iklim değişikliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iklim değişikliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mayıs 2011 Salı

İklim Değişikliği Bahçeşehir Üniversitesi’nde tartışılıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü ve Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, dünyadaki yaşam için giderek büyüyen bir tehdit olan “Küresel İklim Değişikliği” konusunda bir panel düzenliyor.

Panel çerçevesinde “Hükümetler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları iklim değişikliği ile mücadelede izledikleri yollar nelerdir?”, “İklim değişikliğine uyumda hangi politikaları izleyecekler?”, “Türkiye iklim değişikliğinden nasıl etkilenecek? Etkin iklim ve çevre politikalarına sahip olmanın önündeki engeller nelerdir?”, “Yurttaşlar bireysel veya kollektif olarak iklim değişikliği ile mücadelede neler yapabilir?” gibi sorulara cevap aranacak. İklim müzakereleri, yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği konularının da masaya yatırılacağı etkinlik 13 Mayıs 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00’da başlayacak panelde konuşmacılar:


-T.B.M.M. Hayat Milletvekili Çevre Komisyonu Başkanvekili Prof.Dr.Mustafa Öztürk

- Borusan Holding Enerji Müdürü Kemal Özbelli

-Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi Hilal Atıcı

Tarih: 13 Mayıs 2011

Saat: 13:00
Yer:Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Fazıl Say Salonu
Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL
Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.

1 Nisan 2011 Cuma

22 Mart 2011 Salı

Dünya için bir saat

7 Ocak 2011 Cuma

Mersin'de İklim Meydanı

Türkiye’de İklim değişikliğinin etkilerini gözler önüne seren fotoğraf sergisi 11 Ocak 2011 tarihinde Mersin Üniversitesi’nde ücretsiz olarak ziyaret edilebilir. Sergi, üniversitenin Çiftlikköy Kampüsü’nde bulunan Uğur Oral Kültür Merkezi’nin B Salonu’nda gerçekleşecek. Aynı gün ve aynı mekanda yapılacak olan “İklim Meydanı” tartışma toplantısında İklim değişikliği insan kaynaklı mı yoksa gezegenin doğal döngüsü mü? Bildiklerimiz bilmediklerimiz ve merak edilenler, konunun uzmanlarıyla tartışılacak.

Mersin’deki “İklim Meydanı” tartışmasına,

Koray Abacı - BM Ortak Programı İzleme ve Değerlendirme Uzmanı
Alper Acar - BM Ortak Programı Bölgesel Proje Koordinatörü
Hakan Doğan - Adana Meteoroloji Bölge Müdürlüğü
Ali Kesikbaş - Adana Meteoroloji Bölge Müdürlüğü
Mehmet Miras - NTV Mersin temsilcisi
Prof. Dr. Kemal Taslı - Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü

katılacak ve seyircilerden gelen soruları yanıtlayacaklar.

British Council’ın İklim Değişikliği programı çerçevesinde çalışmalarını desteklediği “İklim Savuncuları”nın projelerinden biri olan ``İklim Değişikliğini Yakala`` fotoğraf yarışmasında dereceye giren 26 fotoğraftan oluşan sergi sırasıyla Van, Trabzon, Konya, Gaziantep’i ziyaret etti. Gezici sergimiz Mersin, Urfa, Adana ve Deniz’liyi de ziyaret edecek. Sergi ve “İklim Meydanı” tartışmaları hakkında bilgi almak için aşağıdaki linki kullanabilirsiniz.

http://www.britishcouncil.org/tr/turkey-science-climate-change-debate-climate-arena.htm
Sergiye dahil olan yarışmanın iki ayrı kategoride dereceye giren fotoğrafçıları ve seçimi yapan jüri üyeleri hakkında bilgi için aşağıdaki linki ziyaret edebilirsiniz. www.britishcouncil.org.tr/DOCUMENTS/Marcom/Science/Portfolio.pdf

Gezici sergi ve iklim meydanı tartışma toplantıları aşağıda belirtilen kurumların ortak çalışmasıdır

British Council, BM Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi Ortak Programı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Bilgi Merkezleri.

16 Aralık 2010 Perşembe

4. Küresel Isınma Kurultayı hazırlıkları başladı.

Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) 2011’de 4. Küresel Isınma Kurultayı’nı yapmak üzere hazırlık toplantılarına başladı.EGD yetkilileri, medya temsilcileri,çevre aktivistleri, iletişimciler,öğretim üyeleri, haber ajansları ve üniversite çevre kulübü temsilcilerinin katıldığı ilk toplantı 15 Aralık Çarşamba 2010 günü Beyoğlu’nda gerçekleştirildi. EGD Genel Başkanı Celal Toprak, geçtiğimiz yıllardaki Kurultaylar’da gerçekleştirilenleri kısa özetledi ve katılımcılara Haziran 2010’daki 3.Kurultay’ın kitapçığı ve 2011 Kurultayı’nın taslak programı dağıtıldı. Taslakta açılış konuşmalarını Enerji ve Çevre Bakanları’nın yapması öngörülürken panelin konusu “Küresel İklim Değişikliğine Televizyon Haberciliği Yaklaşımı” olarak belirtilmiş ve konuşmacılar TV kanallarının haber sunucularından oluşturulmuş. Bir günlük Kurultay’ın öğleden sonraki bölümü ise “Yeşil Ekonomiye Bakış” adı altında gazetelerin ekonomi müdürlerinin katılacağı ve izleyicilerin de soru ve yorumlarıyla katılabilecekleri bir Forum şeklinde düzenlenmiş. Hazırlık toplantısının katılımcıları sırayla söz alarak taslak program hakkındaki görüş ve eleştirilerini paylaştılar. Tartışmalar genelde çevre ve iklim değişikliği konularının medyada ele alınış biçimleri üzerineydi. Yeşil ekonomiden ne anlaşıldığı, ekonomi haberlerinde çevre boyutunun eksikliği, ekolojik iletişimcilere duyulan ihtiyaç, Mavi Anadolu’nun (Denizler) yeşil ekonomiye dahil edilmesi, çevre STK’larının medyada yer bulmakta yaşadığı sıkıntılar tartışılan diğer başlıklar oldu. Gelen öneriler doğrultusunda ilk toplantıda şu sonuçlara varıldı.

