu marketler vazgeçemediklerim arasında.


Balkonunuzda gördüğümüz domatesler?

Balkona domates ekme fikri geçen yıl oluştu. Olgunlaşmalarını izlemek, domatesleri sulamak, karşımda duran apartmanlara inat şehrin karmaşasından uzaklaştığımı hissettirdi. Bu sene de yenileri yerlerini aldı. Biber ve salatalık yanlarına eklendi. İlk mahsul olunca beraber tadına bakarız.

Yakınların nasıl karşılıyor bu yaptıklarını?

"Ne yersen osun." felsefesi doğrultusunda beslenmeye başladığımdan bu yana bu bazıları için sıkıcı olurken bazıları için de takdir edilesi oldu. Önemli olan en yakınlarımın desteklemesi ve onların beslenmeleri hakkında fikirlerimi söylediğimde önerilerimi dinlemeleriydi. Ailem ve dostlarım benim hayatımda ve bedenimde gerçekleşen değişiklikleri görünce “Sen neler yiyorsun” sorularını sıklıkla duyar oldum.

12 Mayıs 2009 Salı

Alman Yeşilleri seçim stratejisini belirledi


Almanya’da siyasi partiler eylül ayında yapılacak genel seçimler için hazırlıklara başladı. Birlik 90/Yeşiller Partisi, Berlin’de düzenlediği kongreyle seçimlerde izleyeceği stratejiye şekil veren ilk parti oldu.

Birlik 90/ Yeşiller Partisi, Federal Parlamento’da yer alan en küçük muhalefet partisi olduğu için genellikle bu partiden gelen öneri ve talepler, diğer muhalefet gruplarına oranla parlamentoda büyük etki yaratamıyor. Ancak Birlik 90/ Yeşiller ittifakı için bu, mücadeleden vazgeçmeye bir neden değil. Eylül ayında yapılacak genel seçimlerin partileri için heyecan verici olduğunu belirten Birlik 90 /Yeşiller Partisinin seçim kampanyaları yöneticisi Steffi Lehmke, genel seçimler için önemli hedefler belirlediklerini söylüyor. Hedef Liberalleri geride bırakmakPartinin en önemli hedefleri arasındaysa şu an Federal Parlamentodaki en büyük muhalif grubunu oluşturan Hür Demokrat Parti'yi geride bırakmak yer alıyor. Lehmke:“Biz ülkedeki en etkili üç siyasi güçten bir olacağımıza, buna başaracağımıza inanıyoruz. Bu seçimlerde dört ya da beş milyon seçmen kazanacağımıza inanıyoruz.”Ancak asıl soru bu hedefe nasıl ulaşılacağı. Zira Yeşiller'i diğer partilerden farklı kılan; ağırlıklı politikasını çevre korumanın oluşturduğu dönemler geride kaldı. Artık her parti çevreciArtık her parti, programında iklim korumaya yer verir oldu. Yeşiller Partisi bu bilincin yerleşmesinde kendine haklı bir pay çıkarıyor olsa da partinin geçmişteki bu öncü konumu, bu yılki seçmenleri kazanması için yetecek mi? Birlik 90/ Yeşiller Partisi'nin Eş Başkanı Cem Özdemir’in bu soruya yanıtı “kesinlikle evet!” Özdemir, buna örnek olarak da Yeşiller Partisi'nin, nükleer enerjiye karşı sergiledikleri kararlı duruşu veriyor.

“Seçim günü oyunu Yeşiller Partisi’ne verenler, nükleer enerjiden vazgeçileceği yönünde bir garanti de almış oluyor. Diğer partilerdeyse bunun garantisi yok. Bu durumda nükleer enerjiden vazgeçileceğine dair kararın yeniden gözden geçirilmesi hatta bu sürecin uzatılması bile mümkün. Bunun sonucunda da daha fazla nükleer atık sahibi olacağız.”

Hem ekonomi hem ekoloji

Ekonomi ve ekoloji Yeşiller Partisi için birbirine zıt iki kavram değil. Mali kriz sürecinde parti, doğal kaynakların gözetildiği adil bir ekonomi ve sosyal politikaya ağırlık veriyor. Yeşiller Partisi'nin seçim programının odak noktasını oluşturan bu konuya detaylı bir şekilde yer veriliyor. Özdemir:

“Bu programımızda yer alan ve iklim, eşitlik ve eğitim alanlarına yapılacak yeni yatırımlarla; bir milyon kişiye yeni iş sözü veriyoruz. Örneğin alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesiyle bu mümkün olabilir.”

Birlik 90/ Yeşiller Partisi için eğitim, sosyal politikalar ve temel hakların korunması da en az çevre koruma politikaları kadar önemli. Partinin Eş Başkanı Claudia Roth’un üzerinde önemle durduğu bir başka konu da göçmenlerin topluma daha iyi uyum sağlayabilmeleri için atılacak adımlar. Roth:

“Toplumumuzda çok kültürlü demokrasiyi biçimlendirmek istiyoruz. Bununla kastettiğimiz, vatandaşlığa geçişi kolaylaştırmak, göçmenlere nihayet yerel seçimlere katılıma hakkı tanımak ve mültecilerden korunmak değil de onları korumak istiyoruz. ''

