6 Haziran 2011 Pazartesi

Çevre yoksa oy da yok!

Türkiye’de gündemdeki en önemli konu nedir sorusunun cevabı kuşkusuz pek çokları için üç hafta sonra yapılacak seçim. Bir yandan seçim tahminleri, partilerin politikaları veadaylar konuşulurken, diğer yandan seçmenler baraja takılmadan kaygıları temsil edilebilir mi edilemez mi hesapları yapıyor. Yaklaşan seçim hararetle tartışıladursun, bu tartışmalarda en dikkat çekici noktalardan biri çevre konusunda sağır edici bir sessizlik olması. Oysa birkaç ay önce çevre meseleleri gündeme epey bir gümbürtüyle ve ‘acil’ statüsüyle girmişti. Fukuşima’daki nükleer kazanın üzerinden sadece iki ay geçti. Nükleer sızıntının çocuklar dahil bütün insanları, toprağı, okyanusu ve doğmamış nesilleri çok uzun süre ortadan kaldırılamayan bir kirliliğe maruz bıraktığı aşikar da, Akkuyu ve Sinop’a yapılması AKP hükümeti tarafından hevesle planlanan nükleer santrallerin riskiyle bizim nasıl yaşayacağımız belirsiz. Tüm Anadolu’da yapılan ve yapılmakta olan hidroelektrik santrallerin ekolojik dengeyi bozmaktan yerel geçim kaynaklarını yok etmeye, su rejimlerine müdahaleden insansızlaştırmaya varan ciddi boyutlarda sorunlara yol açtığını anlatmak için yollara düşen insanların ‘Büyük Anadolu Yürüyüşü’ hâlâ sürüyor. Daha birkaç gün önce Kütahya’da gümüş madeninde baraj çökmesi sonucu yeraltı sularına siyanür karıştı.
Siyasal bir tercih olarak çevre
Bütün bunlara rağmen çevre siyasetçilerin gündeminde değil. Ancak seçmen için bunu gözardı etmenin yaşamsal sonuçları var. Enerji, ulaşım, şehirleşme gibi konularda siyasetçil
er politika yaparken insan hayatından ve doğada yaratılan tahribattan hiç dem vurmuyorlar. Bunun son örneği Başbakan’ın açıkladığı ‘çılgın’ Kanal İstanbul projesi. Seçim öncesinde oy kaygısıyla açıklanan projenin, asıl tartışılması gereken yönü, gerçekleşmesi halinde yaratacağı ekolojik tahribat açısından nasıl bir çılgınlık olacağı. Bu tartışmaların yapılmaması, seçmenlerin çevreyle ilgili kaygılarının siyasi tercihlerini etkilememesi ve bu kaygıların siyaseten temsil
edilmemesi anlamına geliyor. Bunun değişmesi elzem. Çünkü ancak o zaman siyasetçiler daha ekolojik bir anlayışla politika yapmak durumunda kalacaktır. Bu ekolojik anlayış, en temelde insanlığın kaderinin doğanın kaderiyle birebir örtüştüğünün ve insanın parçası olduğu ekosistemin tahribatının, insan yaşamını da dolaysız ve geri dönülmez biçimde etkilediğinin fark edilmesini gerektiriyor.Tabii seçmenlerin çevreyle ilgili kaygıları olmadığı için siyasal tercih
lerini bu yönde yapmadıkları öne sürülebilir. Bu alanda yok denecek kadar az sayıda araştırma ve kamuoyu anketi yapıldığı için, Türkiye toplumunun çevreyle ilgili hangi kaygıları olduğu bilinmez, toplumun zaten çevreyi bir değer olarak görmediği yaygın bir kabuldür. Oysa çok y
eni açıklanan araştırma sonuçları kabullerimizi sorgulamamızı gerektiriyor. A&G’nin Greenpeace için Nisan ayında yaptığı araştırma Türkiye’nin nükleer santral istemediğini somut bir şekilde ortaya koydu (www.greenpeace.org). Nükleer enerji santralleri konusunda bugün bir referanduma gidilmesi durumunda halkın yüzde 64’ü nükleer santral kurulmasına “hayır” diyor. Enerji ihtiyacımızı karşılamak için riske girmeyip temiz kaynaklara yönelmemiz gerektiği görüşünde olanların oranı ise yüzde 84,2. Peki partilerin tabanları nükleere nasıl bakıyor? AKP’ye oy vereceklerin yüzde 41.5’i, CHP’ye oy vereceklerin yüzde 86.2’si, MHP’lilerin yüzde 77.6’sı, BDP’lilerin ise yüzde 73’ü nükleer santral istemiyor. Nitekim bu anketin yayınlandığı tarihten sonra siyasi partiler nükleer konusunu seçim gündemine sokmamak adına daha temkinli adımlar atmaya başladılar.
Ekolojik yıkım
Türkiye’nin yürüttüğü tepeden, modernleşmeci politikaların yerelde ne tür ekolojik yıkımlara neden olduğunu artık görmek zorundayız. Ülkedeki çevre sorunlarının bir haritasını çıkarsak herhalde çok az boş yer kalır. Özellikle enerji ve maden politikaları, doğa ile çatışmanın en şiddetli tezahür ettiği alan. Planlanan 1700 HES’in ve 47 termik santralin, Sinop’ta ve Akkuyu’da yapılacak nükleer santrallerin, onlarca bölgede yapılan kimyasal madenciliğin yaşamı ne derece sürdürülemez kılacağı; iklim, tarım, sağlık, göç gibi konularda ne sonuçlar doğuracağını biliyor muyuz? Ekonominin büyümesi için nelerden vazgeçmeye hazırız?