1) Yurtdışından küresel gelişmeleri Türkiye’ye aktarabilecek bir uzmanın davet edilmesi
2) Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde medya temsilcilerinin iklim değişikliğini gündeme taşıyarak siyasi partilerin seçim beyannamelerinde bu konuya yer verip vermediklerinin takip edilmesi
3) Forum bölümüne yeşil ekonomi şirket temsilcilerinin de katılımının sağlanması
4) Çevre haberlerinin medyada daha çok ve doğru bir şekilde yer almasının sağlanması
5) Yeşil ekonomiye dair pratiklerin sunulduğu bir serginin hazırlanması

EGD’nin Çevre Bakanlığı ile birlikte ekonomi ve çevre muhabirlerini bir araya getiren bir eğitim çalıştayı düzenleyeceği de kaydedildi.

Barış Gençer Baykan

3 Aralık 2010 Cuma

İklim müzakereleri ve Türkiye

Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi 29 Kasım-10 Aralık 2010 tarihlerinde Meksika’nın Cancun kentinde yapılıyor. Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerin arasında iklim değişikliğine neden olan seragazı emisyonlarının sınırlandırılmasında sorumluluğun nasıl paylaşılacağı sorusu müzakerelere damgasını vuruyor ve emisyonları sınırlamak üzere bir bağlayıcı kararlar çıkması beklenmiyor. Türkiye iklim müzakerlerinde özel koşullarını öne sürerek iklim değişikliği ile mücadele ve uyumda ulusal ve uluslararası planda etkin bir rol oynamaktan kaçınıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan “İKLİM MÜZAKERELERİ VE TÜRKİYE” başlıklı araştırma notuna ulaşmak için tıklayınız.

6 Ekim 2010 Çarşamba

10/10/10'da GDO'suz Pikniğe Çağrı

2010 dünyada sıcaklığın rekor seviyelere ulaştığı, sel, kuraklık gibi doğal afetlerin hayatımızı tehdit ettiği bir yıl. Hepimizin artık harekete geçme zamanı geldi. İklim krizine yeter demek ve sesimizi duyurmak için Amerikali cevreci ve akademisyen tarafından baslatilan, 350.org öncülüğünde 10/10/10'da 184 ulkede 6000'i aşkın etkinlik düzenleniyor. Kimi çatısına güneş paneli koyuyor, kimi yürüyüş düzenliyor, kimi ağaç dikiyor, kimisi de rüzgar enerjisi projesi başlatıyor. Slow Food/ Fikir Sahibi Damaklar da 10/10/10'da iklim degisikliginden en cok etkilenen alanlardan biri olan tarıma işaret ederek, GDO’suz bir piknik organize ediyor. Endüstriyel tarım yerine organik ve sürdürülebilir tarımı savunmak , dev şirketler yerine küçük çiftçiyi desteklemek , tek bitki tarımı yerine tarımsal biyoçeşitliliği desteklemek ve ne yiyeceğimize kendimiz karar vermek için GDO'suz bir buluşma/piknik yapmak üzere sözleştik. Pazar günü İstanbul’da Maçka Parkı’nda 10:00-12:00 saatleri arası düzenlenecek pikniğe herkes davetli.

NEDEN “350” VE NE ISTIYORUZ?


Bilim insanları ve iklim uzmanları, artık atmosferdeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık olması gerektiğini söylüyor.Atmosferdeki mevcut karbondioksit miktarı ise milyonda 392 parçacık ve her yıl yaklaşık 2 ppm artıyor. Bu oran güvenli sınırın çok üzerinde!!! Hatta bilim insanları, 392 ppm’in gezegen tarihinin en yüksek değeri olduğunu söylüyorlar. Şu an uçurumun kenarında bulunuyoruz, atmosferdeki karbondioksit miktarı hızlı bir şekilde milyonda 350 parçacığa inmezse bu yıl içinde iklim değişikliğinden kaynaklanan felaketler, önümüzdeki yıllardadaha da artarak devam edecekler.(http://www.350.org/)

15 Eylül 2010 Çarşamba

İklim Treni ile Sınırlar Aşılıyor

Türk ve Yunan İklim Savunucuların ortak etkinliği olan "İklim Treni ile Sınırları Asıyoruz" 18 Eylül 2010'da Sirkeci Garı'ndak ilk etkinliğiyle yolculuğuna baslıyor.

İklim değisikliği konusunda bilgilendirme çalısması yapmak için gönüllülerden olusan bir grup Türk ve Yunan genç "İklim Savunucusu", iklim değisikliği konusunda farkındalık yaratmak için Yunanistan ve Türkiye arasındaki tren hattındaki istasyonlarda biri dizi etkinlik yapmak için yola çıkıyor.

İlk etkinlik 18 Eylül 2010'da Sirkeci Garı'nda. 13:00 - 15:00


İklim Treni, 17 Eylül 2010'da Selanik'ten yola çıkacak, 18 Eylül 2010'da İstanbul Sirkeci Garı'na gelerek Türk İklim savunucuları ile bulusacak. Sirkeci ve Haydarpasa (19 Eylül 2010) garlarında iki ayrı etkinlik yapacak olan Türk ve Yunan İklim Savunucuları, 19 Eylül 2010 gecesi İstanbul'dan yola çıkacak olan iklim treni ile yol boyunca tren içinde ve Alexandroupoli-Dedeaağaç (20 Eylül 2010), Thessaloniki-Selanik (21-23 Eylül 2010) istasyonlarında iklim değisikliği bilgilendirme noktalarında sunumlar, mesajlar ve resimler ile bilgilendirme yapacaklar.

18 Eylül 2010, Sirkeci Garı
13:00 - 15:00

19 Eylül 2010, Haydarpasa Garı
12:30 - 14:30

Detaylı bilgi için
www.britishcouncil.org/tr/turkey.htm

25 Mayıs 2010 Salı

Türkiye'de iklim adaleti algısı anketi

İspanya'da Universitat Autonoma de Barcelona (Barselona Otonom Üniversitesi) Çevre Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü (ICTA) altında Türkiye'de iklim adaleti algıları üzerine bir araştırma yürütülüyor . http://bit.ly/iklimadaleti adresindeki web sayfasında iklim değişikliği, iklim adaleti ve Türkiye konulu sorular içeren kısa bir anket bulacaksınız. Anketin hedef kitlesi Türkiye'de iklim değişikliği politikasının paydaşlarıdır (akademisyenler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, devlet kurumları, gençlik vb). Araştırmanın bulguları akademik amaçlı kullanılacak olup, sorular herhangi bir ticari veya politik amaç içermemektedir. Cevaplarınızın tamamı anonim olarak tutulacaktır.Soruların tamamını cevaplamanızı rica ederim. Bu sayfadaki soruları cevapladıktan sonra ilerlemek için lütfen sayfanın altındaki "İleri" tuşuna basınız. Anket yaklaşık olarak 10 dakika almaktadır.Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Türkiye, iklim değişikliğine uyum stratejisini oluşturuyor