Cem Özdemir ve çok kültürlü toplum

Yaklaşık altı ay önce Yeşiller Partisi, Claudia Roth’un yanına Türk kökenli Cem Özdemir’i Eş Başkanlığa seçerek, çok kültürlü toplum anlayışına verdikleri önemi kendi sıralarından başlayarak ortaya koymuştu. Parti için önemli olan bir diğer konu da kadın-erkek eşitliği. Yeşiller Partisi içinde kadın ve erkeklerin aldığı görevler bu yüzden her zaman denk tutuldu. Partinin üst yönetim kadrolarında kadınların yer alması da Yeşiller için istisna değil bir gelenek. Yeşiller Partisi'ni diğerlerinden farklı kılan bir başka özelliğiyse parti tabanına geniş söz hakkı tanınması. Örneğin hafta sonundaki kongrede de partililerden gelen programla ilgili yaklaşık bin iki yüz değişiklik önerisi masaya yatırılacak. Parti kendi içinde uzun tartışma ve değerlendirmelere açık ancak olası yeni bir koalisyon hükümetine ortaklık etme düşüncesi şu an için ikinci planda. Partinin Eş Başkanı Claudia Roth:
„Yeşiller olarak seçim sürecine tamamen bağımsız giriyoruz, Sosyal Demokratlar-Yeşiller ortaklığı dönemindeki gibi, herhangi bir partiyle ortaklık projemiz yok.“
Hangi parti Yeşiller'e yakın?
Yeşiller Partisi’nin kendisine en yakın bulduğu parti Sosyal Demokratlar. Ancak Birlik 90/ Yeşiller Partisi, seçim öncesinde herhangi bir olası ittifak modeli belirlemek istemiyor. Birçok Yeşiller mensubu, dört yıldır sürdürdükleri muhalefet konumundan sıyrılarak tekrar iktidar sıralarına oturmak istese de bu yolda temel siyasi konumlarından ödün vermeye niyetli de görünmüyorlar.
Nina Werkhaeuser / Meltem Karagöz
Editör: Nihat Halıcı

30 Nisan 2009 Perşembe

TÜRKİYE’DE ORGANİK TARIM GELİŞİYOR


Türkiye’de organik tarımla ilgili yasal düzenlemeler 1985 yılında başlatılmış ve 2004 yılında Organik Tarım Yasası çıkarılmıştır. 2003 yılında da Tarım Bakanlığı’nda Alternatif Üretim Teknikleri Bölümü kurulmuştur. Her ne kadar elimizde 2004 öncesine ilişkin kimi veriler bulunsa da, Tarım Bakanlığı’nın 2004 sonrası verilerinin daha güvenilir olduğundan hareketle organik tarımla ilgili gelişmeleri 2004 ve sonraki dönem için inceleyeceğiz. Organik üretici sayısının 2004’den bu yana yüzde 25 kadar artış gösterdiğini görüyoruz. Toplam üretim alanında bir azalma görülmekle birlikte, bu daha çok doğal toplama alanlarının miktarındaki azalmadan kaynaklanmıştır. Yetiştiricilik yapılan alan ise benzer biçimde yüzde 25 kadar artmıştır. Türkiye’de toplam tarımsal alanın yüzde 0,5 kadarının- 165 bin hektarın organik tarıma ayrıldığını görüyoruz. Üretim miktarında ise yüzde 50’ye yakın bir artış var. Bu rakamlar organik tarımın Türkiye’de yaygınlaştığını açıkça gösteriyor.


Üretici sayılarının dağılımının çok köklü olmasa da değiştiğini, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz’in payının arttığını, Ege ve İç Anadolu’nun azaldığını görüyoruz. Ancak Ege’deki üretici sayısı hala belirgin biçimde fazla. İkinciliği ise Karadeniz’in İç Anadolu’dan aldığını görüyoruz.

İkincisi, üretim miktarında Ege, Güneydoğu ve Doğu Anadolu ön plandalar. Güneydoğu’nun, Karadeniz’in ve İç Anadolu’nun payları artarken, Ege, Akdeniz ve Doğu Anadolu’nunki azalıyor. Akdeniz’in üretici sayıları artarken üretim miktarında payının azalması üretilerin ürünlerin niteliği ile ilgili. Ürün deseni değişiyor ve farklı ölçeklerde üreticiler sektöre giriyor. 2004’te 49 ilde organik tarım yapılırken 2008 yılında bu sayı 65’e çıkmış.

2004 yılına kadar daha çok batı bölgelerinde, özellikle Ege’de, organik üretim yapılırken, 2004 sonrasında organik tarımın diğer bölgelere de yayıldığını görüyoruz. Marmara organik üretim açısından en sonda gelen bölge. İstanbul ve Kocaeli gibi sanayi bölgelerinin organik tarımda geri kalmaları normalken, çok geniş ölçekte tarımın yapıldığı Trakya’nın organik tarımda iddiasız olması çok ilginç görünüyor. Ayrıca yine İç Anadolu‘nun da üretimdeki payının bu bölgedeki yaygın tarım nedeniyle daha fazla olması beklenirdi. Üstelik üretici sayıları açısından payı da azalıyor.

Bölgeler açısından dikkat çekici olan, belirli illerin bölgelerin itici gücünü oluşturması. Bu durum, her ilimizde organik tarım potansiyelinin yeterli ölçüde değerlendirilemediğini, sistematik olmaktan ziyade tekil başarı örneklerinin yaşandığını gösteriyor.Bu bağlamda her ilin organik tarım potansiyelinin incelenmesi; verimlilik, pazara erişim, istihdam ve kırsal kalkınma boyutlarıyla değerlenderilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Sözgelimi, Karadeniz’de Samsun (fındık ve yem bitkileri), Rize (çay), Kastamonu (elma) ve Ordu (Fındık), Doğu Anadolu’da Erzurum (Buğday, elma, yem bitkileri), Kars (tahıllar ve yem bitkileri), Malatya (Buğday, kayısı, mercimek, nohut) ve Ağrı (buğday, ayçiçeği ve yem bitkileri), Güneydoğu’da ise Şanlıurfa (buğday ve pamuk) ve Muş’ta (buğday ve yem bitkileri), İç Anadolu’da ise Çankırı’da (elma) organik üretimin farklı seviyelerde de olsa sıçrama yaptığını görüyoruz.

