kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2012 Salı

İki yeni kitap


26 yıl önce, düşman, 26 Nisan 1986 Cuma gece yarısından sonra Ukrayna’nın Kiev kentindeki 30 bin nüfuslu Pripyat kasabası yakınlarındaki Çernobil Atom santralinin 4 numaralı reaktörünü patlattı; bir-iki saat içinde Pripyat’ı ve hızla bütün Ukrayna, Belarus ve Rusya’yı işgal etti. Daha sonra Doğu Avrupa’ya ve 4 Mayıs gece yarısı Türkiye’ye havadan saldırdı ve 5-6 Mayıs 1986’da, yağan yağmurla birlikte özellikle Marmara ve Edirne çevresini ardından Batı ve Doğu Karadeniz’i karadan-havadan işgal etti.

Bu kez düşman, işgal biçimi ve süresi daha önce görülmemiş biçimdeydi. İşgalden, en fazla çocuklar, ama en çok da işgalden 0-6 yıl önce doğanlarla, 0-6 yıl sonra doğacaklar etkilendi. Çünkü işgalci, çocukların derilerine ve akciğerlerine ve anneleri onlara hamile iken tükettikleri “ota, süte, ete/umuda, hürriyete”; açık havada yetişen tüm besinlere, süt ürünlerine ve çaya yıllarca radyasyon yağdırdı. Çocukların kemik iliklerini, tiroid bezlerini ve işgal ettikleri tüm ülkelerin erkekliğini ve kadınlığını yıllarca radyasyon bombardımanına tuttu, hâlâ tutuyor. Ve şimdi bu çocuklar 20-32 yaşında ve işgalin hâlâ sürdüğünü bilmedikleri için düşmanın karargâhını Akkuyu’ya ve Sinop’a kurmasını isteyenleri iktidara getiriyorlar.

Ey Çernobil gençliği! Ve sizlerin atom bombası denemeleri kuşağı anne ve babalarınız!

Bu kitap, sağlığınızı, çevrenizi ve insan haklarınızı rehin alanların ve sizi radyasyon tutsağı
yapanların geçmişte size yaptıklarını ve bundan sonra yapacaklarını görmenizi, bilmenizi,
anlamanızı ve onları vicdanlarınızda yargılamayı amaçlamaktadır.

Çernobil Halk Mahkemesi
Çeviren :Umur Gürsoy
Yeni İnsan Yayınevi
Nisan 2012
298 Sayfa
18 TL
 Yeşil Ekonomi
Editörler. Ahmet Atıl Aşıcı – Ümit Şahin

Yetmişlerin başında “Büyümenin Sınırları” raporu yayınlandı. Rapor basit bir soruya cevap arıyordu: Büyüme ya da kalkınma daha ne kadar sürdürülebilir?

Raporun bu basit ama önemli soruya verdiği cevaplar, geride kalan 40 yılda birer kehanet gibi gerçekleşmeye başladı. Ancak görmeyen gözlere, duymayan kulaklara bu kehanetler hala ulaşamıyor. Neyse ki kendini yarınlardan sorumlu tutan insanlar hâlâ var!

Yeşil ekonomi, bir ekolojik sıçrama öngörüyor. Dünyanın biyolojik kapasitesi, insanların büyüme arzularını karşılamıyor. Bugün her insan gelişmiş Batı ülkeleri kadar tüketseydi 3 dünyaya daha ihtiyacımız olurdu. Bu tüketim toplumu hala sürdürülebilir mi?

Sorular bitmiyor: Yeşil ekonomi bir çıkış yolu mu? Yoksa yeni bir ütopya mı? Kapitalizmi yeşile boyamak mı? Yoksa kapitalizmden çıkış için gereken ekonomik dönüşümün başlangıcı mı? İhtiyaçlarımızın ne kadarı gerçek? Mutluluk ekonomisi mümkün mü?

Elinizdeki derleme bu soruların cevaplarını ararken Türkiye’de alanında yayımlanan ilk  kitaplardan biri olma özelliğini taşıyor. Kitap teoriyi, somut politika önerileriyle birleştiriyor.
İTÜ’de öğretim üyesi olan iktisatçı Ahmet Atıl Aşıcı’nın ve yeşil düşünce alanında önde gelen düşünürlerden biri sayılan Fransız iktisatçı Alain Lipietz’in yazıları yeşil ekonomi ve yeşil yeni düzenin teorik ve tarihsel arka planını ele alırken, Avrupa Yeşilleri’nin yeşil ekonomi üzerine hazırladığı yazılar somut, uygulanabilir ve reformcu politik önerilerin içerdiği olanakları gösteriyor.
Önsöz:YükselSelek
Sunuş: Ümit Şahin

Yeşil Ekonomi
Editörler. Ahmet Atıl Aşıcı – Ümit Şahin
Yeni İnsan Yayınevi
Nisan 2012
8 TL.

12 Nisan 2012 Perşembe

Tarım Arazilerinin Korunması ve Etkin Kullanımı


TARIM ARAZİLERİNİN KORUNMASI VE ETKİN KULLANILMASINA YÖNELİK POLİTİKALAR-
 Pınar TOPÇU
Dünya nüfusunun giderek arttığı ancak verimli toprak miktarının azaldığı
gerçeği dikkate alındığında, toprak materyalinin planlı ve rasyonel olarak
kullanılması, sanayileşme ve kentleşmenin yanı sıra ekonomik büyüme sağlanırken beraberinde doğanın tahribine ve kirlenmesine engel olunması ve gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir ortam bırakılması önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda, bu çalışmanın temel amacı; ülkemizdeki tarım arazilerinin tarım dışı kullanımının sınırlandırılmasına ve bu arazilerin uygun şekilde yönetiminin sağlanmasına yönelik politikalar geliştirmektir.
Çalışma kapsamında, Türkiye’deki toprakların ve arazilerin kullanımının
tarihçesine değinilerek, tarım arazilerinin mevcut sorunları ve tarım arazilerinin tarım dışı kullanımının boyutları ele alınmıştır. Ülke örnekleriyle de zenginleştirilen çalışmada, bilgi altyapısının önemi ve tarım arazilerine yönelik bilgi altyapısının geliştirilmesi hususunun gerekliliği üzerinde durulmuştur. Çalışmada yöntem olarak; literatür taraması yapılmış, uygulanan kamu politikaları ve yasal düzenlemeler incelenmiş ve tarım arazilerinin korunması ve kullanılmasına yönelik paydaşların görüş ve yaklaşımlarının değerlendirilmesi amacıyla anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın sonucunda, tarım arazilerinin daha etkin şekilde kullanılması ve korunması, tarım dışı kullanımlar için alternatif arazilerin belirlenmesi ve tarıma elverişli olmayan arazilerin değerlendirme şeklinin tespitine yönelik işlemlerin hızla tamamlanması gerektiği vurgulanmıştır. Çalışmada ayrıca, tarım arazilerinin korunması ve kullanılması konusunda ilgili paydaşların yaklaşımını analiz etmek amacıyla gerçekleştirilen anket çalışmasının bulgularından da faydalanarak, Türkiye’deki tarım arazilerinin en önemli sorununun tarım dışı kullanım olduğu ve tarım dışı kullanımın ise en yaygın kentleşme alanında görüldüğü sonucuna ulaşılmıştır. Bu bulgular ışığında, Türkiye’de tarım arazilerinin korunması ve etkin kullanımına yönelik politika önerileri sunulmuştur.

10 Nisan 2012 Salı

2 Nisan 2012 Pazartesi

EKO IQ’nun 16. sayısı çıktı!

“Sürdürülebilirlik Artık Kesinlikle Bir Rekabet Unsuru”

CSR Consulting Turkey’nin kurucu ortakları Özlem Çevik Koper ve Bahar Keskin uyarıyor: Sürdürülebilirlik artık bir rekabet unsuru.