Ekolojik anayasa
İnsan ile insan arasındaki çatışmayı düzenlemeyi öngören anayasaların, günümüzün ağır ekolojik krizleri ışığında insan-doğa ilişkisini tanımlayan ve doğanın haklarını tanıyan bir şekilde yeniden yapılandırılması gündeme geliyor. Bazı hukuk otoriteleri doğanın hak talebinde bulunamayacağı düşüncesinden hareketle doğanın bir hak öznesi olamayacağını savunsa da birçok ülkede insan merkezli değil, ekoloji merkezli Anayasa yapma girişimleri sürdürülüyor. Türkiye’de de Ekolojik Anayasa Girişimi iklim değişikliği, çevre kirliliği ve doğanın önlenemeyen tahribine karşı hangi anayasal önlemler alınabilir, doğayla uyumlu bir varoluş nasıl sağlanabilir, böyle bir varoluş için vatandaşların doğaya karşı yükümlülükleri ne olmalıdır, sadece bugün yaşamakta olanların değil, gelecek kuşakların da yeryüzünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde var olma hakkı nasıl korunabilir sorularına yanıtlar üretmek için çalışmalarına devam ediyor (www.ekolojikanayasa.org).

Dolayısıyla ekolojik bir anlayış benimsemek, seçime kadar olan süreyi kapsayan sadece kısa vadeli bir siyasal gündem için değil, uzun vadede çevreyle barışık bir toplum yaratmak için gerekli. İşe 12 Haziran seçimlerinde suyumuza, havamıza, toprağımıza, gıdamıza yönelik tehditlere çözüm üretecek milletvekillerini Meclis’e göndermekle başlayabiliriz.

Barış Gençer Baykan, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi
Hande Paker, Bahçeşehir Üniversitesi siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

1 Haziran 2011 Çarşamba

Annelerden Organik Sohbetler


‘Çocuklar için iyi olan, çevre için de iyidir’ fikrinden yola çıkarak, anneleri sağlıklı ve çevreyle dost seçimler konusunda bilgilendirmek amacıyla düzenlenen Annelerden Organik Sohbetler, 4 Haziran 2011 Cumartesi saat 11:30’da Forum İstanbul’da gerçekleştirilecek.

Pembe Candaner’in moderatörlüğünde gerçekleşecek olan oturumda Klinilk’ten Dr. Pınar Dayanıklı, Haber Türk’ten Damla Çeliktaban, Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek, Blogcuanne.com yazarı Elif Doğan, yesilist.com’dan Ergem Şenyuva ve Kapbula Organik Şeyler’den Tuba Tuna Yalçuva oturuma katılacak olan annelerle bilgi ve deneyimlerini paylaşacak.