Türkiye’de 1985 yılında ihracata yönelik 8 ürün ile başlayan organik tarımda, 2006 yılında 207 ürüne ulaşılmıştır. 2004 yılında en çok üretilen ürünlerden elma, pamuk, buğday, domates, üzüm, zeytin ve mısır, toplam üretimin yüzde 56’sını oluşturmuş. 2004’ten 2008’e buğday ve pamuğun artışında Güneydoğu’nun katkısının fazla olduğunu not etmek gerek. Bu yıllar arasında, elma üretiminin payı yarı yarıya azalırken en çok üretilen ürün sıralamasındaki birinciliği 2008’de pamuk alıyor. Pamuk üretimindeki bu artışın bir diğer nedeni de, özellikle tekstil sektöründe organik ürünlere artan talep olabilir. Ek olarak mısırın 2004’te yüzde 1,5 olan payının 2008’de yüzde 6,2’ye çıkmış olması oldukça dikkat çekici.

Araştırmanın tamamına www.betam.bahcesehir.edu.tr adresinden ulaşabilirsiniz.


21 Nisan 2009 Salı

Ekoloji Teknik


Çevre sorunlarının küresel bir boyut alması ve yeryüzündeki yaşamın sürdürülebilirliğini tehdit eder hale gelmesi çevre teknolojilerine olan ilgiyi arttırdı. Özellikle iklim değişikliği ile mücadelede yeşil ve temiz teknolojilerin katkısının anlaşılması bu sektörün giderek büyüyeceğinin işareti. ÇEVKOR Yayın Grubu Türkiye’de çevre ve enerji sektöründe var olan bilimsel altyapı tecrübesini geniş kitlelerle buluşturmak için 2008 yılında “Ekoloji Teknik” dergisini yayınlamaya başladı.* Yılda 4 sayı yayınlana derginin editörlüğünü Prof. Dr.Zafer Ayvaz, editörlüğünü ise Ahmet Karacan yürütüyor. 2009 yılının ilk sayısında çevre ve enerji sektöründen haberler, firma ve kitap tanıtımları, sektör temsilcileri ile röportajlar, çevre sorunları ve teknolojileriyle ilgili makaleler yer alıyor. Dergide en çok dikkatimi çeken şey Türkiye’de çevre ve enerji sektöründe düzenlenen fuar ve kongrelerin çokluğu oldu. Moğollar’dan Taner Öngür’ün, güneş enerjisiyle beslenen ses sistemi ile gerçekleştirdiği konser ile hatırlayabileceğiniz 2. Güneş Enerjisi Fuarı, 13-15 Mayıs 2009’da gerçekleştirilecek 15. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı, 18-21 Haziran’da düzenlenecel REW İstanbul (Uluslararası Geri Dönüşüm, Çevre Teknolojileri ve ve Atık Fuarı bunlardan bazıları. www.ekolojiteknik.com adresinden nnline olarak da okunan dergi yayın kapsamı olarak çevrenin şu alt dallarını sıralamış: Katı Atıklar , Su ve Atık Su, Hava Kalitesi, Çevre ve Yangın Güvenliği, Temiz Enerj ve Yalıtım Sektörü, Enerji Sektörü, Çevreyle İlgili Kurum ve Kuruluşlar. Türkiye’deki ve dünyadaki çevre ve enerji sektörlerindeki son gelişmeleri yansıtan Ekoloji Teknik, bugüne kadar teknik olarak nitelediğimiz birçok konunun yerkürenin sürdürülebilirliğini sağlanması açısından önemini vurguluyor. Yurttaşların, geleceğe yön verecek çevre ve enerji sektörlerini daha yakından tanıması, yaşam kalitemizin artması açısından seçeneklerimizi değerlendirmek adına büyük önem taşıyor.
* Çevkor’un diğer yayınları Ekoloji, Ekoloji Magazin ve Eurasian Journal of Biosciences.

9 Nisan 2009 Perşembe

Yeşil Gündem’e yazın, Yeni İnsan Yayınevi’nden kitap kazanın.

Son yıllarda yazılı ve görsel basında çevre gündemiyle ilgili haberlerin arttığını, gazetelerde özel bölümler ve ekler hazırlandığını, televizyonda çevre kuşaklarının ve programlarının yayın akışına dahil olduklarını gözlemliyoruz. Dünyaya bir de çevre perspektifinden bakma ihtiyacı her geçen gün artıyor. Web üzerinde de çevre yayıncılığı hızla gelişiyor. Kasım 2008’de yayına başlayan Yeşil Gündem, kendini ifade etmek isteyen yeni ve genç kalemlere olanak sağlamak için Yeni İnsan Yayınevi ile işbirliğine gidiyor. Türkiye’nin ve dünyanın çevre gündemine dair 300 kelimeyi aşmayan özgün yazılarınızı yesilgundem@gmail.com adresine gönderin, Yeni İnsan Yayınevi’nin ekoloji kategorisinden her ay bir kitabı size hediye edelim. Dünya için bir yıkım haline dönüşen ekolojik felaketlerin; felsefi, siyasi, kültürel nedenlerini irdelemek, bunların tarihsel köklerini ve eğitimle ilgili bağlarını açığa çıkarmak için 2007 yılında yola çıkan Yeni İnsan Yayınevi’nin Ekoloji kategorisine gitmek için tıklayınız.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Üç Ekoloji'nin yeni sayısı çıktı