Türkiye’de küresel iklim değişikliği ile mücadele çerçevesinde yapılan tartışmalar ve politika önerileri çoğunlukla karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelikti. Azaltım hiç şüphesiz çok önemli ama iklim uzmanları uyum ile azaltım politikalarının birlikte yürütülmediği takdirde iklim değişikliği ile etkin mücadele edilemeyeceğini savunuyorlar. Uyum kavramı, en genel haliyle, iklime dair belirsizliklerin ve bu belirsizliklerden oluşacak risklerin öngörülmesine dair becerilerin geliştirilmesi; olumlu veya olumsuz bir şekilde etkilenecek toplumsal grupların ve kurumların bu risklerle mücadele edecek ve hatta bunları bertaraf edecek bakış açılarını, uygulamaları, kurumsal yapılarını, planlarını ve stratejilerini yeni şartlara uyacak şekilde geliştirmeleri olarak tanımlanıyor.
Akdeniz Havzası’nda yer alan Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında yapılan öngörülere göre, iklim değişikliğine karşı yüksek derecede hassas bölgeler içinde yer alıyor. Türkiye’nin 2007 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne sunduğu Birinci Ulusal Bildirim, iklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerinin artan yaz sıcaklıkları, batı illerinde azalan kış yağışları, yüzey sularının kaybı, artan sıklıkta kuraklık, toprak bozulması, kıyı erozyonu ve sel şeklinde olacağını belirtiyor. Bu durum, gıda üretimi için gereken su kaynakları ve kırsal kalkınma üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor ve bu etkilerin şiddetinin giderek artması bekleniyor. Örneğin, Türkiye’nin Ege kıyılarında yer alan Gediz ve Büyük Menderes Havzaları’nda bu yüzyılın sonunda yüzey sularının %50’sinin kaybolacağı, tarımsal, evsel ve sanayide su kullanımında aşırı su sıkıntısı yaşanacağı tahmin ediliyor.

Türkiye’de iklim değişikliğine uyum konusunda son bir kaç yılda önemli adımlar atılmaya başlandı. 2008 Haziran ayında Türkiye’nin İklim Değişikliği'ne Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi” başlıklı bir Birleşmiş Milletler Ortak Programı başlatıldı. Ana faydalanıcısı Çevre ve Orman Bakanlığı olan proje ile doğrudan ilgili kurumlar ise Tarım ve Koyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı. UNDP, UNEP, UNIDO ve FAO da projenin yürütücü ortakları arasında yer alıyor. 2008-2011 arası devam edecek projede şunlar amaçlanıyor.
  • İklim değişikliğine uyumun ulusal kalkınma planları çerçevesine yerleştirilmesi ve bir iklim değişikliği uyum stratejisinin oluşturulması

  • Ulusal ve bölgesel kurumların iklim değişikliği ve iklimsel şartlarda oluşacak belirsizlikten kaynaklanan risklerin tahmini ve yönetimi için kapasitelerinin geliştirilmesi
  • Seyhan Havzası’nda topluma dayalı uyuma yönelik pilot projelerin uygulanması

  • İklim değişikliğine uyum kavramının Türkiye’deki tüm BM kurumlarının çalışmalarına dahil edilmesi

    İklim Değişikliğine Uyum Çalıştayı
Proje kapsamında yürütülen çalışmaların ilgili bakanlıklar, üniversiteler, sivil toplum ve özel sektör temsilcileri ile paylaşması için Türkiye’nin “Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi” Birinci Çalıştayı 5 Mayıs 2010’da Ankara’da, Çevre ve Orman Bakanlığı’nda düzenlendi. Çalıştay’ın uyum stratejisinin ilkelerinin ve önceliklerin belirlenmesine bir zemin oluşturması hedeflendi.

Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sedat Kadığolu açılış konuşmasında, uyumun (adaptasyon) ve azaltmanın (mitigasyon) paralel süreçler olduğunu, birbirinden ayrı değerlendirilemeyeceğini ve uyum mücadelesinin toplumun her kesimine ulaştırılması gerektiğini belirtti. Kadıoğlu, Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesi’nin Yüksek Planlama Kurulu tarafından geçen hafta onaylandığını ve bu durumun iklim fonlarının kullanılmasının önünü açacağını vurgularken şimdi yapılması gerekenin bu stratejiyi eylem planına dönüştürmek olduğunu ve Türkiye’nin bir yol haritasına gerek duyduğunu söyledi.

Kadıoğlu’nun ardından söz alan BM Mukim Temsilcisi, UNDP Türkiye temsilcisi Shahid Najam, iklim değişikliğinin, insanlığın karşılaştığı en büyük sorun olduğunu, mevcut üretim ve tüketim modellerini artık sürdürümeyeceğimizi ve ertelemeden politika ve strateji belirlememiz gerektiğini ifade etti. UNDP’nin Türkiye hükümeti ile iklim değişikliğine karşı sürdürülebilir çözümler bulmak için çok yakın çalıştığını belirten Najam, yerelde toplulukların sorunları nasıl tanımladığının ve katılımcı bir yaklaşımın sürdürülebilir kalkınma için elzem olduğunu vurguladı.
BM Ortak Programı’nın yöneticisi Atila Uras, küresel iklim değişikliğinin BM’nin Bin Yıl Kalkınma hedeflerinden üçünü (Aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi; Cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesi ve kadınların güçlendirilmesi ve Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması) tehdit ettiğini ve iklim değişikliği uyum politikalarını Türkiye’deki Binyıl Kalkınma hedeflerine dayalı BM planlamasına dahil edeceklerini söyledi. Uras, uyum stratejisini 3 temel ayak üzerinden değerlendirdiklerini söyledi.

  • Politika: Etkin uygulama, yeni politikalar geliştirme
  • Bilim:En iyi teknolojilerden destekleyici araçlar olarak yararlanma ve bilgiyi toplumun her kesimine ulaştırma
  • Uygulama:Yerelden merkeze farklı ölçülerde uygulamalar ve süreçlerin ekonomik sosyal ve çevresel açıdan izlenmesi.
Mevcut durumun analizi için Anayasa’dan sektörel analizlere uzanan bir tarama, iklim değişikliği senaryo çalışmaları ve katılımcı etkilenebilirlik analizleri yaptıklarını vurgulayan Uras, programın en önemli çıktısının Ulusal iklim Değişikliğine Uyum Stratejisi olacağını ve bu stratejinin Ekim 2010’da Çevre ve Orman Bakanlığı’na sunulacağını belirtti.

Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü İklim Değişikliği Dairesi’nden Sebahattin Dökmeci, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele stratejisini anlattı, seragazı emisyonları dursa bile etkileri uzun süreceğinden iklim değişikliği ile mücadele çerçevesinde azaltım kadar uyumun da önemli olduğunu belirtti ve Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde İklim Değişikli Dairesi’nin kurulduğunu vurguladı.

Uyumda uluslararası yaklaşımlar

UNEP Uluslararası Uyum Danışmanı Bill Dougherty, iklim değişikliğine uyumda uluslararası yaklaşımları katılımcılara aktardı. Son beş yılda birçok ulusal hükümetin, şehrin ve bölgenin uyum stratejileri geliştirdiğini belirten Dougherty, Kuzey Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika’da bir çok uyum modeli olduğundan ve azaltım stratejilerinin aksine uyumun değişkenliğinden ve önceliklerinin yerele göre farklılaştığından bahsetti. Uyum stratejilerinin başlangıç noktalarını gelecekteki sıcaklık değerleri ve yağış miktarı, iklim değişikliğinin kırılgan sektörlere etkileri ve yerel paydaşların perspektifleri oluşturuyor. Dougherty, uyum stratejilerini geliştirmiş, farklı yapılarına rağmen Türkiye ile benzerlikler de gösteren İspanya ve Finlandiya’yı ele aldı. 2006’da ulusal iklim değişikliği uyum planını kabul etmiş olan İspanya, AB içinde ortalama yıllık sıcaklık artışı en yüksek ülke olması nedeniyle AB’de iklim değişikliğinin etkilerine en açık ülke. İspanya, uyum stratejisini ulusal iklim değişikliği mücadele planlarına entegre edebilmiş; yukarıdan aşağı yaklaşımı kullanarak analitik odaklı iklim ve etki modellemeleri yapmış, aşağıdan yıkarı taban odaklı yaklaşım ile yerel bakış açısını, kırsal kapasiteyi ve yereldeki kurumsal kapasiteyi gözönüne almış. Global anlamda da UNEP, UNDP ve AB ile birlikte hareket etmiş. Belirlenen dört öncelik ise şunlar olmuş:
1) İklim değişikliği senaryoları 2) Su etkilenebilirliği 3) Biyoçeşitlilik etkilenebilirliği 4) Kıyı bölgelerinin etkilenebilirliği


Dougherty, iklim değişikliğinden etkilenme açısından İspanya’nın Türkiye ile benzerlik gösterdiği alanları kıyı bölgeleri, tarım ve su kaynakları olarak sıraladı.
Finlandiya, küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkerlerden biri olmasının yanı sıra dünyada iklim değişikliğine uyumda ilk harakete geçmiş ülkelerden biri. Finandiya’da sosyo-ekonomik senaryolar geliştirilmiş, iklim değişikliği politikaları anaakımlaştırılmış ve uzun erimli yatırımlara entegre edilmiş. İspanya modelinin aksine uyum stratejileri tabana çok yayılmamış daha çok uzmanlık seviyesinde kalmış ve halk katılımı sınırlı olmuş. Finlandiya ile Türkiye’nin ortak yönü her iki ülkenin de doğaya endeksli endüstrilere sahip olması. Dougherty, uluslararası deneyimlere bakarak bazı dersler çıkarılması gerektiğini, Türkiye için neyin anlamlı olduğunun ve kırılgan sektörlerin belirlenmesi ve önceliklerin netleştirilmesi gerektiğini vurguladı.

Uyumda Türkiye’de Mevcut Durum

UNEP uyum uzmanı ve koordinatörü Nuran Talu “Türkiye’de iklim değişikliğine uyumda mevcut durum” başlıklı bir sunum yaptı. Mevcut durumu planlama politikaları , kurumsal yapılanma ve finansal politikalar açısından değerlendirdiklerin belirten Talu, Türkiye’de şu an yumuşak uyum yapıldığını ,iklim değişikliğinden etkilenebilecek sektörlerin başında gelen tarım ve suda doğrudan ya da dolaylı çalışma, politika, yasal düzenlemelerin olduğunu ve yerelde kurumsal yetersizlikler tespit ettiklerini belirtti. Uyum kapsamının ekolojik bölgeler, ekonomik sektörlerin bölgesel etkinliği ve su kaynakları üzerinden düşünülmesi gerektiğini ve tarım sektörünün vazgeçilmez rolü olduğunu ifade eden Talu, politika araçlarının (ÇED, yerel kurullar, İl Mera Komisyonu, Toprak Koruma Kurulu, Sulak Alanlar Komisyonu, Stratejik Çevresel Değerlendirme) da uyum odaklı işlemediğini söyledi. Talu ayrıca etkilenebilirlik tespitinde yukarıdan aşağı yaklaşımlarının esas olduğunu, kent-iklim uyumu üzerine gidilmesi gerekliliğini, doğal afet yönetimi ve uyum ilişkisinin zayıf olduğunu ve sanayide eko-verimlilik uyum bakışı eksikliğini vurguladı. Kurumsal anlamda ise uyumdan sorumlu bir kurum netleşmediği, korunan alanlarının iklim değişikliğine uyum ile bağlarının olmadığını, özel sektörün uyumdan ziyade azaltım ile ilgilendiği ve bilim ile politikanın buluşmadığı tespitini yaptı. Finansman ayağında ise bütüncül uyumun maliyetinin hesaplanmadığı belirten Talu, iklim bağımlı ekonomik sektörlere (tarım, enerji, su, turizm, balkıçlılık) odaklanmak gerektiğini ve ekosistem mal ve hizmetlerine ekonomik bir değer olarak bakılmadığını belirtti. Paydaşlara danışma konusunda Çevre ve Orman Bakanlığı’nın rolününü zayıf olduğunu ve sivil toplum faaliyetlerinin karar verici düzeye ulaşmadığı tespitinden hareketle her sektörden etkilenebilir grupların (örneğin orman köylüleri, kadın çiftçiler) uyum çalışmalarına katılması gerektiğini vurguladı. Su Çerçeve Direktifi, Taşkın Direktifi, Gıda Güvenliği Direktifi konularında uyumun sınır ötesi ilişkilere konu olduğunun görüldüğünü ve 2004 yılından beri Avrupa’da ülkeler hatta şehirler bazında yaşanan deneyimlerin paylaşılması gerekliliğine değinen Talu, hangi eylemleri ulusal, hangi eylemleri yerel çabalarla yapabiliriz sorusuna yanıt aramanın önemine vurgu yaptı.

