24 Nisan 2012 Salı

İki yeni kitap


26 yıl önce, düşman, 26 Nisan 1986 Cuma gece yarısından sonra Ukrayna’nın Kiev kentindeki 30 bin nüfuslu Pripyat kasabası yakınlarındaki Çernobil Atom santralinin 4 numaralı reaktörünü patlattı; bir-iki saat içinde Pripyat’ı ve hızla bütün Ukrayna, Belarus ve Rusya’yı işgal etti. Daha sonra Doğu Avrupa’ya ve 4 Mayıs gece yarısı Türkiye’ye havadan saldırdı ve 5-6 Mayıs 1986’da, yağan yağmurla birlikte özellikle Marmara ve Edirne çevresini ardından Batı ve Doğu Karadeniz’i karadan-havadan işgal etti.

Bu kez düşman, işgal biçimi ve süresi daha önce görülmemiş biçimdeydi. İşgalden, en fazla çocuklar, ama en çok da işgalden 0-6 yıl önce doğanlarla, 0-6 yıl sonra doğacaklar etkilendi. Çünkü işgalci, çocukların derilerine ve akciğerlerine ve anneleri onlara hamile iken tükettikleri “ota, süte, ete/umuda, hürriyete”; açık havada yetişen tüm besinlere, süt ürünlerine ve çaya yıllarca radyasyon yağdırdı. Çocukların kemik iliklerini, tiroid bezlerini ve işgal ettikleri tüm ülkelerin erkekliğini ve kadınlığını yıllarca radyasyon bombardımanına tuttu, hâlâ tutuyor. Ve şimdi bu çocuklar 20-32 yaşında ve işgalin hâlâ sürdüğünü bilmedikleri için düşmanın karargâhını Akkuyu’ya ve Sinop’a kurmasını isteyenleri iktidara getiriyorlar.

Ey Çernobil gençliği! Ve sizlerin atom bombası denemeleri kuşağı anne ve babalarınız!

Bu kitap, sağlığınızı, çevrenizi ve insan haklarınızı rehin alanların ve sizi radyasyon tutsağı
yapanların geçmişte size yaptıklarını ve bundan sonra yapacaklarını görmenizi, bilmenizi,
anlamanızı ve onları vicdanlarınızda yargılamayı amaçlamaktadır.

Çernobil Halk Mahkemesi
Çeviren :Umur Gürsoy
Yeni İnsan Yayınevi
Nisan 2012
298 Sayfa
18 TL
 Yeşil Ekonomi
Editörler. Ahmet Atıl Aşıcı – Ümit Şahin

Yetmişlerin başında “Büyümenin Sınırları” raporu yayınlandı. Rapor basit bir soruya cevap arıyordu: Büyüme ya da kalkınma daha ne kadar sürdürülebilir?

Raporun bu basit ama önemli soruya verdiği cevaplar, geride kalan 40 yılda birer kehanet gibi gerçekleşmeye başladı. Ancak görmeyen gözlere, duymayan kulaklara bu kehanetler hala ulaşamıyor. Neyse ki kendini yarınlardan sorumlu tutan insanlar hâlâ var!

Yeşil ekonomi, bir ekolojik sıçrama öngörüyor. Dünyanın biyolojik kapasitesi, insanların büyüme arzularını karşılamıyor. Bugün her insan gelişmiş Batı ülkeleri kadar tüketseydi 3 dünyaya daha ihtiyacımız olurdu. Bu tüketim toplumu hala sürdürülebilir mi?

Sorular bitmiyor: Yeşil ekonomi bir çıkış yolu mu? Yoksa yeni bir ütopya mı? Kapitalizmi yeşile boyamak mı? Yoksa kapitalizmden çıkış için gereken ekonomik dönüşümün başlangıcı mı? İhtiyaçlarımızın ne kadarı gerçek? Mutluluk ekonomisi mümkün mü?