Her ne kadar ataerkil bir aile yapısına sahip olsak da ülkemizde ev ekonomisi denince akla ilk anneler gelir. Çünkü evde neye ihtiyaç var ya da yok, en iyisini anneler bilir. Marketten ne alınacak, hangisi kaliteli, hangisi ucuz... Yani aslında tüketimde en çok söz sahibi olan annelerdir. Peki ama anneler marketten aldıklarını ne kadar yakından tanıyor, organik gıdalar ve katkı maddeleri hakkında neler biliyor?

Gerçekten de yediklerimiz ve kullandıklarımız hakkında işlevleri dışında çok az bilgimiz olduğu bir gerçek. İşte tam da bu konuyla ilgili, dopdolu bir buluşma 4 Haziran Cumartesi günü Forum İstanbul’da gerçekleşiyor. Saat 11.30’da başlayacak olan Annelerden Organik Sohbetler, anne ve anne adaylarının, kendileri ve aileleri için daha sağlıklı, organik ve doğayla dost tüketici seçimleri yapmaları konusunda bilinçlendirmeyi hedefliyor.

Yeşilist, Blogcuanne.com ve Kapbula Organik Şeyler işbirliği ve Forum İstanbul’un desteğiyle düzenlenen Annelerden Organik Sohbetler’de gıdadan giyime, deterjandan ev eşyasına kadar annelerin evi ve ailesi için yaptığı tüketim tercihleri masaya yatırılacak. Tüketilen ürünlerde bulunan kimyasallar, ürün içerikleri, katkı maddeleri, organik ve sağlıklı beslenme gibi konular tüm ayrıntılarıyla tartışılacak, annelerin sorularına yanıt aranacak. Buluşmanın ardından katılımcılar ekolojik ve organik hediyelerle uğurlanacak.

Bilgi İçin; Nuray Büyükbaş
Team İletişim ve Danışmanlık

30 Mayıs 2011 Pazartesi

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Critical Mass 28 Mayıs Cumartesi


05/09 Critical Mass Istanbul from Chat Noir on Vimeo.


Critical Mass Türkçe'de kritik çoğunluk anlamına gelen ve bisikletle (veya motorsuz her türlü taşıma aracı ile paten, kaykay vs.) yapılan bir etkinlik. Dünyada 300'den fazla şehirde gerçekleşiyor. Türkiye’de de İstabul’da her ayın son Cumartesi günü saat 17’de Göztepe Parkı’nda, İzmir’de Konak Meydanı’nda buluşularak yaya, bisiklet hakları ve çağdaş bir kent için pedak çevriliyor.
Gelecek buluşma 28 Mayıs 2011 Cumartesi günü.
Daha fazla bilgi için:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Critical_Mass

24 Mayıs 2011 Salı

Dünya Çevre Ligi'nde Türkiye Nerede?

Çevre sorunlarını ulusal sınırlar içinde ele almanın yetersizliği ve çevre politikaları geliştirmenin uluslararası düzeyde işbirliği gerektirmesi, ülkelerin çevresel sürdürülebilirliklerinin sistematik biçimde ölçülmesi ve değerlendirilmesi ihtiyacını doğurdu. Veriye dayalı ve ampirik yaklaşımlar öncelikle çevre sorunlarının tespiti, eğilimlerin değerlendirilmesi, çevre politikalarındaki başarıların ve başarısızlıkların belirlenmesi ve iyi uygulamaların öne çıkarılmasını kolaylaştırıyor.

Yale Üniversitesi Çevre Hukuku ve Politikası Merkezi ve Columbia Üniversitesi Yerbilimi Bilgi Merkezi’nin hazırladığı Çevresel Performans Endeksi’nde Türkiye 2010’da 163 ülke arasında 60.4 puanla 77. sırada yer alıyor. Endeks’te ele alınan iki amaçtan Çevre Sağlığı’nda 74,45 puan ile iyi bir performans gösterirken Ekosistem Canlılığı’nda ise skoru 46,3’e düşüyor. Aradaki fark insan merkezli bir anlayışın ekosistem merkezli bir anlayışın önünde olduğunu gösteriyor ve dünyada insan merkezli bir çevre anlayışından ekosistem merkezli bir çevre anlayışına nasıl geçileceği tartışılırken Türkiye’de ekosistem üzerindeki baskılar giderek artıyor.