· Türkiye’nin Ekolojik Bilançosu: Borcumuz Var!

Küresel Ayak İzi Ağı işbirliği, MAVA Vakfı ve Garanti Bankası’nın da katkılarıyla Ekolojik Ayakizi, Türkiye için ilk kez hesaplandı. Sonuç: Evet, ekolojik limiti aşıyoruz.

· “Dikkat, Odada Fil Var!”

Mart ayında ülkemize gelen Greenpeace Genel Direktörü Kumi Naidoo, EKOIQ’ya konuştu. Naidoo, “Greenpeace olarak, eğriye eğri, doğruya doğru deriz” diyor.

· Yeşili Biliyoruz Ama Almıyoruz (Şimdilik)

Türkiye’nin ilk yeşil tüketim araştırması Sürdürülebilirlik Akademisi, GFK Türkiye ve Schneider Electric işbirliğiyle hazırlandı. Raporda çıkan sonuçlarına göre tüketicilerin yüzde 86’sı genel geçer bir yeşil ürün tanımı yapabiliyor ama katılımcıların sadece yüzde 19’u düzenli olarak yeşil ürün kullanıyor. Araştırmanın detayları EKOIQ’da...

· Sevilen kitap eleştirmenlerinden Heyzen Ateş de bundan böyle her ay EKOIQ’da: Edebiyat’ta Son’un Başlangıcı; Le Guin, Lawrence ve Atwood…

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.


22 Şubat 2012 Çarşamba

Sosyal Sorumluluk Toplulukları Bahçeşehir Üniversitesi'nde

İlki 2-3-4 Aralık 2011’de Pamukkale Üniversitesi’n de yapılan Sosyal Sorumluluk Toplulukları Zirvesi’nin (STZ) ikincisi 2-3-4 Mart 2012 tarihlerinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek. Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü’nün ev sahipliğinde düzenlenecek organizasyonda farklı illerden, 16 ayrı üniversiteden 19 öğrenci kulübü katılacak. Aralarında Çevre Kulüpleri, Arama Kurtarma, Sosyal Sorumluluk gibi pek çok çeşitli öğrenci kulübü bulunuyor. Pamukkale Üniversitesi Yeni Ufuklar Kulübü’nün ev sahipliğinde düzenlenen zirvenin ilkinde Ulusal Sosyal Sorumluluk Kulüpleri Birliği’nin(USKB) kurulması kararı alınmıştı. Zirvenin ikincisinde ise bu kulüplerin ortak çalışmasıyla ulusal sosyal sorumluluk projesi belirlenecek ve en kısa zamanda hayata geçirilecek.

ETKİNLİĞE KATILACAK OLAN KULÜPLERİN TAM LİSTESİ :

Akdeniz Üniversitesi Bilinçli Gençler Topluluğu

Anadolu Üniversitesi Doğa ve Çevre Kulübü

Dumlupınar Üniversitesi Arama ve Kurtarma Kulübü

İstanbul Teknik Üniversitesi Gönülülük Kulübü

Koç Üniversitesi Ku Gönüllüleri

Marmara Üniversitesi Güneşin Çocuklarına Yardım Kulübü

Pamukkale Üniversitesi Yeni Ufuklar Kulübü

Sakarya Üniversitesi Toplum Gönülleri Kulübü

Yalova Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

Işık Üniversitesi Çevre Kulübü

Işık Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

ONSekiz Mart Üniversitesi Özel Eğitim Topluluğu

Sakarya Üniversitesi Çevre Kulübü

Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Sorumluluk Kulübü

Osmangazi Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Kulübü

Anadolu Üniversitesi Gönüllü Toplumsal Hizmetler Kulübü

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü

Bahçeşehir Üniversitesi SOLUK KAFE


21 Şubat 2012 Salı

Güvenlik, adalet ve doğal kaynakların korunması


Bertrand Russell, 1948 yılında BBC'nin Reith Konferansları'nda yaptığı “Otorite ve Birey” başlıklı konuşmasının bir bölümümde hükümetin üç temel amacı olması gerektiğini söyler: Güvenlik, adalet, doğal kaynakların korunması:

The primary aims of government, I suggest, should be three:security, justice and conservation.[...] Conservation, like security and justice, demands action by the State. I mean by “conservation” not only the preservation of ancien monuments and beauty-spots, the upkeep of roads and public utilites, and so on. These things are done at present, except in time of war. What I have chiefly in mind is the preservation of the world’s natural resources. This is a matter of enormous importance, to which little atention has been paid. During the past hundred and fifty years mankind has used up the raw materials of industry and the soil upon which agriculture depends, and this wasteful expenditure of natural capital has proceeded with ever-increasing velocity. In relation to industry, the most striking example is oil. The amount of accesible oil in the world is unknown, but certainly not unlimited; already the need for it has reached the point at which there is a risk of its contributing to bringing about a third world war. When oil is no longer available in large quantities, a great deal will have to be changed in our way of life. If we try to substitute atomic energy, that will only result in exhaustion of the available supplies of uranium and thorium. Industry as it exists at present depends essentially upon the expenditure of natural capital, and cannot long continue in its present prodigal fashion. (S: 59-64)

Authority and Individual

Bertrand Russell

Routledge

1949

9 Şubat 2012 Perşembe

Fransız Yeşil Siyasetinde Büyümenin Sınırlarından Küçülmeye

ÖZET

--- Son yıllarda politikacılar, ekonomistler ve farklı siyasi ve toplumsal perspektifteki aktivistler büyüme ve büyüme ekonomisi fikrine meydan okumaktadır. Ancak bu meydan okuma modernitenin kapsamlı kuramsal eleştirisinin bir parçasıdır ve “küçülme” kavramının kendisi sistemli bir şekilde tartışılmamış, 2006 yılının Nisan ayında bir grup aktivistin Fransa’da Küçülme için Parti’yi kurmasına dek parti siyaseti arenasına girmemiştir.---

Baykan, Barış Gençer(2007) 'From limits to growth to degrowth within French green politics', Environmental Politics, 16:3, 513 – 517.

Her ne kadar küçülmeye atıfta bulunan kaynak sayısı artmaktaysa da, kelimenin keskin sınırları olan bir tanımı bulunmamaktadır. Paris XI Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve küçülme hareketinin önde gelen isimlerinden olan Serge Latouche’a göre ‘Küçülme, radikal büyüme kuramı karşıtları tarafından kalkınma sonrası siyaseti için alternatif projeler önermemizi engelleyen ekonomik yerindelikten hepimizi kurtarmak için yaratılan bir terimdir. Esasında küçülme somut bir proje değil bir anahtar kelimedir’(Latouche, 2004: 18). Çıkış noktası oldukça net: dünyamızın sınırlı kaynakları sürekli büyümeyi imkansız kılar. Büyüme toplumları, mevcut ekonomik sistemin sürdürülebilir olmayışını ve bu sistemin sebep olageldiği çevresel ve toplumsal çöküşü görmezden gelerek bir duvara doğru koşuyorlar. Hükümetler büyüyen krizin temel nedenlerine müdahale etmekte başarısız oluyorlar çünkü bu nedenlerin çoğu doğrudan mevcut ekonomi politikalarıyla ilintili. Diğer taraftan, büyümenin vatandaşların refahı ve zenginliğin eşitlikçi şekilde paylaşımı için tek yol olduğu tartışılıyor. Tanınmış bir küçülme aktivisti ve akademisyeni olan Paul Aries (2005:3) küçülmenin ortaya çıkışını dört temel krizin bir arada varolmasına bağlıyor:

. Çevresel (iklim değişikliği);

. Toplumsal (artan eşitsizlik);

. Siyasi (siyasetten soğuma);

. İnsani (yönünü kaybetme).