Elinizdeki derleme bu soruların cevaplarını ararken Türkiye’de alanında yayımlanan ilk  kitaplardan biri olma özelliğini taşıyor. Kitap teoriyi, somut politika önerileriyle birleştiriyor.
İTÜ’de öğretim üyesi olan iktisatçı Ahmet Atıl Aşıcı’nın ve yeşil düşünce alanında önde gelen düşünürlerden biri sayılan Fransız iktisatçı Alain Lipietz’in yazıları yeşil ekonomi ve yeşil yeni düzenin teorik ve tarihsel arka planını ele alırken, Avrupa Yeşilleri’nin yeşil ekonomi üzerine hazırladığı yazılar somut, uygulanabilir ve reformcu politik önerilerin içerdiği olanakları gösteriyor.
Önsöz:YükselSelek
Sunuş: Ümit Şahin

Yeşil Ekonomi
Editörler. Ahmet Atıl Aşıcı – Ümit Şahin
Yeni İnsan Yayınevi
Nisan 2012
8 TL.

20 Nisan 2012 Cuma

80 yıllık sera gazı emisyonlarımız

Türkiye'nin sergazı emisyonu  milyon ton (1930-2010)


Kaynaklar: UNFCCC;CIADC, populstat, ONU, AFP, TÜİK

13 Nisan 2012 Cuma

AB-Türkiye İklim İşbirliği

13 Nisan 2012 Cuma günü RENA ( Katılıma Yönelik Bölgesel Çevre Ağı) - İklim Çalışma Grubu evsahipliğinde "AB-Türkiye İklim Konusunda İşbirliği: Fırsatlar, Faydalar ve Zorluklar" başlıklı seminer İstanbul'da The Marmara'da gerçekleştirildi. RENA Türkiye ve diğer AB aday ülkelerine AB'nin iklim ve çevre politikaları ile mevzuatının uyumlaştırılması konularında destek sağlıyor. Örneğin Türkiye'de Katılım Öncesi mali Yardım Aracı-IPA desteğiyle sera gazı izleme mekanizması uygulanmasında işbirliğine başlanmış.

Toplantının sabah oturumlarına katılamadım. Dolayısıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Komisyonu İklim Değişikliği Komisyoneri Connie Hedegaard'ı dinleyemedim.Bakan Bayraktar'ın konuşmasını Yeşil Ekonomi, Hedegaard'ın konuşmasını da NTVMSNBC haberleştirmiş. Hedegaard dün akşam Tüsiad, Müsiad, Tuskon ve İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği temsilciler ile görüşmüş.İş dünyasının aktörlerinin iklim politikalarına nasıl baktığı tartışılmış. Bu görüşme necip basınımıza henüz yansımadı.

Öğleden sonra ilk oturumu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı altında faaliyet gösteren Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü'nden Genel Müdür Recep Şahin açtı. Şahin, sunumunda kısaca Türkiye'nin iklim müzakerelerindeki konumuna değinip İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı'nın (İDEP) bir özetini yaptı. Planda hiçbir sayısal sera gazı indirim hedefi olmaması, planın en çok eleştirilen taraflarından biriydi.Tüdef Haziran 2011'de  "Çevre Bakanlığı İklimi Öldürmesin" başlıklı bir raporla İDEP'e yönelik eleştirilerini kamuoyu ile paylaşmıştı. Sunumda yenilenebilir enerjilerin %30 oranında arttırılması mı yoksa %30'a mı çıkarılması konusunda bir karşıklık vardı. Günün sonunda Enerji Bakanlığı'ndan bir yetkili bunu birincil enerjide değil de elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payının %30 olacağını belirtti ve salondan gelen sorular üzerine bu oranın büyük bölümünün HES'lerden geleceğini söyledi. Son oturumda da TEMA Vkfı Genel Müdürü Serdar Sarıgül, HES'lerin artık yenilenebilir enerji kategorisinde değerlendirmemek gerekitğini çünkü bu enerjinin yarattığı tahribatın büyük olduğunu belirtti. Genel Müdür Şahin'in konuşmasında dikkatimi çeken bir noktada da kentsel dönüşümün enerji verimliliği anlamında fırsatlar sunabileceği, yanılmıyorsam konutlarda %50 enerji tasarrufu sağlanabileceğini belirtti. Kanımca Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılına damga vuracak ve oldukça sorunlu hayata geçebilecek kentsel dönüşümü bu perspektifle kabul edilebilir kılmak mümkün olur mu göreceğiz.