Bahçeşehir Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam) Araştırma Görevlisi Barış Gençer Baykan'ın hazırladığı araştırma notunun tamamına aşağıdaki adresten erişebilirsiniz

http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/2011/05/dunya-cevre-liginde-turkiye-nerede/


16 Mayıs 2011 Pazartesi

Büyük Anadolu Yürüyüşü 21 Mayıs'ta Ankara'da

Hasankeyf’ten yola çıktık. 35 gündür yollardayız.
Gittiğimiz yerlerde yağmanın en büyüğünü gördük. Yüzü patlatılan dağlar, önü kesilen nehirler, siyanüre gömülen köyler ve daha nicesi.
Bugün Anadolu’da yaşanan düpedüz bir soykırımdır. Doğanın soykırımı. Ona yapılan bu haksızlığın bedelini çok ağır ödeyeceğiz. Asla unutmayacağım. Kemaliye’den yola çıkmıştık. Tırmandığımız rampada yol inşaatı vardı. Yol ve maden için öylesine parçalanmıştı ki, o dağ artık bir dağ değildi. Dev bir hafriyat yığınıydı. Dalları henüz yeşermiş meşe ağaçları yerle bir edilmişti. Bir an başımı çevirdiğimde dağın yüzünün kanadığını gördüm.
Biz yürüdükçe sanal dünyadaki yağma da büyüdü. Aynı yürüyüş boyunca sermayenin çocukları da olduk, bölücü de, cemaatçi de, ajan da. Sanki süpermarket rafında ambalajlı bir ürünmüş gibi tüketiliyorduk. Belli ki yürüdükçe, biz de Anadolu’ya benzeyecektik. Öyle de oldu. Yol boyunca nice gönül bahçesi yerle bir oldu. Ayaklarımızın altı kanadı, yüzlerimiz kavruldu. İçimizdeki dereler işgal edildi.

Anadolu’dan elimize kalan manzara işte bu. En mahrem köşeleri acımasızca yağmalanan bir viran bağ. Varsın yıksınlar! Anadolu insanı sabırlıdır, yeniden yapmasını iyi bilir. Şimdi Ankara’ya varmak üzereyiz. Her engele rağmen yürüdük. Çünkü üzerimizde Anadolu’nun hakkı var. Onun hala özgür akan binlerce deresi var. Kapısı her yolcuya açık, güler yüzlü, fedakar insanları var. Dağlarında koşan keçileri, her bahar açan yaban çiçekleri var. 35 gün boyunca hepsiyle koyun koyuna uyuduk, birlikte güldük ağladık, dev bir kervan olduk. Şimdi üzerimizde hepsinin hakkını, yükünü taşıyarak geliyoruz. Biliyoruz ki, artık hiçbir şey bu yürüyüş öncesinde olduğu gibi olmayacak. Arkamızda oluşan kervanlar, her gün yeni bir filiz verecek. Tüm Anadolu'yu kaplayacak. Bizden kalan izler, bir bir silinirken...

Büyük Anadolu Yürüyüşü ile tarihin bir köşesine not düştük. Sabahgüneşi gibi deli dolu, gün batımı kadar kırılgan çocuklardık.Bedenlerimizden büyük kalplerimizle, tüm Anadolu'ya kucak açtık.Dilden, dinden, ırktan ve siyasatten doğan tüm farkların önündesaygıyla eğildik. Kimliklerimizden kurtulup da kuşlara, derelerekarıştığımız günlerde, bir görseniz nasıl da şendik. Yollar tek şahidimiz.
Başlangıcın sonunda, 21 Mayıs Cumartesi sabahı Gölbaşı'ndan Ankara'ya yürüyerek saat 11.00'de, Kurtuluş Parkı'nda buluşacağız. Her kimin içinde bir zerre saygı uyandırabildiysek, o sabah onlarla omuz omuza adım atmayı diliyoruz. Çıkınlarımızda biriken Anadolu yükünü, herkesle paylaşacağuz. Yeniliğe doğru yürümek için. Ola ki gelemezseniz, gönülden bir selam gönderin. Yok o da olmuyorsa, yine başımız üstüne. Alınterimiz, Anadolu'nun kurduna, kuşuna ve tüm insanlarına helal olsun. Anadolu sağolsun.