Türkiye’nin iklim geleceği

İTÜ Avraysa Yer Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Nüzhet Dalfes, “İklim Değişikliğine Bilimsel Yaklaşım” başlıklı sunumunda iklim olgularından, iklim değişikliğinden ve Türkiye’nin iklim geleceğinden bahsetti. İklim olgularına yerelde havza bazında değinilmesi gerektiğini savunan Dalfes, iklim değişikliğinde Türkiye ölçeğinin anlamlı olmadığını ve iklim değişikliğinin farklı coğrafyalara farklı şekilde yansıyacağını vurguladı. İlk olarak yapılması gerekenin iklim projeksiyonları olduğuna dikkat çeken Dalfes, bunu etki değerlendirme- iklime olan bağımlılığın/kırılganlığın değerlendirilmesi ve uyum çözümlerinin izlemesi gerektiğini savundu. Avraysa Yer Bilimleri Enstitüsü’nde yaptıkları modellemelerden (kış aylarındaki sıcaklık değişmesi, kış yağışlar, sıcaklık artışları) de örnekler veren Dalfes, iklim geleceğimiz hakkında zaman ufkunun öneminden (20-40 yıl), bölgesel ölçeklerden, sıcaklık ve yağış dışında diğer iklim parametrelerinden de yararlanmadan ve ortalamalarla yetinilmeyip uç değerlere bakmanın gerekliliğinden bahsetti. Uyum stratejisinin olmazsa olmazları arasında ise akademide ve kamuda insan kaynaklarının geliştirilmesini, veri bilgi sitemlerinin geliştirilmesini ve entegrasyonunu, ekosistemleri izleme sistemini ve araştırma kurumlarının oluşturulmasını saydı. Dalfes’e göre iklim değişikliğine uyum evrimsel bir süreç ve buna uygun olarak öğrenen sistemler yaratmak gerekiyor. Nesiller arası süreçlerin gözetilmesi, farkındalığın sürdürülmesi, zamanında optimizasyon ve önceliklerin belirlenmesi de çok önemli.
İklim değişikliğinden nasıl etkileniyoruz?
Çalıştayın son bölümünde BM Ortak Programı yöneticisi Atila Uras, Çevre ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen MGD- F 1680 Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi Projesi kapsamında Antalya, Eskişehir, İzmir, Kars, Kastamonu, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ, Trabzon ve Van illerinde yürütülen katılımcı etkilenebilirlik analizlerinin (PVA-Participatory Vulnerability Assesment) sonuçlarını katılımcılarla paylaştı.
11 ilin seçiminde 7 bölgenin de temsil edilmesi göz önünde bulundurulurken, ilin bulunduğu su ve tarım havzası, iklim senaryolarına göre etkilenebilirliği, ilgili bakanlıkların bölgesel düzeyde hizmet alanlarına girmesi, iklim değişikliği ile ilgili bölgeye yönelik çalışmaların bulunması, kıyı alanları ile bütünlük içinde olması, Kalkınma Ajanslarının, devlete bağlı teknoloji geliştirme merkezleri ve araştırma enstitülerinin, Türkiye İstatistik Kurumu’nun, Ulaştırma, Sağlık, Kültür ve Turizm, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlıkları’nın bölge müdürlüklerinin varlığı, büyükşehir belediyeleri ya da bölgesel düzeyde öne çıkan belediyelerin olması, su ve atık yönetim birimlerinin olması, üniversitelerin ve STKların bulunması gibi kriterler dikkate alındı. Amaç yerelde iklim değişikliği ve uyum hakkında farkındalığı arttırmak ve yerelde iklim değişikliğinden etkilenebilirliği belirlemek.
Analizler kapsamında son 10 yılda iklim değişikliğinden kimin, nasıl, nerede, ne zaman, hangi sıklıkta etkilendiği tanımlanmaya çalışıldı. 11 ilin 9’unda kışların daha ılık geçtiği ve daha az kar yağışı görüldüğü saptandı. Yıllık yağış miktarlarında farklar görülmese de mevsimler arası dağılımın değiştiği tespit edildi. İklim değişikliğinden etkilenecek olan hassas gruplar çiftçiler, hayvan yetiştiricileri, arıcılar, orman köylüleri, vatandaşlar esnaf ticaretle uğraşanlalar turizm sanayiciler, yaban hayatı olarak belirlendi.

Yerel kurumların iklim değişikliğini etkilerine nasıl cevap verdiği, etkin mücadele için gelecekte ne gibi önlemlerin alınması (politika, mevzuat, yerel uygulamalar vb alanlarda) gerektiği yerel paydaşlarca ve yetkililerce tartışıldı.
Çalıştayın son sunumunda Bölgesel Proje Koordinatörü Alper Acar, BM Ortak Programı kapsamında 2009 yılında başlatılan Seyhan Havzası’nda İklim Değişikliğine Uyum Hibe Programı ile havza sakinlerinin ve kurumların iklim değişikliğine uyum kapasitelerini geliştirecek projeleri anlattı. Balıkçılık, hayvancılık ve ormancılık alanlarındaki 18 projeden 12’si Adana’da, dördü Kayseri’de ve ikisi de Niğde’de uygulanacak. Projeler, uzun vadede iklim değişikliğine uyum konusunda kapasite geliştirmeyi ve farkındalık yaratmayı amaçlarken, doğru tarım tekniklerinin geliştirilmesini, gıda güvenliğinin sağlanmasını, taşkın risklerinin belirlenmesini, alternatif sulama tekniklerinin kullanımını ve deniz seviyesinin yükselmesinin engellenmesini hedefliyor. Seyhan Havzası’nda uyum kapasitesini geliştirmede başarılı olunursa, proje Türkiye’nin diğer bölgelerinde de uygulamaya koyulacak.