Oturumun ikinci panelisti Avrupa Komisyonu İklim Eylemi Bölüm Direktörü Laurence Graff Avrupa Birliği'nde Emisyon Ticareti sistemini anlattı. Emisyon ticareti sisteminin AB emisyonlarının %50'sini kapsadığını ama her sektörde aynı şekilde etkili olamadığını söyledi.  Emisyon ticareti sistemi sayesinde 2010'da 2005'e göre emisyon izinlerinde %8'lik bir azaltım olduğu ama resesyonun da bunda etkili olduğunu belirtti. AB'nin Türkiye ile karşılıklı, bölgesel ve uluslararası düzeylerde işbirliği yapabileceğini ifade ederek sözlerini tamamladı.Ardında sözü Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İklim Değişikliği Dairesi Başkanlığı Şube Müdürü Mehrali Ecer aldı. Ecer, özetle Türkiye'nin karbon piyasalarında deneyiminin sınırlı ama beklentisinin büyük olduğunu söyledi. Türkiye'de ilk kez 2005 yılında gönüllü piyasalarda karbon ticareti projesi gerçekleştiğini 2010'da da Karbon Kayıt Sistemi'nin başlatıldığını ifade etti. Türkiye'de yapılan 178 projeden 103'ünün HES'ler üzerinden yapılması HES karşıtlarının HES'lerin sadece enerji için değil karbon ticareti için de yapıldığını savunmalarını doğrular nitelikteydi. Ecer, sera gazı emisyonlarının takibi hakkında taslak bir yönetmelik hazırlandığını, 2500 tesisin sera gazı izleme ve raporlama sistemine tabi tutulacağını anlattı. 2019'a kadar AB ile mevzuat uyumunun tamamlanacağı, uygulama ise ancak üyelik ile başlanacağını ifade etti. Son panelist İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği genel sekreteri Engin Güvenç'ti. Özel sektörü iklim değişikliğe ile mücadeleye ortak etmek için yeni yatırım ve istihdam alanları ve teşvikler tanımlanması gerektiğine değinen Güvenç, enerji ve atık sektöründeki şirketlerin iklim alanında öncülük yaptıklarını ama diğer sektörlerin de buna dahil edilmesi gerektiğini söyledi. Özel sektör enerji verimliliği, karbon piyasaları gibi fırsatları gördüğü ölçüde yeşil ekonomiyi benimsiyor. Şirketlerin yeni kar alanları görmedikçe iklim politikalarına katılmayacakları aşikar.

Son panelde AB temsilcileri, Çevre ve Şehircilik ve Enerji Bakanlığı'ndan yetkililer ve TEMA temsilcisi vardı. TEMA Genel Müdürü Serdar Sarıgül, Türkiye'nin vakit geçirmeden sera gazı emisyonu hedefi koyması gerektiğini ifade etti. Vakıf web sitesinde bu toplantı ile ilgili açıklama yayınladı ve ayrıca 24 Nisan 2012'de iklim değişikliği ile ilgili İstanbul'da bir toplantı düzenlediklerini ilan etti.