Bir Anadolu Yolcusu

13 Mayıs 2011 Cuma

En az gelişmiş ülkeler ve iklim adaleti


4. Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) Konferansı 9-13 Mayıs 2011 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleşiyor. 10 yılda bir gerçekleşen konferansa BM'ye üye 192 ülkeden devlet ve hükümet başkanları,bakanlar, parlamenterler, özel sektör temsilcileri, akademisyenler ile sivil toplum örgütü temsilcileri katılıyor. BM sınıflandırmasındaki 49 en az gelişmiş ülkenin 33'ü Afrika'da, 10'u Asya'da, 5'i Pasifik'te ve biri de Karayipler'de. En az gelişmişlik kriterleri: Düşük gelir (900$ altı) , zayıf insani değerler ve yüksek ekonomik kırılga nlık. Korkarım kısa bir süre sonra BM bu kriterlere iklim kırılganlığını da ekleyecek. İklim değişikliğine katkıları tarihsel ve güncel olarak en az olsa da iklim değişiklinin etkilerinden en çok etkilenecekler yine en az gelişmiş ülkeler. EAGÜ, özelliklerine gore değişik iklim tehditleri ile karşı karşıya. Güney Asya’nın dağlık ve musona bağlı bölgelerinde buzulların geri çekilmesi, kuraklık ve seller ile yüzyüze; ada ve kıyı ülkeleri tayfunlar ve sellerle daha sık karşılaşıyor ve Pasifik’in deniz seviyesi altında ülkeleri artan deniz seviyesinin tehdidi altında. 11 Mayıs’ta katıldığım Sivil Toplum Forumu çerçevesindeki “İklim Adaleti & Uluslararası Müzakerelerdeki Gelişmeler ve Sivil Toplum için Sorumluluklar” paneline katıldıktan sonra iklim kırılganlığının da yakında bu kriterlere ekleneceğini düşünüyorum. İklim değişikliğine katkıları tarihsel ve güncel olarak en az olsa da iklim değişikliğinden çok etkilenecekler yine en az gelişmiş ülkeler.

Moderatörlüğünü SAAPE/LDC Watch'tan Rachita Sharma Dungel'in yaptığı panelde ilk olarak söz alan Kiribati Climate Action Network’ten Pelenise Alofa, kendi kalkınma anlayışlarıyla Batı tipi kalkınma anlayışları arasında fark olduğunu belirten Alofa, Pasifik’te fakirliğin batı tipinden farklı anla
mları olduğu; fakirliğin gıda, giyecek ve barınma yoksunluğu olarak tanımladıklarını anlattı. Hindistan cevizi üretimi ve balık avcılığına dayalı ekonomide yeterince para kazanamadıkları çünkü AB’nin mümkün olan düşük fiyata ürünlerini aldığını ve ayrıca iklim değişikliğinin tuzlu su sokulumunu arttırdığını ve bunun da hindistan cevizi ağaçlarını öldürdüğünü belirtti.
Moderatörlüğünü SAAPE/LDC Watch'tan Rachita Sharma Dungel'in yaptığı panelde ilk olarak söz alan Kiribati Climate Action Network’ten Pelenise Alofa, kendi kalkınma anlayışlarıyla Batı tipi kalkınma anlayışları arasında fark olduğunu belirten Alofa, Pasifik’te fakirliğin batı tipinden farklı anlamları oldu
ğu; fakirliğin gıda, giyecek ve barınma yoksunluğu olarak tanımladıklarını anlattı. Hindistan cevizi üretimi ve balık avcılığına dayalı ekonomide yeterince para kazanamadıkları çünkü AB’nin mümkün olan düşük fiyata ürünlerini aldığını ve ayrıca iklim değişikliğinin tuzlu su sokulumunu arttırdığını ve bunun da hindistan cevizi ağaçlarını öldürdüğünü belirtti.

Assosa Environmental Protection Association’dan (Etiyopya) Mengisu Beyessa iklim değişikliğine sebep olan seragazı emisyonlarının sadece %1’inin en az gelişmiş ülkeler tarafından üretilidiğini ama en çok etkilenenlerin kendileri olduğunu söyledi. Etiyopya’da yapılan çevre değerlendirmelerinde iklim değişikliğinin tarım, sağlık, eğitim gibi alanları da etkilediğinin

belirlendiğini ifade etti.