Küçülme hareketi ise bu krizleri aşma amacıyla büyüme ekonomisine sarılan zengin toplumlarda küçülmeyi savunmaktadır. Hareketin kurucuları ekonominin tekrar yerelleşmesi, adem-i merkeziyetçilik, küçük ölçekli tarımın desteklenmesi, fosil yakıt kullanımının yasaklanması ve nükleer enerjiden kademeli şekilde vazgeçilmesi gibi çeşitli yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Bu önermeler kümesi, küçülme pankartı altında siyasi bir güç yaratmak için bir araya gelmiş çevresel hareketlerin, reklam karşıtı hareketin ve kalkınma sonrası ağlarının aktivistleri ile otonom entelektüellerin hazırlığı içinde olduğu geniş bir siyasi programı yansıtmaktadır.

Küçülmenin (la décroissance) bilimsel ve siyasi lugata girişi 1979’da Jacques Grinevald’ın Nicholas Georgescu-Roegen’in önemli eserlerini Fransızca’ya çevirmesi ile olmuştur. Georgescu-Roegen doğa kanunlarının koyduğu sınırların kaçınılmaz sonucu olarak küçülmeyi öne süren önemli bir ekonomisttir. Kuzey’de büyüme, Güney’de ise kalkınma yaklaşımı pek sorgulanmamıştır; ta ki bilimsel kanıtlara sahip adanmış bir aktivizm ‘büyümenin sınırlarını’ göstermekte başarılı olana kadar. Ekonomik etkinlikler ile çevreyi barıştırmaya yönelik çabalardan biri olan ‘sürdürülebilir kalkınma’ da eleştiri konusu olmuştur. Latouche’un sözleriyle; bu kavram ‘ekonomik büyümenin “kötü” yönlerini gizlemeye yönelik son girişimdir.

Ekonomik hesaplara çevresel öğelerin dahil edilmesi piyasa ekonomisinin doğasını ya da modernitenin mantığını değiştirmez’(Latouche,1999: 503).

Fransa’da küçülme hareketinin omurgasını dört dergi oluşturmuştur; Casseur de pub, Silence, Ecologist’in Fransızca baskısı ve la Décroissance. 1993’de Silence’ın küçülme üzerine hazırladığı özel dosyanın siyasi ve akademik tartışmalara hiçbir yansıması olmamıştır. Kalkınma Sonrası için Büyüme Karşıtları Ağı ve La Ligne d’Horizon gibi küçük örgütler hem Kuzey hem de Güney için kalkınmaya alternatif bulma konusunda etkili ama yavaş çalışmalar yürütmüşlerdir. 2002 yılında UNESCO’nun himayesinde, kalkınma sonrası hakkında uluslararası bir sempozyum düzenlenmiştir. Başlığı “Kalkınmayı bozmak ve dünyayı yeniden yapmak” olan sempozyum La Ligne d’Horizon ve Le Monde diplomatique tarafından düzenlenmiştir. Küçülme buradaki tartışmaların merkezinde yer almasa da tanınmış isimler olan Jose Bové, Ivan Illich, John Berger ve Wolfgang Sachs ile Kuzey’den ve Güney’den gelen sivil

toplum örgütleri tartışmayı derinleştirmiş ve kalkınma sonrası hakkında analizleri

yoğunlaştırmışlardır. Bundan bir yıl sonra küçülme hareketinin kilit aktörleri tarafından bu kez Lyon’da bir kolokyum düzenlenmiş ve Fransa, İtalya ve İsviçre’den katılımcılar bir araya gelmiştir. Küçülme lehine bireysel eylemler de yapılmıştır. 2005 yılında Ekolojist ve araştırmacı Francois Schneider ‘küçülme yürüyüşünü’ başlatmış ve 1500 km yürüyerek onlarca kasaba ve köyde halkla küçülme hakkında konuşmuştur. Onun bu eylemi yerel küçülme gruplarının oluşmasını sağlamıştır. 2001’den beri bir avuç küçülme aktivisti yerel seçimlerde sürdürülebilir küçülmeyi savunmaktadır. Eski Yeşiller Partisi üyelerinin (şimdinin küçülme aktivistlerinin) yerel seçimde bağımsız adaylar olarak yer aldığı Lyon’da kampanya sloganları ‘Gezegenimizin yenilenebilir kaynaklarını adil bir şekilde paylaşabilmek için üretimimizi ve tüketimimizi azaltalım’ idi. La Décroissance dergisi de küçülme fikirlerinin yaygınlaştırılması için etkili bir araç olmuştur. Makaleler, yorumlar ve dosyalar büyüme ekonomisinin toplumsal ve ekonomik sonuçlarına saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmamıştır. Yazarlar ekolojik kriz ve yenilenebilir olmayan enerji kaynaklarının tüketilmesi konularını provakatif ve putkırıcı bir tavırla ele almaktadır. En sık karşılaşılan örneklerden biri neredeyse her sayıda yer verilen “petrol tepe noktası” konusudur.

Derginin abonelik ilanında hicivli bir dille ‘abone olun yoksa gezegenimiz ölecek’ denmektedir. Her siyasi oluşumun başlarında gözlemlenebileceği gibi küçülme hareketinin ne olmadığının açıklanmasına çok zaman ayrılmıştır. Yukarıda sözü edilen eleştirilerin dışında insanlık, aydınlanma ve cumhuriyete belli belirsiz atıflarda bulunulmuştur. Derin ekolojinin ekomerkezci bakış açısının da eleştirildiği ‘küçülmenin sahte dostları’ özel dosyası şöyle bitirilmiştir; ‘Küçülme bir ekoloji hareketi olmasından önce belirli bir “İnsanlık” mefhumunu savunan bir mücadeledir’. Yeşil siyasetçilerin ısrarla ve bazen çok sert bir dille eleştirildiği dergide şimdiye kadar politik ekoloji üzerine kapsamlı bir analiz yayınlanmamıştır. Küçülme için Parti (Parti Pour la Décroissance-PPLD) muhalefette kalacağını ve dolayısıyla iktidara gelmeye çalışmayacağını açıkça beyan etmiştir. Dahası, 3500 kişiden az nüfuslu yerleşimler haricinde, parti üyeleri seçimi kazanırsa görev süreleri bitene kadar partiden istifa edeceklerdir. Aynı kural diğer partiler ya da hareketlerle işbirliği içindeki adaylar için de geçerlidir. Parti uygulanmak üzere kesin küçülme politikaları önermek yerine tartışmayı derinleştirerek fikirsel

savaşı kazanmaya çalışmaktadır. Küçülmenin yukarıdan aşağıya doğru bir değişim değil aşağıdan yukarıya doğru bir süreç olması gerektiğini iddia etmekte, buna neşeli bir ılımlılık ile ulaşılacağını, tersinin ise otoriteryanizme yol açacağını vurgulamaktadırlar. Yeni ve küçücük bir siyasi güç olsa da PPLD Fransa’daki her düzey seçimde aktif olmayı planlamaktadır. Temel hedef azami sayıda seçim bölgesinde aday göstermektir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılabilmek için 500 seçilmiş görevlinin imzasını almaları gerekmektedir. Gereken imzaların toplanmasına yerel gruplar yardımcı olabilecektir. Bu kadar hızlı bir şekilde bir siyasi partiye dönüşmesi hareketin içindeki herkesi heyecanlandırmamaktadır. Bazı tanınmış isimler hareketin gelişimini sekteye uğratacak ve aktivistleri siyasi parti oyunları oynamakla sınırlayacak bir partinin yaratılması için çok erken olduğunu düşünmektedir. Parti programının, Yeşil Parti muhalifleri birliği Ecolo ve Mouvement Ekolojist Bağımsızların programlarıyla tamamen aynı olup sadece ‘ekoloji’ teriminin yerine ‘küçülme’ teriminin konmuş olması göz önüne alınırsa bu eleştiriler haklı görünmektedir. Bu durum yeni bir siyasi terimin sahiplenilmesi yönünde bir acelecilik ve fırsatçılık hissi vermektedir.