12 Nisan 2012 Perşembe

Tarım Arazilerinin Korunması ve Etkin Kullanımı


TARIM ARAZİLERİNİN KORUNMASI VE ETKİN KULLANILMASINA YÖNELİK POLİTİKALAR-
 Pınar TOPÇU
Dünya nüfusunun giderek arttığı ancak verimli toprak miktarının azaldığı
gerçeği dikkate alındığında, toprak materyalinin planlı ve rasyonel olarak
kullanılması, sanayileşme ve kentleşmenin yanı sıra ekonomik büyüme sağlanırken beraberinde doğanın tahribine ve kirlenmesine engel olunması ve gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir ortam bırakılması önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda, bu çalışmanın temel amacı; ülkemizdeki tarım arazilerinin tarım dışı kullanımının sınırlandırılmasına ve bu arazilerin uygun şekilde yönetiminin sağlanmasına yönelik politikalar geliştirmektir.
Çalışma kapsamında, Türkiye’deki toprakların ve arazilerin kullanımının
tarihçesine değinilerek, tarım arazilerinin mevcut sorunları ve tarım arazilerinin tarım dışı kullanımının boyutları ele alınmıştır. Ülke örnekleriyle de zenginleştirilen çalışmada, bilgi altyapısının önemi ve tarım arazilerine yönelik bilgi altyapısının geliştirilmesi hususunun gerekliliği üzerinde durulmuştur. Çalışmada yöntem olarak; literatür taraması yapılmış, uygulanan kamu politikaları ve yasal düzenlemeler incelenmiş ve tarım arazilerinin korunması ve kullanılmasına yönelik paydaşların görüş ve yaklaşımlarının değerlendirilmesi amacıyla anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın sonucunda, tarım arazilerinin daha etkin şekilde kullanılması ve korunması, tarım dışı kullanımlar için alternatif arazilerin belirlenmesi ve tarıma elverişli olmayan arazilerin değerlendirme şeklinin tespitine yönelik işlemlerin hızla tamamlanması gerektiği vurgulanmıştır. Çalışmada ayrıca, tarım arazilerinin korunması ve kullanılması konusunda ilgili paydaşların yaklaşımını analiz etmek amacıyla gerçekleştirilen anket çalışmasının bulgularından da faydalanarak, Türkiye’deki tarım arazilerinin en önemli sorununun tarım dışı kullanım olduğu ve tarım dışı kullanımın ise en yaygın kentleşme alanında görüldüğü sonucuna ulaşılmıştır. Bu bulgular ışığında, Türkiye’de tarım arazilerinin korunması ve etkin kullanımına yönelik politika önerileri sunulmuştur.

10 Nisan 2012 Salı

2 Nisan 2012 Pazartesi

EKO IQ’nun 16. sayısı çıktı!

“Sürdürülebilirlik Artık Kesinlikle Bir Rekabet Unsuru”

CSR Consulting Turkey’nin kurucu ortakları Özlem Çevik Koper ve Bahar Keskin uyarıyor: Sürdürülebilirlik artık bir rekabet unsuru.

· Türkiye’nin Ekolojik Bilançosu: Borcumuz Var!

Küresel Ayak İzi Ağı işbirliği, MAVA Vakfı ve Garanti Bankası’nın da katkılarıyla Ekolojik Ayakizi, Türkiye için ilk kez hesaplandı. Sonuç: Evet, ekolojik limiti aşıyoruz.

· “Dikkat, Odada Fil Var!”

Mart ayında ülkemize gelen Greenpeace Genel Direktörü Kumi Naidoo, EKOIQ’ya konuştu. Naidoo, “Greenpeace olarak, eğriye eğri, doğruya doğru deriz” diyor.

· Yeşili Biliyoruz Ama Almıyoruz (Şimdilik)

Türkiye’nin ilk yeşil tüketim araştırması Sürdürülebilirlik Akademisi, GFK Türkiye ve Schneider Electric işbirliğiyle hazırlandı. Raporda çıkan sonuçlarına göre tüketicilerin yüzde 86’sı genel geçer bir yeşil ürün tanımı yapabiliyor ama katılımcıların sadece yüzde 19’u düzenli olarak yeşil ürün kullanıyor. Araştırmanın detayları EKOIQ’da...

· Sevilen kitap eleştirmenlerinden Heyzen Ateş de bundan böyle her ay EKOIQ’da: Edebiyat’ta Son’un Başlangıcı; Le Guin, Lawrence ve Atwood…

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.