Üç Ekoloji Doğa Düşünce Siyaset 7
Dosya: Nükleer Enerji: Rönesans Masalının Arka Planı


Nükleer endüstri 1986’dan bu yana inişte. Bütün veriler, nükleer endüstrinin en fazla 20 yıl içinde gücünü büyük ölçüde kaybedeceğini gösteriyor. Nükleer lobi bu durumun bilincinde olduğu için birkaç yıldır nükleerin yeniden yükseleceğini iddia ediyor. Ne var ki “nükleer rönesans” diye adlandırılan bu durumun somut işaretleri ortada pek görünmüyor.
Dosyamızın amacı nükleer rönesans masalının arka planını, sorunun bir enerji üretim teknolojisinden ibaret olmayan yüzünü ortaya koymak.
Enerji sorununun bir bütün olarak dünyanın en önemli politik meselesi olduğunun anlaşılabilmesi için nükleer tehdidin boyutlarının daha iyi kavrayabilmek gerekiyor.
Nükleerciler bu gerçeğin bütünüyle farkında. Toplumsal muhalefetin meseleyi bir çevre sorunu ya da teknik seçim olarak gören kesimleri de giderek azalıyor.
Çünkü enerji, sadece enerji değildir...


İLKSÖZ

DOSYA – Nükleer Enerji: Rönesans Masalının Arka Planı
Umut İnsanda... Yeni Nükleer Kabullere Bir Bakış
Ayşem Mert

Rebecca Harms ile Söyleşi
Üç Ekoloji
Nükleer Rönesansa İtiraz
Ömer Madra

Helen Caldicott ile Söyleşi
Gregory Dicum
Siborg Bilimin Enerji Bağımlılığı Üzerine
Gediz Akdeniz
POLİTİKADAN DÜŞÜNCEYE
Bilge Contepe ile Söyleşi
Dilek Özkan – Ümit Şahin
Tarihsel İnsanlık Durumu
Ümit Şahin
Önce Köylü mü?
Joost Jongerden
Konukseverliğin Mırıltısı
Dilaver Demirağ
YEŞİL DÜŞÜNCE KLASİKLERİ
“Conspiratio” Kültürü
Ivan Illich

TARTIŞMA
Hepsi Kazanacak Bu Bebeklerin!
Mehmet Ali Üzelgün
KİTAP
Yaklaşan Küresel İklim Krizi
Engin Berk



ISBN: 978-605-5895-10-5
BARCOD:9786055895105
SAYFA SAYISI:160
FİYAT: 10 TL

31 Mart 2009 Salı

Evimiz Yerküre

Yeşil Gündem’in ilk e-söyleşi konuğu BirGün gazetesinin Evimiz Yerküre sayfası editörü Doç.Dr. Ahmet Murat Aytekin.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Lise Eğitimimden sonra Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünü bitirdim. Ardından aynı bölümde yüksek lisans ve doktora yaptım. Halen de Uygulamalı Biyoloji Bölümü’nde Doçent olarak görev yapıyorum. Biyolog olmak zorlu bir hayatı gerektiriyor, çok seyahat ediyorum, uzmanlık alanlarım arılar, matematiksel biyoloji ve organik tarım konularında yoğunlaşıyor. Ayrıca uzun yıllardır sosyal davranış üzerine dersler de veriyorum. Çalışmalarımın büyük kısmını Avrupa ve Asya türleri üzerinde arılar konusunda yaptım. Akademisyenlik sorumluluk isteyen bir iş, çok fazla zaman alıyor ama öğrenciler ile birlikte olmak çok keyifli. Eşim de ekolog olduğu için hayat biraz kolaylaşıyor. Zamanımın çoğu yazmak ve dağlarda dolaşmak arasındaki koşuşturmada kaybolsa da bir şeyler üretmeye ve bunları paylaşmaya çalışıyorum.

Evimiz Yerküre'yi neden ve nasıl hayata geçirdiniz?

Evimiz Yerküre uzun süredir bilim sayfasında yazılar yazdığım Birgün’ün bir başka projesiydi. İsim babası Doğan Tılıç, kısa bir transfer görüşmesinin ardından bilim sayfasından çevre ve ekoloji sayfasına geçtim diyebilirim. Asistanlarımın ve dostlarımın yardımı ile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Sayfayı yaparken kriterleriniz nelerdir?

Temelde tek bir kriterimiz var bilimsel doğruluk. Evimiz Yerküre’de yayınlanan her yazı bilimsel gerçeklere ve saygın bilimsel dergilerde basılmış yayınlara dayanıyor. Bizim sayfamızda kanılara ve safsatalara yer yok. Onun dışında her görüşe ve yaklaşıma çevre dostu olduğu sürece açık olmaya gayret ediyoruz. Türkiye’nin kaybettiği çok şey var daha da fazla kaybetmeden evimiz olan yerküreyi korumaya çaba harcıyoruz.

Okuyucu tepkilerini (olumlu/olumsuz) değerlendirir misiniz?

Tüm yazdıklarımız ve yayınladıklarımız bilimsel gerçeklere dayanıyor o nedenle galiba hiç olumsuz eleştiri almadım. Okuyuculardan inanılmaz destek gören bir sayfa evimiz yerküre. Bizim sayfayı okuyabilmek için köyünden 30 dakika bisikletle gidip bir o kadar da geri dönen okuyucularımız var. Her zaman yazıyorlar, haber veriyorlar ve destekliyorlar. Bindiğiniz taksinin şöförü okuyunuz çıkınca çok keyif alıyorsunuz.