Third World Network’ten Meena Raman, BM İklim Değişikliği Müzakereleri'nin ortak fakat farklılaşmış sorumluluklar çerçevesinde seragazı emisyonlarının azaltılması için bağlayıcı bir anlaşma yapmak için başladığını, gelinen son noktada eksikleri olan Kyoto’nun bile ortadan kaldırılmak istendiğini, gelişmiş ülkelerin zayıf ve bağlayıcı olmayan bir rejimi dayattıklarını savundu. Post- Koyoto ifadesinin bu çerçevede yanlış olduğunu, 2012’de ilk taahhüt döneminin bittiğini belirtti.

İklim müzakerelerinde gelişmiş ülkelerin küçük gruplar içinde kararlar aldıkları ve şeffaflığın tehlikede olduğunu söyledi. Ekonomik rekabetin iklim değişikliğini önleyecek bir anlaşmanın yapılmasının önüne geçtiğini belirten Raman Aralık 2011’de Güney Afrika’nın Durban kentinde yapılacak 17. Taraflar Konferansı’nda G77 ve AB’nin bağlayıcı bir anlaşmadan yana ortak tavır almaları gerektiğini ileri sürdü.

Jubilee South/Asia-Pacific Movement Debt &Development örgütünden, Lidy Nacpil, “İkli Borcu” kavramını açıklayarak konuşmasına başladı. Atmosferde herkesin eşit hakkı olduğunu, gelişmiş ülkelerin son 100 yıldır atmosferin dengesini bozacak seragazların salımından sorumlu olduğunu ve gelişmiş ve en az gelişmiş ülklere iklim borcunu ödemeleri gerektiğini söyledi. İklim borcunun sadece para transferi ile ödenemeyeceğini, emisyonlarda büyük kesintilere gitmeleri gerektiği ve teknoloji transferinin de önemli olduğunu vurguladı. İklim finansmanında miktarın gerekenden az olmasını ve borç olarak yapılandırılmasını iki önemli sorun olarak ortaya koyan Nacpil ayrıca paranın büyük kısmının karbon kredileri üzerinden mitigasyona gittiğini, EAGÜ için acil olan adaptasyona daha az kaynak ayrıldığını ifade etti.

Attac Togo & Pan-African Climate Justice Alliance'dan Abi Samir 2009 yılına kadar Afrika ülkelerinin iklim müzakerelerinde ortak bir pozisyonu olmadığından hareketle PACJA'yı kurduklarını anlattı. İklim değişikliğinin şu an Afrika'da ffilen yaşandığını ve 2 derecelik bir sıcaklık artışının Afrika'nın GSYH'nın % 7'sine mal olacağını belirtti.

Son olarak söz alan Sierra Leone Friends of the Earth örgütünden Abubaker Sesay iklim değişikliğini bir soykırım olarak niteledi. G-8 ülkelerinin en büyük emisyon salıcılar olduğunu ama bu ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele için gerçekçi ve elle tutulur önlem almaktan kaçındıklarını savundu.



10 Mayıs 2011 Salı

İklim Değişikliği Bahçeşehir Üniversitesi’nde tartışılıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü ve Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, dünyadaki yaşam için giderek büyüyen bir tehdit olan “Küresel İklim Değişikliği” konusunda bir panel düzenliyor.

Panel çerçevesinde “Hükümetler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları iklim değişikliği ile mücadelede izledikleri yollar nelerdir?”, “İklim değişikliğine uyumda hangi politikaları izleyecekler?”, “Türkiye iklim değişikliğinden nasıl etkilenecek? Etkin iklim ve çevre politikalarına sahip olmanın önündeki engeller nelerdir?”, “Yurttaşlar bireysel veya kollektif olarak iklim değişikliği ile mücadelede neler yapabilir?” gibi sorulara cevap aranacak. İklim müzakereleri, yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği konularının da masaya yatırılacağı etkinlik 13 Mayıs 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00’da başlayacak panelde konuşmacılar:


-T.B.M.M. Hayat Milletvekili Çevre Komisyonu Başkanvekili Prof.Dr.Mustafa Öztürk

- Borusan Holding Enerji Müdürü Kemal Özbelli

-Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi Hilal Atıcı

Tarih: 13 Mayıs 2011

Saat: 13:00
Yer:Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Fazıl Say Salonu
Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL
Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

İklim değişikliği

Çalıştay: Başka Bir Organik Tarım Mümkün mü?