Fransız siyasetinde küçülme nasıl evrilmektedir? Sürdürülebilir küçülme, bir toplumsal hareket aktivisti ve agro-ekoloji uzmanı olan Pierre Rabhi’nin 2002 yılında yürüttüğü cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasının temasıdır. Bu kampanya küçülme konusunda canlı bir tartışma başlatmış ve çeşitli siyasi çevrelerin ilgisini çekmiştir. Her ne kadar anti-prodüktivitizm Fransız Yeşiller Partisi'nin temel özelliklerinden birisi ise de, politikalarında bunu tam olarak yansıtmadıklarını iddia edenler olabilir. Bazı yorumcular küçülme hareketinin ortaya çıkışını, Yeşillerin Sosyalist Parti’ye yönelik pragmatik yaklaşımlarının icap ettirdiği kendi ekolojik gündemlerini ve anti-prodüktivitizm vaatlerinin arkasında durmaktaki başarısızlıklarına bir cevap olarak değerlendirmektedir. 2002’deki kampanya temaları –‘sürdürülebilir kalkınma’—küçülme hareketi tarafından sert bir dille eleştirilmiştir. Bu eğilim son zamanlarda değişmiş görünmektedir. Küçülme hareketinin ortaya çıkışı Yeşiller’in kendi içinde bazı tartışmaları tetiklemiştir. 2004’de parti üyeleri ’sürdürülebilir kalkınma’ önergesinin yerine geçecek ‘Seçici ve eşitlikçi küçülme ile sürdürülebilir bir geleceğe doğru’ önergesini kabul etmişlerdir. Yeni

önerge Yeşiller’in anti-prodüktivitizmin uzun soluklu temsilcileri olduğu gerçeğini vurgulamakta ve bu da somut amaçlar yerine hedeflenmiş küçülmenin tavsiye edilmesini gerektirmektedir. Yeşiller’in önde gelen üyelerinden meclis üyesi ve eski bakan Yves Cochet, 2007 seçimleri için Yeşiller adayının belirlenmesi sürecinde küçülme kampanyası yürütmüştür. Sosyalist Parti’de bile ‘büyüme dinine’ meydan okuyan bir önerge ancak küçük bir azınlık tarafından sunmuştur (Sosyalist Parti, 2005).

PPLD sol-sağ ayrımının neresinde durmaktadır? Bu soru derginin ilk birkaç sayısı boyunca süren tartışmalarda yer verilen bir konudur. Küçülme aktivistleri Fransa’daki, sol ya da sağ tüm siyasi partilerin büyüme ve prodüktivitizme dayalı bir toplum fikrini savunduğunu iddia etmektedir. PPLD’nin temel özellikleri onu tayfın soluna koysa bile onlar Parti Communiste Français (PCF), Ligue Communiste Révolutionnaire (LCR) ve Lutle Ouvriere (LO) gibi aşırı sol partileri Fransa’daki en prodüktivist partiler olarak görürler. Diğer taraftan PPLD’nin modernite eleştirisi nedeniyle küçülme sağ kanattan da yorumlanabilmektedir. Bazı sağ çevreler küçülme hareketinin yerelcilik ve ekonominin yeniden yerelleşmesi gibi önermelerini kabul etmekte ve bunları ulusalcı ve muhafazakar çerçevede yeniden tanımlamaktadır.

Küçülme fikri küreselleşme karşıtı hareket içinde de yankı bulmuştur. 2003’te Paris’te yapılan ikinci Avrupa Sosyal Forumu sırasında çevreciler, kalkınma sonrası örgütleri ve L’Association pour la taxation des transactions financie` res et pour l’aide aux citoyens (ATTAC) tarafından ‘Kalkınmanın geleceği var mı?’ başlıklı bir seminer düzenlenmiştir. Daha önce küçülme aktivistleri tarafından prodüktivist tavırları nedeniyle eleştirilen, Fransız siyasetinde küreselleşme karşıtı örgütlerin öncülerinden biri olan ATTAC büyüme hızının düşürülmesi için çağrıda bulunmaktadır ve 2007 manifestolarında kalkınmanın yerine küçülmeyi koymaları kuvvetle muhtemeldir. Hareketin gelişimi konusundaki pratiğe dönük sorulardan biri bu hareketin Fransız siyasetinde yeni bir istisna olarak kalıp kalmayacağıdır. Tartışmalar ve yayınlar sayesinde hareket kuramsal olarak ulusal sınırları aşmıştır. Uygulamada ise, İtalya’da aynı ismi – La Decrescita (Küçülme) – taşıyan bir birlik ve dergi kurulmuş ve İtalyan aktivistler Lyon ile Turin arasında açılması planlanan hızlı tren bağlantısına karşı protesto eylemlerinde yer almışlardır.

Küçülme yeni bir fikir değilse de, yeni bir siyasi çerçeve olarak parti siyasetine girişiyle yerleşmiş siyasi düzen ve toplumsal hareketlerin parametrelerini değiştireceği şüphesizdir. 1970’ler ekoloji hareketinin doğuşuna ve Yeşil partilerin ortaya çıkışına tanık olmuştur ve bunların bir çok yönden yerleşmiş siyasi düzene meydan okuyan oluşumlar olduğu yaygın şekilde kabul görmüştür. Kusurlarına rağmen küçülme hareketi yeşil başkaldırının devamı olarak değerlendirilebilir. Bir rakip olarak değil de yol arkadaşı olarak görülürse küçülme yeşil düşünce ve uygulamanın yeniden canlandırılmasına yardımcı olabilir. Fransız siyaseti gibi hasmane bir ortamda bile küçülme siyasetine yer vardır.

Hareketin başarılı stratejilerinden biri küresel çevresel sorunlar karşısında ne yapabileceklerini soran vatandaşlara cevaben gönüllü sadelik yaklaşımını ortaya koymasıdır. Söylemsel olarak küçülme fikirleri siyasi çevrelerde güçlü bir etki yaratmışsa da, küçülme hareketinin sağlam bir siyasi güç yaratma kapasitesi henüz ortaya çıkmamıştır. Çok çeşitli toplumsal ve siyasi hareketlerin neo-liberalizmle yüzleştiği bir bağlamda küçülme düşüncesi anti-prodüktivitizm etrafında bir siyasi projeye katılmak isteyenler için birleştirici rol oynayabilir. Diğer taraftan tüm devletlerin halkın refahını arttırmak ve zenginliğin paylaşımı için tek yol olarak gördüğü büyüme siyasetini izlediği modern bir dünyada, küçülme ütopik görünmektedir. Murray Bookchin söylediklerinde haklı olabilir: “Kapitalist bir piyasa ekonomisinde büyümenin sınırlarından bahsetmek savaşçı bir toplumda savaşın sınırlarından bahsetmek kadar anlamsızdır. Kapitalizmin büyümeyi sınırlandırmaya ikna edilmesi bir insanın soluk alıp vermekten vazgeçmeye ikna edilmesi kadar mümkündür” (Bookchin, 1990: 93–4).

Kaynaklar

Aries, P. (2005) ‘La décroissance, un mot-obus’, La Décroissance 26 (April).

Bookchin, M. (1990) Remaking Society (Palo Alto, CA: Cheshire Books).

Latouche, S. (1999) ‘The paradox of ecological economics and sustainable development’,

Democracy and Nature 5: 501–11.

Latouche, S. (2004) ‘Degrowth economics’, Le Monde diplomatique (English edition) November.

Socialist Party (2005) www.parti-socialiste.fr/congres2005/IMG/pdf/motion3.pdf


16 Ocak 2012 Pazartesi

Üç Ekoloji'nin 9. sayısı çıktı

Bu dosya, “gönüllü sadelik” yazısından yola çıktı. Daha doğrusu bu dosyanın yolunu Durukan Dudu’nun geçen sayıda yayınlanması gereken, ama geçen sayımız “yeşiller ve sosyalizm özel sayısı”na dönüşünce bu sayıya kalan yazısı açtı da denebilir.