Bundan sonraki süreçte İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi için gerçekleştirilecek adımlar şöyle:

  • Engeller ve Öncelikler Çalıştayı
  • Taslak Uyum Stratejisi İlk Değerlendirme Çalıştayı
  • İlgili grupların görüşlerinin alınması
  • Türkiye’nin Ulusal İklim Değişikliği Uyum stratejisinin Son Değerlendirme Çalıştayı
  • Türkiye’nin Ulusal İklim Değişikliği Uyum stratejisinin Çevre ve Orman Bakanlığı’na teslim edilmesi

Barış Gençer Baykan

Araştırma Görevlisi

BETAM- Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsa Araştırmalar Merkezi

26 Aralık 2009 Cumartesi

Kopenhag Zirvesi: Zayıf Mutabakat, Hedefsiz Türkiye


7-18 Aralık 2009 tarihlerinde 192 ülkeden 15 bin delege, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMDİÇS) 15. Taraflar Konferansı’nda bir araya geldi. Küresel seragazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyumda finansal ve teknolojik yardım konularında bir anlaşmaya varılması için müzakereler yürütüldü ama sonuçta bağlayıcı kararlar içermeyen, zayıf bir mutabakat çıktı. İki yıl süren müzakereler ve 12 gün süren yoğun toplantıların ardından yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşmanın çıkmaması, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehditlerden olan iklim değişikliği gibi küresel bir sorun ile mücadelede devletlerin ulusal çıkarları ötesinde bir politik irade gösterememelerinden kaynaklandı.

Hedef 2 derece ama bağlayıcı indirim yok.

Müzakerelerin son gününde açıklanan Copenhagen Accord-“Kopenhag Mutabakatı’' başlıklı metinde ortak fakat farklı sorumluluklar ve kapasiteler çerçevesinde iklim değişikliği ile mücadele için güçlü bir politik irade vurgulanıyor ve küresel sıcaklık artışının 2 dereceden daha az olmasını sağlamak amacıyla emsiyonlarda kısıtlama yapılması gerektiği" ifade ediliyor. Uluslararası çevre kuruluşu WWF (World Wide Fund for Nature), Zirve sonrası yaptığı analizde, Kopenhag Mutabakatı’nın içeriğinin 3 derece veya daha fazla artışa denk düştüğünü, bunun da milyonlarca hayata, yüz milyarlarca dolara malolacağını belirtti.
Mutabakat metninde yer alanlar kadar yer almayan konular da tartışma yarattı. Küresel sıcaklık artışını 2 derecede tutmak için gerekli seragazı azaltımları konusunda mutabakatta bağlayıcı hiçbir hedefe yer verilmedi. Orta vadede yani 2020 yılına kadar hiçbir hedef öngörülmezken, müzakereler boyunca telaffuz edilen 2050 yılına kadar küresel seragazı emisyonlarının %50 azaltılması hedefi de (gelişmiş ülkeler için %80) mutabakata giremedi. Mutabakatın 4. Maddesi Ek-1 ülkelerinin bireysel veya ortak şekilde 2020’ye kadar emisyon indirim hedeflerini 1 Şubat 2010’dan önce Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na bildirmeleri gerektiğini söylüyor. Gelişmekte olan ülkelerden de seragazlarını azaltmaya yönelik eyleme geçmeleri, bu alandaki çabalarının yine kendileri tarafından gözlemlemesi ve gözlem sonuçlarını iki yılda bir BM'ye iletilmesi öngörülüyor.

Yeşil İklim Fonu

Kopenhag Zirvesi’nde çıkan belki de tek somut karar, gelişmekte olan ülkelere yapılacak mali yardım ile ilgiliydi. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği ile mücadele etmeleri için fon sağlaması kararına varıldı. 2010-2012 yılları arasında 30 milyar $’lık fon ayrılacak ve iklim değişikliği ile mücadele ve uyum arasında dengeli bir biçimde dağıtılacak. 2010-2012 yıllarını kapsayan kısa vadeli dönemde Avrupa Birliği’nin 10,6 milyar dolar, Japonya’nın 11 milyar dolar ve ABD’nin 3,6 milyar dolar vadettiği de belirtildi. Fon gelişmekte olan ülkelerin ormansızlaşmayı azaltmalarında, teknoloji geliştirilmelerinde ve transfer etmelerinde kullanılacak. İklim değişikliğine uyumda en kırılgan ülkeler yani en az gelişmiş ülkeler ve ada devletlerinin önceliği gözetilecek. 2012’den sonra ise 2020’ye kadar yıllık 100 milyar dolarlık bir fon oluşturulması benimsendi. Bu fonun kamusal ve özel, ikili ve çok taraflı kaynaklardan sağlanacağını belirten Mutabakat ayrıca, Copenhagen Green Climate Fund- Kopenhag Yeşil İklim Fonu’nun kurulmasını da karara bağladı.

Eylül 2009’da yayımlanan ‘Ulusal İklim Değişikliği Strateji’ belgesinde Türkiye’nin 2020 yılına kadar enerji sektöründeki karbon emisyonunda artıştan yüzde 7 azaltma yapacağı ifade edilmişti ki bu toplam emisyonlarda artıştan yüzde 5 indirime denk geliyor. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ise Enerji Bakanlığı projeksiyonlarına dayanarak emisyonlarda %11 artıştan azaltıma gidilebileceğini söylemişti. Kopenhag’da müzakerelerde bağlayıcı bir anlaşma çıkmayacağının anlaşılması üzerine Türkiye heyetinin Başmüzakerecisi Mithat Rende, Türkiye’nin karbon emisyonu indirimine dair herhangi bir hedef açıklamayacağını söyledi.

Kaynak: Kopenhag Zirvesi: Zayıf Mutabakat, Hedefsiz Türkiye. Barış Gençer Baykan. Betam Araştırma Notu #055.Yazının tamamına uşalmak için www.betam.bahcesehir.edu.tr

10 Aralık 2009 Perşembe

5 Aralık 2009 Cumartesi

Kopenhag Yolunda Türkiye Nerede?

7-18 Aralık 2009 tarihlerinde 192 ülkeden 15 bin delege, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMDİÇS) 15. Taraflar Konferansı’nda bir araya geliyor. Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenecek zirvede küresel seragazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyumda finansal ve teknolojik yardım konularında bağlayıcı bir anlaşmaya varılması için müzakereler yürütülecek. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında kimin hangi sorumlulukları alacağı sorusu tartışmalara damgasını vuracak

Kopenhag müzakereleri yaklaşırken Eylül 2009’da yayınlanan “Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi”nde Türkiye’nin” iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmasına yönelik küresel çabalara kendi özel koşulları ve imkânları çerçevesinde katkıda bulunacağı” vurgulanmıştı. Özel koşullar arasında “Türkiye’nin kişi başı GSYİH bazında, Kyoto Protokolü kapsamında sayısal sera gazı azaltım hedefleri bulunan Ek–1 Ülkelerinin tamamı, ekonomileri hızla gelişmekte olan Ek–1 Dışı Ülkelerin birçoğu ile mukayese edildiğinde, görece olarak daha düşük bir refah düzeyine sahip olması ve sanayileşme seviyesi olarak henüz diğer OECD ve BMİDÇS EK-I ülkeleri ile karşılaştırılabilir seviyede olmaması” gösteriliyordu. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye’nin 2012 sonrası alacağı yükümlülük üzerine "2020 yılı sera gazı emisyon miktarından yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, nükleer santrallerin kurulması ve demiryolu taşımacılığına geçilmesi gibi sebeplerle yüzde 11 oranında artıştan azaltım yapılabileceğini ifade ettik" açıklamasını yaptı.