Düzenleyenler: Tarım Ekonomisi Derneği,Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü, Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi

Tarih ve Saat: 16 Mayıs 2011 Pazartesi saat: 9.00-16.00

Yer: Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Seminer Salonu Bornova İzmir

İlişki için: Prof. Dr. Tayfun Özkaya

Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Bornova İzmir

Eposta: tayfun.ozkaya@ege.edu.tr

Telefon: 232 3111441

Organik tarım üretimi Türkiye’de ilk defa Avrupa ülkelerinin organik ürün talebi ile başladı. İzmir merkezli olarak başlayan bu hareket hala da daha çok ihracat odaklıdır. Tamamen ticari amaçlı başlayan bu gelişim henüz iç pazarda kendisine doğru dürüst bir yer bulamamıştır. Ülkemizde de dünyaya paralel olarak “endüstriyel organik tarım” diyebileceğimiz daha çok büyük üreticilerce ve hatta şirket çeşitlerine dayanan, monokültür tarzında ve biyoçeşitliliğe önem vermeyen bir üretim biçimi de yavaş yavaş gelişmektedir. Agroekolojik ilkelere pek önem vermeden, büyük tarım ilaçları ve gübre üreticilerince üretilen ve konvansiyonel muadillerinden daha da pahalı ilaç ve gübreler giderek kullanmaya başlanmaktadır. Üreticilere ilk yıllarda verilen primler sıfırlara doğru çekilmeye başlanmıştır. Sertifikasyon da üreticilerin maliyetlerini arttıran önemli bir unsurdur. Bunun ötesinde çiftçiler grup olarak sertifikasyon almaktadırlar. Bu maliyeti düşürüyor olsa da girdi ve pazarlama şirketlerine bağımlılığı arttırmaktadır. Bu haliyle tüketicilerin ödediği göreli yüksek fiyatlar, tüketimin daha çok eğitimli üst gelir gruplarında sıkışmasına yol açmaktadır. Bütün bu gelişmelere karşı yerel tohumlara, sosyal sertifikasyona, şirket ilaç ve gübreleri yerine agroekoloji ilkelerine ve evde, işletmede hazırlanan ilaç ve gübrelere, süpermarketler yerine kooperatifler veya doğrudan pazarlamaya dayanan alternatif arayışlar hem ülkemizde hem de dünyada belirmeye başlamaktadır.

Bir günlük bu çalıştayda akademisyen, üretici, satıcı, kooperatifçi ve profesyoneller olarak bir araya gelerek ülkemizde ve dünyadaki gelişmeleri inceleyerek ülkemiz için sonuçlar çıkarmaya çalışacağız.

Henüz program tam kesinleşmemekle birlikte öğleden önce Türkiye’de bu bağlamda alanda gerçekleşmiş ve çalışmalarına devam eden alternatif uygulamalar kısa sunuşlar halinde dinlenecektir. Bunlar arasında formal bir organik sertifikasına gerek duymadan çiftçileri gruplar halinde örgütleyerek Üniversite çalışanlarına çevre dostu ürünleri aracısız ulaştıran Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi deneyimi, Gönen’de yerel buğday üretiminden ekmek üretimine kadar çevre, çiftçi ve tüketici dostu bir sistem örgütleyen Gönen grubu, çiftçileri örgütleyerek bilge köylü tarımı modelini yaymaya çalışan Üretici Sendikaları grubu ve Bayındır, Dernekli Köyünde permakültür uygulayan Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği ve ekolojik tarımda şirket tarım ilaçları ve ev yapımı ilaçlar konusunda konuşacak olan Ziraat Mühendisi Dr. Füsun Tezcan bulunmaktadır.

12-15 Mayıs 2011 tarihleri arasında İzmir’de organik fuarı da var. Belki bazılarınız ona da katılmak istiyor olabilir. Fuar hakkında bilgi almak için www.ecolgyizmir.com adresine bakabilirsiniz.

Eğer çalıştayımıza katılmak isterseniz lütfen email veya telefonla bildirin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...