Aslında ekolojik yaşam bir dosyanın değil, başlıbaşına bir derginin konusu olabilir. Zaten böyle dergiler de var. Örneğin geçtiğimiz aylarda genç yaşında yitirdiğimiz Victor Ananias’ın kurucusu olduğu Buğday dergisi, doğrudan ekolojik yaşamın öncülüğünü yapan, ekolojik yaşam denemelerinin yayılma zeminin oluşturan yayınlardan biriydi.

Ancak ekolojik yaşam deneyiminin farklı boyutlarıyla tartışılmasının, mümkün olduğunu kanıtlama çabasından daha zor olduğunu kabul etmek gerek. Ekolojik yaşam ana başlığının altında ele alabileceğimiz organik üretim, ekolojik tarım, permakültür, kent tarımı, balkon bahçeciliği, geçiş kasabaları, vejetaryenlik, ekoköyler, kır komünleri vb. mevcut endüstriyel sistemin kirli havasının içinden sıyrılarak o kadar temiz bir koku yayıyorlar ki, bu denemelerin ve örneklerin politik anlamı üzerinde düşünmek ve tartışmak kolay olmayabiliyor.

Bu dosyanın da bu tartışmayı başardığını iddia etmiyoruz. Ama meseleye yepyeni bir perspektifle yaklaşan, yani ekolojik yaşamın mümkün olabilmesi geçirmemiz gereken ilk zihinsel dönüşümü gönüllü sadelik kavramı çerçevesinde tartışan ilk yazı başya olmak üzere, dosya yazılarının tartışmaya başlamak için bir deneme olduğu söylenebilir.

Ekolojik yaşam bir ütopya da olsa, bir zorunluluk da, eleştirel bir yaklaşımı hak ediyor. Aslında bunu her şeyden önce ekolojik yaşam deneyimlerini başlatanlar, öncülük yapanlar ve hayatlarını adayanlar hak ediyor.

Biz de ölümünün hemen ardından yayına hazırladığımız bu dosyayı gönüllü sadelik ve ekolojik yaşam denince akla gelen en hakiki insanlardan Victor Ananias’a ithaf ediyoruz.

İLKSÖZ 5

DOSYA – Gönüllü Sadelik, Ekolojik Yaşam 7

Gönüllü Sadelik

Durukan Dudu 9

Marina Queiroz’la Söyleşi: Toprağı Avuçlayan Şehirlililer

Durukan Dudu 33

Toplumsal Permakültür Küresel İklim Değişiminin

Yaralarını Sarar mı?

Emet Değirmenci 42

Soruşturma

Oya Ayman, Erol Benjamin Scott, Ahmet Kizen, Mete Hacaloğlu 51

Rudolf Bahro’nun “Komünler Kurma Cesareti”ne Şerh

Ümit Şahin 61

POLİTİKADAN DÜŞÜNCEYE 69

Yüksel Selek’le Söyleşi:“İKD’den feminist harekete,

komünist ütopyadan Yeşiller Partisi’ne”

Ümit Şahin, Aysen Ataseven 71

YEŞİL DÜŞÜNCE KLASİKLERİ 99

Doğanın Sonu

Bruno Latour 101

ANISINA 115

Arne Naess

Ayşem Mert 117

KİTAP 121

Gücünü Topraktan Alan Bilgelik: Kadınlar

Ekolojik Dönüşümde

Aslı Tosuner 123

Sayfa Sayısı: 128

ISBN: 9786055895266

BARCOD: 9786055895266

FİYAT: 10 TL

9 Ocak 2012 Pazartesi

EKO IQ’nun 13. sayısı çıktı!

Durban’dan Sonra İş Başa Düştü

Bu yılki Taraflar Konferansı COP17 Güney Afrika Durban’da yapıldı. Bir iklim zirvesi daha tartışmalarla bitti. Bağlayıcı anlaşma şart mı? Türkiye neden günün fosili seçildi?.. Bütün bu soruların cevapları EKOIQ’da.

Durban’dan Sonra Top Yerel Yönetimlerde

Hükümetlerin iklim değişikliğiyle mücadele için bağlayıcı bir anlaşma için uzlaşması epey zor bir olasılık. Bu arada zaman geçmeye devam ediyor. Bu yüzden yerel yönetimlerin önemi giderek artıyor. Peki, yerel yönetimler neler yapıyor?

“Sizin Köyde Elektrik Bedava Diyorlar”

Borcu yüzünden elektriği kesilen bir köy ne yapar? Bursa’da bulunan Akbıyık Köyü sakinleri köyün tepesine rüzgâr türbini yaptırmaya karar vermiş ama hikâye burada bitmemiş. Akbıyık Köyü’nün renkli hikâyesi EKOIQ’da.

EKOIQ, MyClimate ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, karbon salımlarını denkleştirerek Türkiye’nin ilk karbon nötr dergisi olmayı başardı.

EKOIQ yeni yılın ilk sayısında kitap hediyeli! Derginin yayın yönetmeni Barış Doğru tarafından kaleme alınmış olan Umudu Yeşertenler kitabı, Ocak sayısında ücretsiz olarak veriliyor.

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.

Detaylı bilgi için:

Barış Doğru (Genel Yayın Yönetmeni) baris@ekoiq.com Tel: (0216) 412 72 13 /118

Abonelik için: Aslı Kaçar abone@ekoiq.com

Tel: (0216) 412 72 13 /133

6 Ocak 2012 Cuma

Yenilenebilir enerji haberlerinde regülasyon ve finansman öne çıkıyor.

Yenilenebilir enerjiler, gerek fosil yakıtların tükeneceği öngörüsü gerekse de iklim değişikliği ile mücadeledeki rolü sebebiyle son dönemde dünyada ve Türkiye'de daha çok gündeme geliyor. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığı, fosil yakıtların kullanılmasıyla seragazı emisyonlarının hızla artması, cari açığın yaklaşık yüzde 70'inin enerjiden kaynaklanması ve ülkenin güneş ve rüzgardaki potansiyeli yenilenebilir enerjileri önemini arttırıyor. Son yıllarda yazılı ve görsel basının yenilenebilir enerji kaynaklarına artan bir ilgiyle yaklaştığını gözlemliyoruz. Bu çerçevede 2000-2010 yılları arasında yenilenebilir enerji haberlerinin medyada ne sıklıkla ve ne şekilde yer aldığı, hangi konular üzerinden işlendiği ve yıllar içindeki dağılımını incelemek için Hürriyet, Zaman ve Sabah gazetelerinin internet sitelerinde bir tarama yaptık. Gazetelerin web arşivinde "yenilenebilir enerji" kelimeleriyle arama yaptıktan sonra çıkan haberleri inceleyerek gazetelerin editöryal sınıflandırmalarında ayrı şekilde haberin içeriğine göre bir sınıflandırmaya gittik. Taramayı bu üç gazete üzerinden ele almamızın başlıca nedenleri web sitelerinin izlenme oranları, ayrı medya gruplarına ait olmaları ve internet sitelerinin teknik olarak bu şekilde bir tarama yapmaya uygun olmasıydı. Bu araştırma değerlendirilirken haberlerin, gazetelerin web arşivlerindeki haber arama kısıtları ve kodlamadaki muhtemel çakışmalar göz önünde bulundurulmalıdır.