26 Mart 2012 Pazartesi

Dünya Saati 2012


Dünya Saati’nde Yıldızların Size Güzel Bir Sürprizi Olacak
WWF tarafından 2007’de Avustralya’da başlatılan Dünya Saati Kampanyası, çevre sorunlarına dikkat çekmeyi amaçlıyor. Ülkemizde WWF-Türkiye tarafından dördüncü kez gerçekleştirilen Dünya Saati Kampanyası’nda bu sene yıldızların güzel bir sürprizi olacak. Kampanya kapsamında Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boğaz köprüleri ışıklarını bir saatliğine kapatırken, bu sene ilk defa Galata Kulesi de Dünya Saati’ne destek verecek.
Kampanyaya katılmak ve bilgi almak için www.wwf.org.tr/dunyasaati
Bunun dışında sosyal medyada bize daha fazla destek olabilirsiniz:
o Facebook ve twitter’dan katılımı desteklemek adına www.wwf.org.tr/dunyasaati adresine yönlendirme yapabilirsiniz.
o WWF Türkiye facebook sayfasındaki Dünya Saati etkinlik davetini katılabilir, bu daveti arkadaş listenize gönderebilirsiniz.
o Kampanya videosunu facebook ve twitter’ında paylaşabilirsiniz. Linkleri aşağıda.
o Twitter’da tweet’lerinizde @WWF_TURKİYE ve #DunyaSaati tagleriyle kampanyadan son gelişmeleri paylaşabilirsiniz.

21 Mart 2012 Çarşamba

Türkiye'de "Olmayan" Çevre Bilinci



Türkiye'de "Olmayan" Çeve Bilinci
Doç. Dr. Birol Ertan
Çizgi:Vahit Akça

Yalnızca insan sağlığını değil, bütün canlıların yaşam olanaklarını ve aynı zamanda yaşam ortamları olan dünyayı tehdit eden küresel bir çevre kriziyle baş başayız. Küresel çevre krizinin önlenmesi konunda 1970’li yıllardan bu yana ulusal ve uluslar arası duyarlılıkta bir gelişme yaşanıyor. Peki, Türkiye’de yaşam kaynaklarımızı barındıran çevre konusunda bilinçlenme ne düzeyde?

Çeşitli hukuksal belgelerde ortaya çıkan çevreye ilişkin düzenlemeler, zaman içinde gelişmiş, gelişmiş Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede çevreyle ilgili iç hukuktaki hukuksal düzenlemelerin çerçeve nitelikli hukuksal bir Çevre Yasası’nda birleştirilmesi çabalarına dönüşmüştür. Bununla birlikte, birçok ülke Anayasasına da çevrenin korunması ve geliştirilmesine yönelik, hatta sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını içeren, bu konuda devlet kurumlarına ve bireylere ödev ve sorumluluklar yükleyen çeşitli düzenlemeler eklenmiştir. Bunların bir örneği, Türkiye Anayasası'nın 56. m