Gazete yönetiminden ve okurlardan beklentileriniz nelerdir?

BirGün bence inanılmaz bir proje, ben onu bir gazete gibi görmüyorum, büyük bir ailenin oturma odası gibi, Türkiye’de bir benzeri olduğunu da sanmıyorum. Gazete yönetimi çevre duyarlılığı konusunda örnektir. Okurlardan beklentisi insanın sıkıcı olmaya başladığımız anda bizi uyarmaları. Umarım onlarda uyandırdığımız saygı ve sevgiyi hep koruyabiliriz

Medyada çevrenin ele alınış biçimi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de medya bağımlıdır. Geleneği budur. Bunun dışına çıkamaz. Ekonomi için de böyledir, habercilik için de çevre için de. Belirli ekoller vardır ve gazeteciler buralardan yetişir. Ben gazeteci değilim kendimi Yıldırım Doğan’ın deyimi ile yazar-okur olarak görüyorum ve umarım da öyle kalırım. Medyada alışılmışın dışında bir çevre haberi görüyorsanız bunun altında bir şeyler aramak artık normalleşti, çoğu yazı bilim adamlarının görüşü alınmadan ajanslardan kopyalanıyor, bir bilgi kirliliği içinde gidiyor asla düzelme şansı yok. Son yıllarda sağ kesimden yazarların da çevre duyarlılığının arttığını görüyoruz bu çok doğal iki temel nedeni var bincisi pastadan pay kapmak ikinisi son 20 yılda artan doğada kutsallık arama modasının bir uzantısı. Doğal olaylarda olağanüstülük arayıp bunu ısıtıp sunarak rant elde etmeye çalışıyorlar. Sivrisinekteki mucize, arının kanadındaki sır gibi haberler ile. Doğayı işlevsel sevme alışkanlığı yarattığı için saçma buluyorum. Yani sivrisineğin bile görevi var ve biz onu korumalıyız anlayışı benim sevgi kavramımın çok dışındadır. Bunlar insan merkezli egoist yaklaşımlardır. Bu insanlar bir çiçeği sadece çiçek olduğu için sevemezler.

Takip ettiğiniz çevreci yayınlar/bölümler/köşeler var mı?

Yurt içinde ve dışında hemen her ciddi yazıyı takip ediyorum. Akademisyenlik meselğim de olduğu için bu bir parça da zorunluluk.

Evimiz Yerküre ile ilgili planlarınız, hayat geçirmek istedikleriniz nelerdir?

En çok istediğim şey daha genç ve hevesli yazarlara yer vermek, onların yazdıklarında doğa sevgisi gerçekten var oluyor, bağımsız ve içlerinden geldiği gibi yazabiliyorlar. Ben de onları okumaktan çok keyif alıyorum, evimiz yerküre okuyucuları da aynı keyfi alırlar ise harika bir iş yapmış oluruz.

Eklemek istedikleriniz...

Teşekkür ediyorum.

28 Mart 2009 Cumartesi

Evimiz Yerküre

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?


Lise Eğitimimden sonra Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünü bitirdim. Ardından aynı bölümde yüksek lisans ve doktora yaptım. Halen de Uygulamalı Biyoloji Bölümü’nde Doçent olarak görev yapıyorum. Biyolog olmak zorlu bir hayatı gerektiriyor, çok seyahat ediyorum, uzmanlık alanlarım arılar, matematiksel biyoloji ve organik tarım konularında yoğunlaşıyor. Ayrıca uzun yıllardır sosyal davranış üzerine dersler de veriyorum. Çalışmalarımın büyük kısmını Avrupa ve Asya türleri üzerinde arılar konusunda yaptım. Akademisyenlik sorumluluk isteyen bir iş, çok fazla zaman alıyor ama öğrenciler ile birlikte olmak çok keyifli. Eşim de ekolog olduğu için hayat biraz kolaylaşıyor. Zamanımın çoğu yazmak ve dağlarda dolaşmak arasındaki koşuşturmada kaybolsa da bir şeyler üretmeye ve bunları paylaşmaya çalışıyorum.

Evimiz Yerküre'yi neden ve nasıl hayata geçirdiniz?
Evimiz Yerküre uzun süredir bilim sayfasında yazılar yazdığım Birgün’ün bir başka projesiydi. İsim babası Doğan Tılıç, kısa bir transfer görüşmesinin ardından bilim sayfasından çevre ve ekoloji sayfasına geçtim diyebilirim. Asistanlarımın ve dostlarımın yardımı ile bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Sayfayı yaparken kriterleriniz nelerdir?


Temelde tek bir kriterimiz var bilimsel doğruluk. Evimiz Yerküre’de yayınlanan her yazı bilimsel gerçeklere ve saygın bilimsel dergilerde basılmış yayınlara dayanıyor. Bizim sayfamızda kanılara ve safsatalara yer yok. Onun dışında her görüşe ve yaklaşıma çevre dostu olduğu sürece açık olmaya gayret ediyoruz. Türkiye’nin kaybettiği çok şey var daha da fazla kaybetmeden evimiz olan yerküreyi korumaya çaba harcıyoruz.

Okuyucu tepkilerini (olumlu/olumsuz) değerlendirir misiniz?