2000'li yılların başında sadece bir kaç habere konu olan yenilenebilir enerjiler, 2005 yılından itibaren gazetelerde daha sık ele alınmaya başlanmış. Üç gazetede yere verilen toplam 2284 yenilenebilir enerji haberininin yaklaşık yarısı ekonomi sayfalarında yer almış. Haber içeriklerine yakından bakıldığında yenilenebilir enerjilerin regülasyonu ve finansmanı öne çıkan konular olmakla beraber,uluslararası ilişkilerden iklim değişikliğine,bölgesel kalkınmadan siyasete kadar çok geniş bir yelpazede ele alındığı görülüyor. Hürriyet ve Sabah, finansman konusuna ağırlık verirken Zaman’da regülasyon haberleri daha çok yer alıyor.

Barış Gençer Baykan

Araştırma notunun tamamına ulaşmak için tıklayınız:

http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/wp-content/uploads/2012/01/ArastirmaNotu124.pdf

22 Aralık 2011 Perşembe

Yeşil Yurdun Canıdır


Yeşil Türkiye 1950-1951 yılları arasında 12 sayı yayınlanmış ve bu 12 sayıdan oluşan 1. cilt bugün bizlere kadar ulaşabilmiş. Dergi, Ankara’da Türkiye Matbaacılık ve Gazetecilik A.O. Yeni Matbaası’nda basılmış. Her sayının fiyatı 30 kuruş, 12 sayılık 1. cilt 350 kuruş değerinde. Derginin yazı işlerini Dr. İhsan Yurd fiilen idare ederken sahibi orman muavini, hukukçu ve şair Kerim Yund (1912-1997). Doğa ve ağaç konuları üzerine derlemeleri, hikaye ve şiir kitapları olan Kerim Yund’un yayınladığı başlıca eserler şunlar: Ağaç-Orman Üzerine Atasözleri ve Açıklamaları (1944), Prehistorik ve İlk Çağlarda Türklerde Ağaç Medeniyeti (1947), Çocuklara Tabiat Hikâyeleri (1948), Çam Kese Böceği (1952), İçel'den Yapraklar (1954), Türkiye Orman Umum Müdürleri Albümü (1959), Ormancılıkla İlgili Atasözleri, Deyimler, Dilekler, Mecazlar (1966). Yeşil Türkiye, Yund’un bireysel çabalarıyla çıkıyor ve dergide ele alınan konuların uzmanlarından da destek alıyor. Dergide, makale, fıkra, hikaye, şiir, karikatür ve bulmaca gibi çeşitli türlere yer verilmiş. 12 sayıda yayınlanan yazı bazı başlıkları ise şöyle. İçme suyu ve düşüncelerimiz, Ağaç yetiştirme kooperatifleri, Nüfus meselesi, Tabiat isyanlarını yatıştırma, Sıtma ve çeltik, Deniz ve denizci, Orman yangınları, Bahar çiçekleri, Plansız köycülük yerine planlı köycülük. Derginin okuyucularının çoğunlukla öğretmen, öğrenci, hukukçu, ormancı olduğunu öğreniyoruz.


Yeşil Türkiye İdeali

Yeşil Türkiye her ne kadar bir yayın adı olsa da herşeyden önce ormancıların bir
ideali olarak öne çıkıyor. Türkiye’nin kalkınması için hayatın her alanında modern yöntemlerin kullanılması ve bunları yaparken de orman varlıklarının korunması ve geliştirilmesi hedefi dergide sıkça işleniyor. İlk sayıda Faruk Şeker imzalı yazı amaçlarını şöyle tanımlanıyor. “Muradımız yalnız şehir ve kasabalarımızda park ve bahçe yeşillikleri görmek değil, memleketin kültür arazisi ve mera olmayan topraklarının baştan başa ormanla örtüldüğünü, yurdun iskan, tarım ve iktisat alanlarının emniyet altına alındığını görmektir.”

Yazının tamamını EKO IQ dergisinin 12. sayısında (Kasım-Aralık 2011) bulabilirsiniz.

Yazı: Barış Gençer BAYKAN, Bahçeşehir Üniversitesi/BETAM Araştırma Görevlisi

Fotoğraflar: Özgür GÜVENÇ

13 Aralık 2011 Salı

6 Aralık 2011 Salı

“Türkiye’de su krizini derinleştiren politikalar”paneli

Su Hakkı Kampanyası, dünyada ve Türkiye’de suyun özelleştirilmesinin, ticarileştirilmesinin tarihsel gelişimini, yarattığı sosyal, ekonomik, ekolojik, kültürel sorunları ve bu sorunların çözülmesine yönelik yine dünyada ve Türkiye’de alternatif arayışlarını ele alan bir araştırma kitabı hazırladı. Kitabı, “YENİ BİR SU POLİTİKASINA DOĞRU -Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler-” adıyla yayınlıyoruz.

Suyu en temel insan hakları arasında ve kamusal varlık olarak görmemek, kamusal hizmet alanı dışına çıkarmak, yönetimini ticarileştirmek, su kaynaklarını özelleştirmek; artan su faturalarına, su kaynaklarının borularla, şişelerle taşınmasına, tüm nehirlerin üzerine baraj ve HES’ler inşa edilmesine yol açarken; su krizinin ve suya erişimde var olan adaletsizliğin daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır.

Bütün bu olumsuzluklar karşısında, Amazon Ormanı’nın içlerinde dünya üzerindeki üçüncü büyük Belo Monte barajının yapımını durduran, Erzurum, Loç, Senoz, Yuvarlakçay, Ordu’da yeni HES’lerin yapılmasına direnen, Yusufeli, Ilısu, Yortan ve Munzur barajlarının ekolojik, kültürel, sosyal yıkımlarına dikkat çeken, dünya çapında binlerce topluluk sadece günlük yaşamlarını devam ettirebilmek için, temiz su ve sağlıklı yaşam koşulları için, suyun bir insan hakkı olarak tanınması, suyun tüm canlılar ve gelecek kuşaklar adına korunması için, su kaynaklarını hükümetlerin ve şirketlerin talanına karşı korumanın mücadelesini vermekteler.

10 Aralık Cumartesi günü “YENİ BİR SU POLİTİKASINA DOĞRU -Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler-” kitabının yazarı Dr. Akgün İlhan, Doç. Dr. Ali Kerem Saysel, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nden Ercan Ayboğa’nın katılımıyla “Türkiye’de su krizini derinleştiren politikalar” başlığı altında su sorununu ve alternatif çözüm önerilerini ele alacağız.

Panelde sizleri de aramızda görmekten büyük memnuniyet duyacağız.

“TÜRKİYE’DE SU KRİZİNİ DERİNLEŞTİREN POLİTİKALAR” PANELİ

Dr. Akgün İlhan (Barcelona Otonom Unv. ICTA)
Doç. Dr. Ali Kerem Saysel (Boğaziçi Unv. Çevre Bilimleri Enstitüsü)
Ercan Ayboğa (Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi)
Moderatör: Nuran Yüce (Su Hakkı Kampanyası)

Tarih: 10 Aralık 2011, Cumartesi, Saat: 14.00
Yer: Taksim Hill Otel-Sıraselviler Cad.No:5, Taksim/İSTANBUL

İrtibat Tel: +90 212 292 34 39 E-posta: bilgi@suhakki.org

5 Aralık 2011 Pazartesi

Enerji Verimliliği Projesine isim aranıyor

British Council ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, “Binalarda Enerji Verimliliği Kamuyoyu Farkındalığı” projesi gerçekleştiriyor. British Council bu projede, yeni yapılan binaların alması zorunlu olan, mevcut binaların da 2017’ye kadar edinmesi gereken “Enerji Kimlik Belgesi” ile ilgili olarak bina sahiplerinin konuyla ilgili olarak bilgilendirilmesi konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ortak bir çalışma gerçekleştiriyor. İngiltere örneğinden yola çıkılarak yapılan çalışmada herkesin binasıyla ilgili mevcut bilgiye sahip olması ve doğru ve etkili iyileştime önerilerine ulaşabilmesi hedeflenmekte.