yana birçok kez değişikliğine uğrayan Çevre Yasası, ilk zamanlar ekonomik kalkınmanın vazgeçilmezliği ilkesini kabul etmişken, son değişiklikler ile sürdürülebilir çevre düşüncesi ve “sürdürülebilir kalkınma” anlayışı, kanunun önemli ilkelerinden birisi olmuştur.
Türkiye’de çevre bilinçlenmesinin gelişimi, özellikle çevre değerlerinin korunması amacıyla çıkarılan hukuksal düzenlemelerle sınırlı kalmış görünüyor. Çevreyi hukuksuz korumak elbette mümkün değil, ancak sadece hukuksal düzenlemeler ile çevrenin korunduğu bir ülke örneği de yok.addesindeki görülmektedir. Anayasanın 56. maddesine göre, “çevre hakkı”na ilişkin düzenlemeye göre: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek, devletin ve vatandaşların ödevidir...” Bu hüküm, elbette, çevreyi korumak açısından devlete ve vatandaşlara bir hukuksal ödev ya da sorumluluk yüklemektedir. Çevre konusundaki düzenlemelerin çerçeve bir yasada birleştirilmesi konusunda da Türkiye’de 1983 yılında bir adım atılmıştır. 1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Yasası, 2006 tarihli ve 5491 sayılı Yasa ile önemli değişikliğe uğramıştır. Yeni Yasa’nın amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri
doğrultusunda korunmasını sağlamaktır (26 Nisan 2006 tarihli 5491 sayılı Çevre Kanunu, madde 1). 1983 yılında ilk çıkarıldığından bu
Türkiye’de çevre bilinçlenmesi, yalnızca hukuksal düzenlemelerle sınırlı kalmıştır. Bu bilinçlenmenin yansımaları sonucu, çevre korumaya dönük Çevre Yasası çıkarılmış, mili parklar, kültürel varlıklar ve İmar kanunlarında çevreyi koruyan diğer düzenlemeler getirilmiş, çevresel değerleri korumaya dönük birçok uluslararası sözleşme kabul edilmiş ve onaylanmış, çevre koruma amacıyla Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği gibi çok sayıda tüzük ve yönetmelik çıkarılmıştır. Ne var ki, çevre bilinçlenmesinin uygulamaya yansıyan ciddi örneklerini görmek pek mümkün olmamıştır. Çevreyi ağaç dikmek ve çim ekmek olarak gören anlayış, çevre ve ekonomi başta olmak üzere her sektörde çevre korumaya dönük bir plan ve program üretememiştir.
Çevre bilinçlenmesi konusunda 1980’lerden başlayarak yargı aşamasında ciddi bir duyarlılık yaşandığını ise görmek gerekir. 1980’lerden başlayarak çevreyi koruyan yargı kararlarının verilmeye başlaması, birçok konuda çevresel değerlerin korunmasına yardımcı olmuştur. Bu kararlar arasında Güven Park
kararı, Aliağa termik santralı ve Bergama Ovacık altın madeni kararları örnek olarak gösterilebilir. Yargı kararlarına rağmen Hükümetlerin çevre konusundaki duyarlılıkları ise devlet kurumlarında çevre bilinçlenmesi yaşanmadığını ortaya koyan örneklerle doludur. Gelişmiş ülkelerde Yönetimin Yeşillendirilmesi başlığı altında kamu yönetiminin çevreye duyarlılığının geliştiğine şahit olurken, ülkemizde çevre ve ekonomi dengesi kurmaya dönük bir yönetim anlayışı sergilenememiş, ekonomik kalkınma ve ekonomik çıkarlar karşısında çevre bilinci hep ikinci sınıf bir konuma indirgenmiştir.
Türkiye’de çevre koruma bilincinin gelişmesi, dünyadaki gelişme ile paralel bir gelişme göstermediği gibi, ülkenin her yerinde başta doğa kıyımları olmak üzere çevre tahribatı hızla artmaya devam ediyor. Dünyada özelikle 1970’li yıllarda çevre koruma bilincinde yavaş da olsa gelişmeler gözlenmeye başlamakla birlikte, 1980’li yıllarla birlikte bu konuda ciddi bir atılım yaşandığı, 1990’lı yıllardan sonra ise çevre bilinçlenmesinin altın çağını yaşandığı görülür. Ne var ki, dünyada yaşanan bu altın çağ, Türkiye’de çevre koruma bilincinin bugün geldiği aşama göz önüne alındığında tatmin edici olmaktan çok uzaktır. Bunun nedeni, mevzuat konusunda ve söylem düzeyinde atılımların ötesine geçilememesi, uygulamada çevre bilincinin geliştirilememesidir. Böyle olunca da ülkemizde doğa kıyımı her geçen gün hızlanarak artmaya devam ediyor.