Tüm yazdıklarımız ve yayınladıklarımız bilimsel gerçeklere dayanıyor o nedenle galiba hiç olumsuz eleştiri almadım. Okuyuculardan inanılmaz destek gören bir sayfa evimiz yerküre. Bizim sayfayı okuyabilmek için köyünden 30 dakika bisikletle gidip bir o kadar da geri dönen okuyucularımız var. Her zaman yazıyorlar, haber veriyorlar ve destekliyorlar. Bindiğiniz taksinin şöförü okuyunuz çıkınca çok keyif alıyorsunuz.

Gazete yönetiminden ve okurlardan beklentileriniz nelerdir?


BirGün bence inanılmaz bir proje, ben onu bir gazete gibi görmüyorum, büyük bir ailenin oturma odası gibi, Türkiye’de bir benzeri olduğunu da sanmıyorum. Gazete yönetimi çevre duyarlılığı konusunda örnektir. Okurlardan beklentisi insanın sıkıcı olmaya başladığımız anda bizi uyarmaları. Umarım onlarda uyandırdığımız saygı ve sevgiyi hep koruyabiliriz

Medyada çevrenin ele alınış biçimi hakkında neler düşünüyorsunuz?


Türkiye’de medya bağımlıdır. Geleneği budur. Bunun dışına çıkamaz. Ekonomi için de böyledir, habercilik için de çevre için de. Belirli ekoller vardır ve gazeteciler buralardan yetişir. Ben gazeteci değilim kendimi Yıldırım Doğan’ın deyimi ile yazar-okur olarak görüyorum ve umarım da öyle kalırım. Medyada alışılmışın dışında bir çevre haberi görüyorsanız bunun altında bir şeyler aramak artık normalleşti, çoğu yazı bilim adamlarının görüşü alınmadan ajanslardan kopyalanıyor, bir bilgi kirliliği içinde gidiyor asla düzelme şansı yok. Son yıllarda sağ kesimden yazarların da çevre duyarlılığının arttığını görüyoruz bu çok doğal iki temel nedeni var bincisi pastadan pay kapmak ikinisi son 20 yılda artan doğada kutsallık arama modasının bir uzantısı. Doğal olaylarda olağanüstülük arayıp bunu ısıtıp sunarak rant elde etmeye çalışıyorlar. Sivrisinekteki mucize, arının kanadındaki sır gibi haberler ile. Doğayı işlevsel sevme alışkanlığı yarattığı için saçma buluyorum. Yani sivrisineğin bile görevi var ve biz onu korumalıyız anlayışı benim sevgi kavramımın çok dışındadır. Bunlar insan merkezli egoist yaklaşımlardır. Bu insanlar bir çiçeği sadece çiçek olduğu için sevemezler.

Takip ettiğiniz çevreci yayınlar/bölümler/köşeler var mı?


Yurt içinde ve dışında hemen her ciddi yazıyı takip ediyorum. Akademisyenlik meselğim de olduğu için bu bir parça da zorunluluk.

Evimiz Yerküre ile ilgili planlarınız, hayat geçirmek istedikleriniz nelerdir?


En çok istediğim şey daha genç ve hevesli yazarlara yer vermek, onların yazdıklarında doğa sevgisi gerçekten var oluyor, bağımsız ve içlerinden geldiği gibi yazabiliyorlar. Ben de onları okumaktan çok keyif alıyorum, evimiz yerküre okuyucuları da aynı keyfi alırlar ise harika bir iş yapmış oluruz.

Eklemek istedikleriniz...


Teşekkür ediyorum.

26 Mart 2009 Perşembe

Beşiktaş adayları ve çevre

Beşiktaş belediye başkanı adaylarında Hamit Hatipoğlu (Saadet Partisi) kendilerine gönderdiğim Doğa Derneği'nin listesindeki sorulara şu cevabı gönderdi.

Mevcut doğal zenginliklerimizin korunması, doğayı tehdit eden yapılanmaların engellenmesi ve doğal tahribatların ortadan kaldırılarak orta ve uzun vadeli olarak doğal çevreye geri kazandırılması olarak ifade edeceğimizi ‘çevre koruma stratejisi’ doğrultusunda politikalar belirleyeceğiz. www.hamithatipoglu.com adresimizde bulunan programımızda göreceğinizi gibi, çevre merkezli birçok hedefimiz bulunmaktadır.www.yesilgundem.blogspot.com adresinde belirttiğiniz soru başlıklarını cevaplandıracağız. İnsanlığın ortak hassasiyetini korumak için gösterdiğiniz ilgi ve yürüttüğünüz çalışmaları sebebi ile teşekkür ederiz.

Saadet Partisi Beşiktaş Belediyesi Başkan Adayı
Hamit Hatipoğlu.