Proje dahilinde herkesin internet ortamında kullanılabileceği bir bilgisayar programı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve British Council web sitesi üzerinden Ocak 2012’de kullanıma açılacak. Bu programa binanızla ilgili çok basit ve temel bilgiler girerek binanızın resmi olmayan “Enerji Kimlik Belgesi”ne ulaşabilecek, binanızın performansını yükseltebilecek önerileri de görebileceksiniz.

Proje yola çıkmaya hazır, yalnızca bir isim bekliyor. Projenin tanıtım metnini inceleyin. Yarışmaya katılın. Proje isim önerinizi gönderin. British Council ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından seçilecek ismin sahibi olma şansını yakalayın ve ödül kazanın,. Kazanan kişiye British Council’ın 2010 yılında düzenlediği İklim Değişikliğini Yakala Fotoğraf Yarışması’nda sergilenmeye değer görülen 20 fotoğraftan bir tanesini hediye edilecek . Fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz.Proje isim önerilerinizi 8 Aralık 2011, 18: 00’e kadar esra.saruhan@britishcouncil.org.tr adresine, konu bölümüne “ENERJİ” yazarak gönderebilirsiniz. E-gönderinize isminizi, soyadınızı ve telefon numaranızı eklemeyi unutmayın.

Ayrıntılı bilgi için

http://www.britishcouncil.org/tr/turkey-science-current-projects-energy-efficiency-in-buildings.htm

28 Eylül 2011 Çarşamba

Kitap: Rüzgarın Hikayesi

Yeni İnsan Yayınevi'nin bültenidir.

Metin Atamer, rüzgar enerjisi alanında Türkiye'nin en önemli isimlerinden biridir.

Oğlu'nun isteğiyle, tutkuyla bağlı olduğu ülkesini, temiz ve yenilenebilir enerji üreten bir ülke haline getirmeye karar verdi. Akdeniz'i, Ege'si, Kuzey'i, Güney'i güneş ve rüzgar potansiyeli ile iştah kabartan memleketinde bir tane bile rüzgar türbini dönmüyordu. Fosil yakıtların atmosferi ne kadar kirlettiğinin daha tartışmalı olduğu yıllarda, bir mucizeyi andıran rüzgar enerjisine yöneldi.

Çok geçmeden asıl mucizenin, bu ülkedeki bürokrasiyi, dar kafalılığı ve at gözlüklüleri geçmek olduğunu anladı. Ama bu güruh Atamer'in daha Talas yıllarından edindiği inatçılığı ve memleket sevdasını bilmiyordu.

Elinizdeki kitap bu mucizeyi anlatıyor.

Rüzgar zaman zaman sert esip fırtınalar yaratırken, kimi zaman meltem olup serinletirken, artık elektrik olup bizi aydınlatıyor. Bu iki rüzgar da meltemlerden, fırtınalardan geçip bir hikaye oldular. Artık dördüncü kitabıyla okurla tekrar buluşan Metin Atamer'in kaleminden.

Hem benim için, hem ülkem için, hem de oğlumun dileği olduğu için, bu konuya girmek gerektiğini düşündüm. Karşılaştığım bunca zorluğun nasıl üstesinden gelindiğinin anlatıldığı satırlardan, her okurun kendini bulacağı maceralar ve mitolojik hikayeler bu kitabın bir başka yönüdür. Okurken üzerinde çok düşündüğüm bir cümle vardı; Bir Azeri piri olan Abdolfazl Mostafavi‘nin söylediği bir cümle: “‘Adama ben yemek ısmarladım’ deyip gururlanma, ‘adam beni insan yerine koydu da benimle yemek yedi’ de.”

Rüzgarın Hikayesi

Metin Atamer

Yeni İnsan Yayınevi

ISBN: :978-605-5589-522-8

BARCOD: : 97860555895228

SAYFA SAYISI: 176

EBAT: 13,5X21

FİYAT: 10 TL

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Yeşil kitap kooperatifi


Son zamanlarda Twitter'ı bir dilek ağacı gibi kullandığımı farkettim. Çevre konusunda şu yapılsa ne güzel olur, şöyle bir organizasyona ihtiyaç var, şu konuya daha çok değinilse gibi. Dileklerim çoğunlukla çevre yayıncılığına dair oluyor. Türkiye'de ekolojik köylerin kitabının yazılması, yeşil mizaha ağırlık verilmesi, çevre tarihi üzerine yayınların yapılması, degrowth (küçülme) üzerine yayınların Türkçe'ye kazandırılması gibi. Peki bu kitapları ve çevirileri nasıl yayınlatacağız? Büyük kitabevleri henüz bu konulara girmeye yanaşmıyor. Çevre alanında uzmanlaşan -Yeni İnsan ve Sinek Sekiz- gibi yayınevlerinin ise imkanları her zaman el vermeyebiliyor değişik alanlarda belirli sayıda alıcısı olan kitapları yayınlayabilmeleri.

Okur ile yazarı buluşturmak
Okurlar olarak bu işin neresinden tutabiliriz diye düşünürken Radikal Kitap ekinde Zeynep Heyzen Ateş'in Ekonomist'teki bir makaleye dayanarak yazdığı "Okuyucular sevdikleri yazarları kurtarsın" yazısını okudum. Özetle okuyucular, yazılmasını istediği kitapları önceden para ödeyerek yazara doğrudan destek oluyorlar. Unbound (Ciltsiz) adlı web sitesi de okurlar ile yazarı bir araya getiriyor, eğer yazarın sunduğu kitaba okurlardan yeterli destek sağlanırsa kitap basılıyor. 10 pounda e-kitap, 20 pounda basılmış kitap+e-kitap, 50 pounda adınıza imzalanmış basılı kitap+ e-kitap sahibi oluyorsunuz. Devamı da var ama bizi ilgilendiren fikir. Buna benzer bir şeyi Türkiye'de uygulamak mümkün olur mu? Yaptığınız araştırmanın bulgularını paylaşmak veya bir kitabı çevirmek için büyük yayınevlerinin kapısını çalmanın yerine/yanısıra doğrudan okura gitmeyi denemek nasıl olur? Okurlar toplanıp bir kitabın çevirisi için profesyonel bir tercümana çeviri bedelini ödeyebilirler mesela.Sosyal medyanın imkanlarını kullanarak bunu başarmak olası. Düşünün 100 kişi 50 tl bağış yapsa ve karşılığında 5 kitap alsa bir kitabın çeviri ve dağıtım masraflarının büyük kısmı karşılanır. Türkiye'deki eko-köylerin hikayesini yazmak iki araştırmacının 3 ay temel masrafları yine ortak şekilde karşılanabilir ve araştırma sonucu kitap olarak yayınlanabilir. Arşivlerde çalışarak Türkiye'nin çevre tarihi üzerine kitap yazacaklara da bu şekilde bir fondan kaynak aktarılabilir. Bu dayanışmaya çevre stkları ve üyeleri, çevre dergileri ve yeşil blogçular da destek vereceklerdir diye düşünüyorum.