Gerek çevre bilincinin gelişmesi, gerekse de çevre korumaya dönük politikaların uygulanması sürecinde düşüncelerimize ve eylemlerimize yön veren, çevreye yönelik yaklaşımımızdır. Çevreye yönelik yaklaşımımız, çevre etiği yaklaşımlarıyla doğrudan ilişkilidir. Yalnızca düşüncelerimizi değil, aynı zamanda eylemlerimiz de etik yaklaşımlarımızın rehberliğinde ve yönlendirmesinde biçimlenmektedir. Ülkemizde çevre korumaya ilişkin bilinç, insan-merkezci (anthropocentric) olma aşamasını geçememiştir. Çevreyi ekonomik kalkınmanın bir kaynağı olarak gören ve çevre sorunları ortaya çıkmadan önleme konusunda adım atmayan insan-merkezci bakış, bugün birçok konuda geri dönülmez çevre tahribatlarının yaşanmasına neden olmuştur. Kirlenen denizler, çöplüğe dönüşen nehirler, halk sağlığını tehdit eden ciddi hava ve su kirlenmeleri, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı, erozyon nedeniyle her yıl Kıbrıs büyüklüğündeki tarımsal toprak alanının kaybı gibi örnekler, çevre bilincimizde insan-merkezci yaklaşımlarımızın sonucu olmuştur.
Çağdaş çevre duyarlılığı ve bilincinin temelinde, insan ve çevre arasında bozulan ilişkileri düzenleme kaygısı bulunmaktadır. Türkiye’deki liberal ekonomi anlayışına dayalı olarak çevreyi bedava ve tüketilmesi gereken bir kaynak olarak gören kar maksimizasyonuna dayalı her şeye rağmen kalkınmacı anlayışı, yaşam ortamlarımızın tehdit altında olmasının başlıca nedenidir.

21. yüzyılda sınır tanımaksızın bütün dünyanın karşı karşıya kalacağı küresel çevre krizinin yıkıcı etkilerini önlemek için başta devletin çevreyi yönelik her şeye rağmen kalkınmacı yaklaşımını değiştirmek, bireylerin ve kurumların eylem, davranış ve her türlü etkinliklerini çevreye duyarlı olacak biçimde yönlendirmek gerekiyor. Bunu yapacak yetkili makamların ise çevreye karşı vatandaştan daha az duyarlı olduklarını görmek, gelecek için kaygılı olmamıza neden olmaktadır.
Çevreyi ya da doğal kaynakları ekonomik kalkınmanın sadece kaynağı olarak gören ve 1970 öncesinin kalkınmacı anlayışını yansıtan çevre politikalarının terk edilerek su, toprak ve hava gibi doğal kaynakların, ekonomin kaynağı ve daha çok da sınırı olduğu bilincine varmamız ve bu bilinci bütün sektörlerdeki politikalarımıza yansıtmalıyız. Çevre korumayı bütüncül olarak düşünmek, çevre kirliliğinin sınır tanımadığı ve küresel çevre sorunlarının bütün dünyayı, canlı yaşamını ve bütün ülkeler ile insanları aynı zamanda tehdit ettiğinin bilinci olmamızın zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’de çevre koruma bilincinin dayanması gereken temel düşünce şu olmalıdır : a) Türkiye’de çevreyi kirleten ve ekolojik dengeyi bozan etkinliklerin büyük kısmının denetimsiz endüstriyel faaliyetler ve özellikle enerji üretimi ve tüketimi sürecinden yaşandığını bilmek ; b) Yerel ve küresel çevre sorunlarına çözüm bulabilmek için endüstriyel faaliyetlerde ve özellikle enerji üretimi ve tüketimi süreçlerinde klasik her şeye rağmen kalkınmacı anlayışı terk edip çevre bilincini öne çıkaran yeni politikalar ve planlama süreçlerinin zaman geçirmeksizin benimsenmesi ve yaşama geçirilmesi.