23 Mart 2009 Pazartesi

Alternatif Su Forumu’ndan izlenimler


Alternatif Su Forumu’na (ASF) gitmek için Cumartesi sabahı 9:30’da Taksim’e çiktim. ”Türkiye’de ve Dünyada Su Politikaları” başlıklı açılış toplantısı 10:00’da başlayacaktı. Önce Dünya Su Forumu’na (WWF) gideceklerini düşündüğüm kalabalık bir yabancı grup da ASF’nin yapılacağı Santralİstanbul’a gitmek için servis bekliyordu. Ögrenci, aktivist, katılımcı dolu servisler ardı ardına kalktı. Yer bulamayanlar taksilerle Forum’a yetişti. Vardığımda katılımcılar kayıtlarını yaptırmış toplantı salonunun dışındaki standlara göz atıyorlar ve birbirleriyle konuşuyorlardı. Görebildiğim standlar şunlardı: Yeşiller, SODEV, Küresel BAK, Heinrich Boll, Sosyalist İşçi, International Rivers, ATTAC Su Koordinasyonu, Avrupa Kamusal Su Ağı, Express Dergisi ve Kitabevi. 10:30’da toplantı başladı. Yabancı katılımcıların çokluğu dikkat çekiciydi. Programda 7’si yabancı 11 konuk açıklanmıştı. Moderatörler her konuşmacının 7 dakikası olduğunu söyleyerek ilk sözü Avrupa Parlamentosu üyesi Roberto Musacchio’ya verdi. Musacchio, su hakkından ve suyun kamusal olmasından söze girerek, su mücadelesinin iklim değişikliğine ve özellikle Kopenhag sürecine bağlanması gerektiğini söyledi . Küresel su hareketinde sivil toplum örgütlerinin, işçi sendikalarının ve yerel yönetimlerin beraber çalıştığını söyleyerken su yönetimi için daha demokratik ve katılımcı bir modelin gerekliliğini vurguladı. Ardından sözü alan ÖDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras katılımcıların Newroz’unu kutladı ve « Kimliğimizi, tarihimizi su ile dolduruyorlar. Uluslararası sermaye ile toplumun çıkarlar çatışırsa ne olur ? Bizim cevabımız Alternatif Su Forumu oldu” dedi ve Newroz kutlamasına gitmek üzere forumdan ayrıldı. COMDA Mexican Committee for the Defense of Water Rights’tan Claudia Campero, 2006 yılında Mexico’da düzenlenen 4.WWF’ye karşı büyük bir koalisyon kurduklarını, sadece karşı çıkmakla kalmayıp suyun yönetimine dair önerilerini de sunduklarını belirtti. Campero, Meksika ile Turkiye’nin yıkıcı su politikalari ve özelleştirme konusunda benzeştiğine dikkat çekerek « Eğer Dünya Su Forumu Türkiye’ye geldiyse bu boşuna değildir, sizi politikalarınız nedeniyle ödüllendireceklerdir » dedi.

Movimenti dell’Acqua

World Water Contract’tan Emilio Molinari, suyun ekonomik bir meta haline geldiğini, çokuluslu şirketlerin su politikalarına ve WWF’ye karşı çıkmanın yolunun ASF olduğunu söyledi. « ASF’yi örgütlemeyip sorunları sadece WWF’de dile getirmiş olsaydık WWF’yi meşru kılmış olacaktık » diyen Molinari, su hareketinin alternatif forumları, yerel forumları ve yerel yönetimleri içine alabilmesinin önemine değindi. ASF’nin Kürt hareketinin su ile ilgili sorunlarını uluslararası bir topluluk önünde dile getirmesi için önemli bir fırsat olduğunu ve su hareketinin çokuluslu şirketlere karşı küresel ağlar (network) örgütlediğini belirten Molinari, Toprak hareketinin (MST, Via Campesina) Su hareketi ile birleşmesi gerektigini belirtti. (Bu kısımda çeviri ile iligili bir sorun vardı, olmayan İtalyancam ile bu şekilde not aldım belki biraz yorum katmış olabilirim bu cümleye). Molinari’nin değindigi son önemli nokta ise politikanın ilk basamaği olan yerel yönetimler ile birlikte bir network kurmanın gerekliliğiydi. Molinari Public-Public Partnership/Kamu-Kamu Ortaklığını savundu. (Bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Express dergisinin Su’ya ayırdığı Mart özel sayısında- - DSİ’de üst düzey görevlerde bulunmuş bir bürokrat ile yapılan söyleşide şunlar dile getirilmiş : Asıl tehlike üç P ! Birinci « p » public, yani kamu veya devlet. İkinci « p » private, yani özel. Üçüncü « p » de partner yani ortaklık. Yani kamu-ozel ortaklığı. Su konusunu bu modelle özel sektöre açma eğilimi var. Çok iyi biliyoruz ki, kamu özel ortaklıklarında zararı kamu öder ; kâr özel sektöre kalır. Molinari, toplumsal hareketler ile yerel yönetimleri iki kamu olarak değerlendirerek ortaklıkta buluşmalarını salık veriyor. Devletler ile ilişkiler ne olacak sorusunun cevabına da İspanya FNCA’dan (Foundation For a New Water Culture) Pedro Amojo’nun konuşmasında rastlamak mümkündü. Küresel bir su krizi ile karşı karşıya olduğumuzu hatırlayan Amojo, dünya çapında bir ittifak ihtiyacından bahsediyor ve bu ittifakın sadece hareketlerle kısıtlı kalmamasını, yerel yönetimleri ve hükümetleri de – özellikle Latin Amerika hükümetlerini- kapsaması gerektiğini savundu. Yeşiller Partisi eş sözcüsü Ümit Şahin 19 Mart tarihinde Radikal’de yayınlanan makalesinde bazı Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinin suyun bir insan hakkı olduğu ve kamusal olarak yönetilmesi gerekçesiyle Dünya Su Forumu’nun yayınlamak istediği Su Mutabakatı’ni reddetmeye hazırlandıklarını duyuruyordu. Amojo, sorunun su azlığı değil, suyun kalitesi ve ulaşılabilirliği olduğunu ileri sürdü ve « Neoliberal politikalar, özelleştirmeyi ve deregülasyonu dayatıyor ama piyasa su yönetimi için uygun bir araç değil. 21. yüzyılda modern alternatiflerimiz var. Temiz teknolojiler ve sürdürülebilirlik temelinde yeni kamusal katılım bunlardan iki tanesi »dedi.