İklim Değişikliği Sekreteryası’nın yayınladığı, Ek 1 ülkelerinin Emisyon Envanterleri Sentez Raporu'na göre Türkiye’nin 2006 yılında yaklaşık 332 milyon ton olan seragazı emisyonları, 2007 yılında 372 milyona ulaşmış durumda. 1990-2007 yılları arası gerçekleşen yüzde 136’lık artış, Türkiye’yi Ek 1 ülkelerinin içinde emisyonlarını en çok arttıran ülke haline getiriyor. Türkiye’yi yüzde 82 ile İspanya ve yüzde 55 ile Avusturya izliyor. Şekil 1’de görüleceği üzere Türkiye’nin seragazı emisyonları 80’li yılların ortalarından itibaren hızla atmaya başlamış ve ekonomik krizlerin hissedildiği 1988, 1994,1999 ve 2001 yılları dışında devamlı artmış.
Barış Gençer Baykan ve Hande Paker tarafından Bahçeşehir Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi ( betam) bünyesinde yayınlanan bu araştırma notunun tamamına ulaşmak için TIKLAYINIZ

21 Kasım 2009 Cumartesi

İklim Değişikliği ve Medyanın Rolü


Bölgesel Çevre Merkezi - REC Türkiye, 20 Kasım 2009 günü İstanbul'da Kopenhag Öncesi İklim Değişikliği ve Medyanın Rolü başlıklı bir etkinlik düzenledi. Açılışı yapan REC Türkiye direktörü Sibel Sezer Eralp, kısaca REC'in faaliyetlerinden bahsettikten sonra düzenledikleri bu etkinlikte iklim değişikliği konusunda medyanın rolü, Avrupa ve İngiltere örneklerinden neler öğrenilebileceği, bilim-politika-medya üçgeninde işbirliğinin nasıl geliştirilebileceği ve çevre muhabirlerinin nasıl desteklenebileceği üzerinde durmak istediklerini belirtti. İlk bölümün moderatörü HaberTürk televizyonundan editör/sunucu Ahu Özyurt, gazete ve tvlerin son dönemde çevreye olan ilgilerinin arttığını söylerken önümüzdeki 10 yılın uzman muhabirlerinin çevre konularından çıkacağını ileri sürdü. Özyurt'tan sonra söz alan İngiliz The Guardian gazetesi Baş Editörü ve Sürdürülebilirlik Bölüm Direktörü Jo Confino, dünyanın tehlikede olduğunu bilecek kadar bilgiye sahip olduğumuzu ama sorunların katlanarak büyüdüğünü belirterek konuşmasına başladı. Çözümün tek bir yerde olmadığını, küresel karar alıcılardan ulusal hükümetlere, iş dünyasından topluluklara ve bireylere bir çok çözüm noktası olduğunu söyledi. Medyanın rolünün insanların sorunlarını anlamasında yardımcı olması konusunda çok önemli olduğunu ve medyanın bilimsel konuları insanların anlayabileceği şekilde vermesi gerektiğini anlattı. Bilim dünyasında iklim değişikliği konusunda bir konsensüs varken büyük petrol şirketleri tarafından desteklenen iklim değişikliği inkarcılarına medyanın hala söz vermesinin bir sorumsuzluk örneği olduğuna dikkat çeken Confino, medyanın bir rolünün de iş dünyasının davranışlarını sorgulamak olması gerektiğini savundu. Ardından söz alan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Celal Toprak, iki yıldır yüze yakın çevre STK'sı, ilgili kurum, basın kuruluşları ile birlikte düzenledikleri Küresel Isınma Kurultayları'ndan bahsetti. Medya ve sivil toplum örgütleriyle yurttaşları bilgilendirmeye yönelik yılda bir kez tüm gün süren bir etkin düzenlediklerini, Çevre ve Enerji Bakanları'ının katılımcı olduğu panellerde 2007 yılında yazılı basına 2008 yılında ise televizyon yöneticilerine söz verdiklerini anlatan Toprak, çevre konularında basın çalışanları arasında bir farkındalık yaratmayı hedeflediklerini belirtti. Etkinliğin tartışma bölümünün moderatörü REC kıdemli danışmanı Nafiz Güder, bütünleşik bir yaklaşım getirilmesinin, çevre haberleri ile diğer haberlerin çelişmesinin önündeki engellerin nasıl aşılabileceği üzerinde durmak gerektiğini, bu konuda medyanın ve REC'in ne yapması gerektiği noktasında önerilere açık olduklarını söyledi. Söz alan çeşitli ulusal basın kuruluşlarında çalışan çevre muhabirleri ortak sorunlarından bahsettiler. Medya kuruluşlarının yatırımları, şirketlerle ilişkileri, hükümetlerle yakınlıkları,reklamverenlerle ilişkileri, çevre ve ekonomi sayfalarının çeliştiği noktalar,reklam ve pr baskısı,veri eksikliği, yeşil badanalama (greenwashing) başlıca sorunlar arasında sayıldı. Çevre muhabirlerinin birlikte hareket edebilmesi, haber atlatma yerine haber paylaşabilmeleri, çevre haberlerinin veriliş şekilleri üzerine düşünülmesi, çevre haberlerinin gazetelere ve tvlere girmesinde ısrarın devam etmesi ilk etapta önerilen çözüm yollarıydı.

20 Kasım 2009 Cuma

İklim Değişikliği gençliğin elinde

21 - 23 Kasım 2009 tarihlerinde ODTÜ’de düzenlencek üç günlük Uluslararası İklim Değişikliği Eğitimi Çalıştayı’na katılan genç iklim savunucuları, iklim değişikliğinin günlük hayatımızdaki yeri ve pratik çözüm önerileri üretmek için biraraya geliyor.