13 Mart 2012 Salı

Almanya'da Yeşil Çember

YEŞİL ÇEMBER - ÇEVRE, DOĞA & SAĞLIKLI BİR GELECEK İÇİN EL ELE
Aralık 2006’da Berlin’de, Federal Almanya’da en geniş örgütlenmeye sahip çevre kuruluşu BUND (Almanya Çevre ve Doğa Koruma Birliği/ Friends of the Earth) çatısı altında çevreyi ve doğayı korumak ve bu bilinci Almanya‘da Türkçe konuşan insanlara aktarmak için kuruldu. 2011’de Köln, Stuttgart ve Münih şehirlerinde Yeşil Çember çevre grupları kuruldu. 2012 senesinde Almanya’nın en az dört şehrinde daha Yeşil Çember grupları kurulacaktır.
Daha yeşil ve güzel bir Dünya için mücadele eden Yeşil Çember, “Çevre, doğa ve sağlıklı bir gelecek için elele“ sloganıyla herkesi Dünya’ya zarar vermeden, çevre dostu ve sürdürülebilir bir yaşama davet edip, bu alanda Alman ve Türk Toplumu arasında bir köprü oluşturuyor.

Almanya çapında yaptığı çalışmalar şunlardır:
Türkçe bilgilendirme broşürleri, Çevre Günleri, Yeşil Akşamlar, Yeşil Çember dergisi, geziler, bilgilendirme toplantıları, Türk dernekleri ve işyerleri için danışmanlık, Çevre Elçileri eğitimleri ve değişik konularda aktiviteler Örneğin: “Nükleersiz Yarınlar İçin”.
Yeşil Çember, Berlin Uyum Bakanlığı tarafından verilen Berlin Lalesi (2008) ödül sahibidir.
Daha geniş bilgi için www.yesilcember.de adresini ve Yeşil Çember facebook sayfasını ziyaret edebilirler.

9 Mart 2012 Cuma

Termik santrale karşı çıkanlar yargılanıyor


Yalova Çevre Platformu gönüllüleri, kömür yakıtlı termik santrali yapan şirket tarafından YAÇEP üyelerine açılan davalara iki yıldır katılıyor. Gönüllüler, 6 Mart 2012'de görülen son celsedeki gelişmeleri aktarıyorlar.
Yalova’da kömür yakıtlı termik santrale karşı çıkanlar, İstanbul’da görülen iki ayrı davada aynı gün yargılandı. Toplam 13 celsedir termik santral kuran Aksa Akrilik’in açtığı bu mahkemelere katılan Yalova Çevre Platformu gönüllülerinin davalarından ilki termik santrale protesto amaçlı hazırlanan ve ünlü isimlerin destek verdiği videoyla ilgiliydi. Mahkeme, bilirkişi raporu davalılardan Tema Eski İl Temsilcisi-YAÇEP’in ilk sözcüsü Feride Uyar’a tebliğ edilememesi nedeniyle ertelendi. AKSA’nın o dönem YAÇEP gönüllüleri arasından Bayrı çiftine açtığı 20 bin TL’lik tazminat davasında ise deliller toplandı ve karar aşamasına gelindi. Davalar 10 Mayıs ve 5 Haziran tarihlerine ertelendi.
Çevrecilerin AKSA tarafından yargılandığı gün, ironik bir şekilde Yalova’da İl Genel Meclisi’nde, AKSA’nın termik santralinin Yalova Çevre Düzeni Planı’na işlenmesi talepleri görüşüldü. Yerel meclisler geçtiğimiz yıl, Türkiye’de bir ilk olarak, çevre düzeni planında kömür yakıtlı termik santrallerin kurulmasını engelleyen bir plan notu eklenmesi kararı almıştı. Buna itiraz ederek, şirket menfaatlerini öne sürerek bu plan notunun iptal edilmesini talep eden AKSA Akrilik Kimya AŞ, depremselliği yüksek olan bölgede tüm olumsuz faktörlere ve bunları dile getiren Yalovalılara rağmen, açtığı davalarla imajını sıfırlama pahasına, test aşamasında olan kömürlü santralini istiyor. YAÇEP gönüllüleri ise, siyasetçilerin termik santrale onay vermesi için yargılanmadıklarını söyleyerek, yerel meclislerin termik santrale onay vermesi halinde bunun vebalini taşıyacaklarını dile getirdi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...