İklim değişikliği ve su

Campaign Against Climate Change – İngiltere’den Jonathan Neale, bilimsel tahminlere göre 10-20 yıl içinde iklim değişikliğinin tepe noktasına ulasacağına söylerek sözlerine başladı. İklim değişikliğinin başlıca sonuçlarının açlık, mülteciler ve savaşlar olacağını iddia etti. Darfur ile bu sonuçlar arasında özdeşlik kuran Neale « Darfur 40 yıldır iklim değişikliğini yaşıyor, eger hızlı davranılmazsa Türkiye ve dünyanın birçok yeri Darfur gibi olacaktır » dedi. Neale’in çözüm önerilerini de sıraladı : Yenilenebilir enerjiler, binaların yalıtımı, toplu taşıma. « 2009 sonunda Kopenhag’da büyük bir gösteri düzenleyeceğiz, doğrudan eylem yapacağız. Ayrıca tüm başkentlerde de gösteriler düzenleyip Kopenhag’daki aktivistlerin yalnız olmadığını, tüm dünya icin konuştuklarını göstereceğiz » diyen Neale bunu bugünden örgütlemek için herkesten kartivizitini istedi ve kendisininkini de vereceğini söyleyerek konuşmasını tamamladı. Küresel BAK sözcülerinden ve Mor ve Ötesi grubundan Kerem Kabadayı, NATO ve WWF gibi demokratik ve şeffaf olmayan kuruluşların toplantıları düzenlendiğinde alınan aşırı güvenlik önlemlerine artık alıştıklarını katılımcılara iletti. Türkiye’de yıllardır kalkınma paradigması etrafında Türkiye’nin su zengini olduğu ve bölgede su kaynaklarına sahip olduğu için söz hakkının bulunduğu gibi bir mikro-emperyalist ülke portre çizildiğinden bahsetti. Kenya’dan Turkana Gölü Dostları’ını temsilen ASF’ye katılan Ikal Angelei, katılımcıları Afrika gerçeği ile bir kez daha yüzleştirdi. Angelei, insanların su bulabilmek için hergün 20 km yürüdükleri, çocukların okula gitme nedenlerinin bedava yemek olduğu bir yaşamı anlattı. Barajların ve iklim değişikliğinin tehdit ettiği Omo nehri yok olursa herkesin savaşmaya başlayacağını ve kazanın şanslı olacağını belirten Angelei, yağmacıların öksüz bıraktığı 3 aylık bebeğin durumunu ağlayarak anlattı.


Suyumuza ve tarihimize sahip çıkalım

Hasankeyf’i Yaşatma İnsiyatifi adına Diren Özkan, konuşmasına katılımcıların Newroz’unu kutlayarak başladı. “Farklılıklarımız ile biraradayız. Ortak mücadele kararlığını göstermek için buradayız. Birliktelikleri arttırmak ve birbirimizi anlamak için buradayız” diyen Özkan, Hasankeyflilerin hissettiklerini ve mücadelelerini paylaşmak için bir mektup okudu. Mektuptan aklımda kalanlar şunlar oldu:” Tarihimizi boğdurmayacağız. Ilısu Barajı, insan eliyle hazırlanmış bir Nuh tufanıdır”.Munzur’u Koruma Kurulu’ndan Yılmaz Yurdakul, baraj ve özelleştirme karşıtı hareket olarak WWF’in meşru olmadığını ve kendilerini bağlamayacağını söylemek için ASF’de olduklarını belirtti. Oldukça politik ve ajitatif konuşmasında vurguladığı konular şunlar oldu: “ Suya, ekmeğe ve tarihe sahip çıkacağız, su bir meta değildir ve şirketlere devredilemez”. Allianoi İnsiyatifi sözcüsü 1998’da başlatılan kazıların son 2 yıldır yapılamadığını iletirken Munzur ve Hasankeyf’e atfen “Birbirimizden kopmayalım, birbirimizle buluşalım” dedi ve bu ve benzeri toplantıları Allianoi’de 250 yıllık meşe ağacının altında yapmaya çağırdı. International Rivers örgütünden Peter Bosshard, WWF’de Riskli Barajlara Hayır (No Risky Dams) yazılı bir pankart açtıkları için gözaltına alınan ve sınırdışı edilen Kathrin Schneider ve Payal Parekh ile dayanışma gösteren Türkiyeli aktivistlere, avukatlara ve sivil toplum örgütü temsilcilerine teşekkür etti. Catherine’in Berlin’e ve Payel’in de Fransisco’ya döner dönmez WWF’ye karşı mücadelelerine devam edeceklerini belirtti. Açılış toplantısının belki de en önemli konuğu Birleşmiş Milletler (BM) Asamblesi Su Danışmanı Maude Barlow, WWF’de yaptığı basın toplantısının ardından gazeteciler tarafından abluka altına alındığı için ASF’ye gelmekte gecikti. ASF organizatorlerinden ve açılış toplantısının moderatörü Gökşen Şahin, Barlow’un belki de WWF’nin bir daha yapılamayacağını müjdeleyeceğini belirtti. Kendisini bekleyemeden Dünya Su Forumu’na gitmek için Santral İstanbul’dan ayrıldım. Aklımda kalan yerli konukların mücadele azmi, şevki ve kararlı konuşmalarıyla yabancı konukların su mücadelesinin nasıl yürütülmesi ve kimlerle biraraya gelinmesi gerektiğine dair düşünceleriydi. Hintli bir aktivistin şişelenmiş su satan makinenin üzerine iliştirdiği not ise halimizi özetler gibiydi. “Suyun özelleştirilmesinden bahsediyoruz ama şişelenmiş su satın almak zorunda kalıyoruz çünkü Alternatif Su Forumu’nda içme suyu yok.”
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...