ODTÜ Toplum ve Bilim Merkezi, UTES Derneği ve British Council’in birlikte organize ettiği Uluslararası İklim Değişikliği Eğitimi Çalıştayı, 21-23 Kasım 2009 tarihlerinde ODTÜ Kültür Kongre Merkezi, C Salonu’nda yapılacak. British Council İklim Değişikliği projesinin bir parçası olan bu çalıştay, ilk kez uluslararası katılımla Ankara’da düzenleniyor. Türkiye dahil 9 ülkeden katılan 18 – 35 yaş arasındaki İklim Savunucuları, çalıştay süresince iklim değişimi konusunda hayata geçirilebilecek uygulanabilir fikirleri tespit edecek ve bu fikirlerin kitlelere iletilmesi için etkili yöntemler üzerine tartışacak.

0900’da başlayacak olan açılış konuşmalarını British Council Ankara ofisinden Türkiye Operasyonları Direktörü Jeff Streeter, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektör Danışmanı Doç. Dr. İrem Dikmen Toker ve UTES Derneği Direktörü Kumru Adanalı yapacaklar. Açılış konuşmaları ardından ODTÜ Eğitim Fakültesi’nden Doç. Dr. Özgül Tüzün Yılmaz’ın Bilimin Doğası ve 7 Unsuru ve ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden Doç.Dr.Meryem Beklioglu’nun Sürdürelebilir bir yaşam için neye ihtiyacımız var ve bu ihtiyaçlarımızın İklim değişikliğine etkileri nelerdir? başlıklı sunumlarıyla devam edecek. Çalıştayın ikinci gününde Global Action Plan, Araştırma ve Geliştime Dairesi Başkanı Chris Large’in önderliğinde “Eğitim ve öğretim yoluyla davranışlarımızda küçük değişikliklerle küresel ısınmayla mücadele” çalıştay oturumları gerçekleştirilecek.

Basın mensupları, bilim projelerimiz ve çalıştay hakkında bilgiyi aşağıdaki iletişim adresi bulunan British Council çalışanı ve web sayfamızdan elde edebilirler.

Detaylı basın bülteni, çalıştay görseli, katılımcı ve çalıştayı organize edenlerin açıklamaları için aşağıdaki linki kullanabilirsiniz
www.britishcouncil.org.tr/aboutus/press/turkish/bb_view.asp?id=107


Esra Saruhan
Bilim Projeleri Koordinatörü
esra.saruhan@britishcouncil.org.tr
(312) 455 3600

4 Kasım 2009 Çarşamba

Türkiye Enerji (D)evrimi

Greenpeace ve Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği (EREC), 2 Kasım 2009 Pazartesi günü İstanbul’da düzenledikleri çalıştayda, “Enerji [D]evrimi - Sürdürülebilir Bir Türkiye için Enerji Yol Haritası” raporunu kamuoyuyla paylaştılar. Tüm gün süren oturumların ilkinde Greenpeace Uluslararası Yenilenebilir Enerji Direktörü Sven Teske ve Greenpeace Akdeniz Enerji ve İklim Kampanyası sorumlusu Hilal Atıcı, Enerji [D]evrimi raporunu açıkladılar. Raporda, 2050 yılına kadar iki muhtemel senaryo karşılaştırması yapılıyor. İlk senaryoda, mevcut eğilim ve politikalar devam ederse 2005-2050 yılları arasında Türkiye’de enerji sektöründen kaynaklanan kişi başına salım miktarı ikiye katlanacak ve elektrik üretim maliyetleri yüzde 50 oranında artış gösterecek. Diğer dikkat çeken bir nokta da 2050 yılında ulaşım sektörü %33’lük bir payla Türkiye’nin toplam salımlarının en büyük kaynağı haline gelmesi. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği politikalarının ön planda olduğu Enerji [D]evrimi senaryosuna göre ise, kişi başına salımlar 1,1 tona düşürülüyor ve maliyetlerde kısa vadede küçük bir artışın ardından 2 sent daha ucuz bir ortalama maliyetle elektrik üretiliyor. Senaryo, enerji ve ulaşım sektörlerinde nasıl salım azaltımı yapılabileceğine ve Türkiye’nin enerjisinin 21. yüzyılın ilk yarısı boyunca nasıl sürdürülebilir bir şekilde yönetilebileceğine yönelik iddialı, ayrıntılı ve gerekli bir plan sunuyor. Raporda ele alınan başlıklar şöyle 1) İklimi korumak 2) Enerji [D]evrimini gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştirmek 3) Enerji [D]evrimi 4) Enerji kaynakları ve arz güvenliği 5) Geleceğin enerji arzı senaryoları 6) Türkiye Enerji [D]evrimi senaryosundaki temel sonuçlar 7) Politika önerileri.

Türkiye’nin Enerji [D]evrimi senaryosunun geleceğe dönük tahminlerinden bazıları şöyle:

- Türkiye enerji sektöründen kaynaklanan karbondioksit salımlarını 2050 yılına kadar 1990
seviyesinin %18 oranında aşağıya çekiyor. İklim kampanyası sorumlusu Atıcı, sektörler arasında en fazla salım yapanın ve salım yapmanın en zor olduğu sektörün enerji olduğunu belirtti.
- Türkiye’de Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine dayanarak hazırlanan referans senaryoda dahi ekonomik olmaması nedeniyle nükleer enerji bulunmuyor.
- 2050 yılına gelindiğinde, ülke elektriğinin %84’ü yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilecek. Birincil enerji talebinin %59,4’lük kısmı yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılanacak.

Rapor, Türkiye’nin düşük karbonlu ekonomiye geçiş yapabilmesi ve temiz enerji üretebilmesi için fosil yakıtlar ve nükleer üzerindeki kamu teşviklerinin kaldırılması, bunun yerine yenilenebilir enerjiler üzerindeki alım garantisinin ve AR-GE çalışmalarının güçlendirilmesi, Avrupa Birliği’nin toplam birincil enerji arzı içindeki yenilenebilir enerji payına yönelik hedeflerin (2020 yılına kadar %20) yasal olarak benimsenmesini öneriyor.

Kopenhag iklim müzakerelerine 30 gün kala kamuoyuna sunulan raporda, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun Türkiye’nin Kopenhag’da müzakere edeceği emisyon salım azaltımının artıştan yüzde 11’lik bir oran olarak vermesine karşın Greenpeace, Türkiye’nin, 2020 yılına kadar sadece enerji sektöründe bile beklenen artışı yüzde 25 oranında azaltabileceğini öngörüyor.

Raporun tümüne ulaşmak için :
http://www.greenpeace.org/turkey/press/reports/enerji-d-evrimi
http://www.energyblueprint.info/
http://www.greenpeace.org.tr/



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...