1 Temmuz 2011 Cuma

Ekolojik direnişten Su Perisi’ne mektuplar


Kışladağı’ını oydular

İçine siyanür doldurdular

Halkı halka kırdırdılar

Uyan insanoğlu uyan

Muammer Sakaryalı’nın, Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Kışladağ’dan mektup var” ( Su Perisi’ne Mektuplar) adlı kitabı Uşak Kışladağ’da siyanürle altın işleme madenciliğine karşı verilen yaşam mücadelesini anlatıyor. Sakaryalı, İnay Köyü Vicdan Hareketi adına otuzdört mektup yazmış. İnay’ın antik zamanlardaki adı Nais ya da İnais’miş ve Nais/İnais Helence’de “Su Perisi” anlamına geliyormuş. Aslında mektupların içeriği tanıdık. Kitabı okurken her sayfada aklınıza Bergama siyanürlü altına direniş, Kütahya’daki süyanür havuzları , Bolkar Dağları’nda, Çal Dağı’nda, Kaz Dağı’nda, Artvin Cerattepe’de altın madenlerine karşı gelenlerin başından geçenleri hatırlıyorsunuz. Hikaye 1990’ların ortasında altıncı şirketin Kışladağ’a gelmesiyle başlıyor. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan kamulaştırmadan sonra şirketin köy topraklarında su yolu inşaatına girişilmesiyle protestolar başlar. Danıştay, Kışladağ altın madenini kapatan yürütmeyi durdurmaya karar verir, maden Çevre Bakanlığı talimatıyla açılır. İşletmede 7 yıl boyunca 70 bin ton siyanür kullanılacak ve “Siyanür liçi yöntemiyle açık ocakta altın cevherinden ayrıştırılacaktır. Maden işletmesi sonrası 400 metre derinlikte 1000 metre çapında zehirli bir atık havuzu bırakılacaktır. Yer altı suyuna karışacak olan siyanür, arsenik, antimon, kurşun vb ağır metalleri harekete geçirecek ve yer altı suları zehirleyecektir.

27 Haziran 2006 günü Eşme’de yüzlerce insan hastanelere başvurur. Doktorlar kimyasal zehirlenme teşhisi koyarlar. “27-28 Haziran’da bölgeye yoğun yağmur yağmış ve rüzgarın yönü altın madeninden Eşme’ye doğrudur. Muhtemelen siyanürlü sıvının ph dengesi 10.5-11 arasında tutulamamıştı ve siyanür liç alanından atmosfere çok fazla hidrojen siyanür karışmış ve rüzgar yö

nü doğrultusunda yayılmıştır.”(s:60) Tabip Odası devreye girer ve gönüllü kişilerden kan örnekleri alınmaya başlar ama bu girişim durdurulur ve kanlara el konulur. Yetkilililer de yurttaşlardan kan, saç veya tırnak örneği alıp siyanür analizi yaptırmazlar.”Bakanlar, valiler, Uşak milletvekilleri konuşmadı, konuşturulmadı, sustular, sustular. Hala susuyorlar! ( s: 65) 15 gün sonra da tesisin resmi açılış törenini dönemin Enerji Bakanı yapar. 30 Temmuz 2007’de altın madeninde her zamankinden farklı bir patlama gerçekleşir ve ertesinde 300’e yakın koyun telef olur. Koyunlar üzerinde siyanür toksikasyonu araştırması yapılmamıştır. Olayın üzeri örtülür. Tüm bu olup bitene karşı direnen köylüler, çevreciler ve biliminsanlarının desteğiyle Vicdan Hareketi’ni oluştururlar. “Kelimenin gerçek anlamında ‘sivil denetim’ görevi yapan; sahtekarlığın evrenselleştiği bir dünyada kendi bulunduğu yerden gerçeklerin açığa çıkartılmasını sağlamaya çalışan ve onları dile getiren; Kışladağ altın madeninin tahribatına karşı havayı, suyu, toprağı, tüm canlı yaşamını savunan; “sürdürülebilir kalkınma”yı değil sürdürülebilir yaşamı savunan; yaşamı savunanlarla dayanışan ve bu düşüncelerle bir araya gelen köylülerin hareketidir (s:230). Elbette köylülerin örgütlenmesi hoş karşılanmaz. Hemen “terörist”, “vatan haini” ilan edilir, Alman vakıfları için çalıştıkları iddia edilir. Eylemlerde gözaltına alınırlar, şiddet görürler, haklarında dava açılır. Maden işletmesindeki sarı sendikanın saldırısına uğrarlar, ordu komutanları madeni ziyaret edip destek verir, şirketin baskısına, yerel basının sansürüne maruz kalırlar. İnay Köyü’nün 12 Eylül rejimi tarafından en çok eziyet edilen köylerden bir olmasından hareketle madene karşı mücadele sırasında köylülerin toplumsal hafızasına göndermler yapılmış ve direnenler 12 Eylül öncesini geri getirmekle suçlanırlar. Çevreye sahi çıkmanın ülkemizdeki bedeli budur. Birçok çevre mücadelesi gibi Kışladağ’daki mücadele de sona ermez. Sayıca küçük bir grubun toplumun geniş kesimlerinden gördüğü destekle, davalarla, protestolarla, sivil itaatsizlik eylemleriyle sürüp gider

. Aslında insanlığa büyük miras bırakırlar. Çevre hareketinin deneyimlerinin yazıya dökülmesi, doğaya sahip çıkanların ortak bir kollektif hafızasını oluşturulması açısından çok önemli. Kalkınmacı ideolojinin devasa dişlilerini durdurmaya çalışmanın ve sürdürülebilir bir toplum yaratmanın dinamikleri bu tür mücadelelerde gizli. Hukuksuzluğun, örgütlenmenin, doğa tahribatının, doğaya sahip çıkmanın hikayesini anlatan Kışladağ’dan Su Perisi’ne yazılmış mektuplar, yaşama sahip çıkmaya çalışanları, mücadelelerini ortaklaştırmaya davet ediyor.

Kışladağ'dan Mektup Var

(Su Perisine Mektuplar)

Muammer Sakaryalı

Yeni İnsan Yayınları / Ekoloji Dizisi


8 Nisan 2011 Cuma

Permakültüre Giriş

PERMAKÜLTÜRE GİRİŞ

Yazar: Bill Mollison
Çeviren: Egemen Özkan

Karton kapak, Munken kağıt, iplik dikiş, 18x26 cm, 279 sayfa, 30 TL

Ben Tazmanya’da küçük bir köyde büyüdüm ve 28 yaşına kadar bir rüyada yaşadım. Vaktimin çoğunluğu ormanda ya da denizde geçti. Geçimim için balık tuttum ya da avlandım. 1950’lere kadar içinde yaşadığım sistemin kaybolmakta olduğunu fark etmemiştim. Önce balık sürüleri azalmaya başladı, sonra sahil şeridindeki deniz yosunları seyreldi ve geniş orman alanları ölmeye başladı. Bunun üzerine akademideki görevimi bırakarak bizi ve etrafımızdaki dünyayı öldürdüğünü gördüğüm siyasal ve endüstriyel sistemleri protesto etmeye başladım. Fakat kısa süre sonra hiçbirşey elde edilemeyen başkaldırılarda ısrarcı olmanın işe yaramadığını gördüm. İki yıl boyunca toplumdan uzaklaştım; bir daha asla herhangi bir şeye karşı koymakla vaktimi harcamak istemiyordum. Tek istediğim, biyolojik sistemleri topyekun çökertmeden var olmamızı sağlayabilecek olumlu bir şeylerle geri dönmekti.

1974’te David Holmgren’le birlikte çok yıllık ağaçların, çalıların, bitkilerin, mantarların ve kök sistemlerinin çok yönlü verimine dayalı, permakültür ismini verdiğim sürdürülebilir bir tarım sistemi taslağı geliştirdik.“

Permakültür, doğal sistemlerin gözlemine, geleneksel tarım yöntemlerinin içerdiği erdeme ve modern, bilimsel, teknolojik bilgiye dayanan bir tasarım sistemidir. Permakültürün amacı sürdürülebilir insan yerleşimleri oluşturmak, yani kendi ihtiyaçlarını karşılayan, çevresini sömürmeyen ve kirletmeyen, uzun vadeli, ekolojik anlamda sağlıklı ve ekonomik olarak da uygulanabilir sistemler yaratmaktır.

İnsanlığa permakültür fikrini hediye eden Bill Mollison, 1970’lerde yayımlandığı anda bir kült kitaba dönüşen Permakültüre Giriş’te doğayla birlikte çalışmanın felsefesini ve yöntemlerini anlatıyor.

En çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda...

Sinek Sekiz Yayınevi

Sürdürülebilir Yaşam Kitapları

www.sineksekiz.com

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...