sivil toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sivil toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2012 Salı

Türkiye'de GDO'lar ve Toplumsal Muhalefet

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO’lar) son 30 yıldır dünyada yoğun bir şekilde tartışılıyor. Gıda yetersizliğine çözüm, tarımda ilaç giderlerini düşürme ve verimliliği arttırma amaçlarıyla geliştirilen GDO’lara karşı, insan ve çevre sağlığına olan etkileri, canlıların patentlenmesi, şirketlerin tarım ve gıda üretimindeki tahakkümü ve tüketicinin  bilgi edinme hakkı çerçevesinde toplumsal tepkiler ortaya çıkıyor. GDO’lu ürünlere dünyanın farklı yerlerinde kültürlere göre farklılaşan konularda karşı çıkışlar gözlemleniyor. Almanya’da ırk ıslahı, Hindistan’da tohumun kutsallığı, İtalya’da insan klonlama, İngiltere’de gıda endüstrisine ve hükümet denetimine güvensizlik, Fransa’da küçük çiftçiliğin tehlikeye atılması, Zambiya’da GDO’lu gıda yardımı veya Meksika’da yerel mısır türlerinin genetiği değiştirilerek patentlenmesi ile gündeme geliyor. Türkiye’de de yaklaşık son 10 yılda tarım, çevre, sağlık ve biyogüvenlik politikaları ekseninde GDO’ların gündeme geldiğini, toplumsal farkındalık yaratıldığını ve çevreciler, üreticiler, tüketiciler ve bilim insanlarından oluşan bir koalisyonun GDO’ların insan ve çevre sağlığına  risklerini, biyoçeşitliliğe olumsuz etkilerini vurgulayarak GDO’lu ürünlerin ekim ve ithalinin yasaklanması için toplumsal bir muhalefet yürüttüğünü gözlemliyoruz. Bu araştırma notunda Türkiye’de GDO karşıtı toplumsal muhalefetin dinamiklerini; yerel, ulusal ve uluslararası yapı ve süreçlerle ne tür ilişkilerde olduğunu;  karar vericiler ve kamuoyu nezdinde ortaya koyduğu savları, biyogüvenlik politikalarının oluşmasına müdahil olurken verdikleri siyasi, hukuki ve toplumsal mücadeleyi ele alacağız.
  
Türkiye’de GDO Mevzuatı

Türkiye Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ni 1992 yılında imzaladı. Sözleşme’ye 1997’de, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne de 2004’te taraf olan Türkiye Biyogüvenlik Kanunu’nu ancak 2010 yılında yürürlüğe sokabildi. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin üç temel amacı bulunuyor: Biyolojik çeşitliliğin korunması; biyolojik çeşitliliği oluşturan unsurlardan sürdürülebilir kullanımın sağlanması ve genetik kaynaklar ile teknoloji üzerinde sahip olunan bütün hakları dikkate almak kaydı ile bu kaynaklara gereğince ulaşımın ve bu kaynakların gereğince transferinin sağlanması ve uygun finansmanın tedariki de dahil olmak üzere bu kaynakların kullanımından doğan faydaların tüm dünya ülkeleri arasında eşit ve hakça  paylaşılması. Sözleşme, Taraflara, biyolojik çeşitliliğin korunması konusunun ulusal biyolojik çeşitlik stratejileri yoluyla karar verme mekanizmalarına dahil edilmesi yükümlülüğünü getiriyor. 90’lı yıllarda  Türkiye’de genetiği değiştirilmiş çeşitlerin tescili, üretim izni, sertifikasyonu ve tüketimi konularında çeşitli tarihlerde çıkarılan talimat ve yönetmelikler dışında kapsamlı bir mevzuat yoktu. 1998 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca “Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri Hakkında Talimat” çıkarıldı ve aynı yıl yerel Tarımsal Araştırma Enstitüleri, tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin genetiği değiştirilmiş mısır ve pamuk çeşitlerini deneme ekimine aldılar. Kamuoyuna bu araştırmaların nerede ve hangi yöntemlerle yapıldığı açıklanmadı. Ayrıca deneme ekimleri sonucunda genetik bulaşma, ürün verimi veya tarım ilaçları kullanımının azalıp azalmadığına dair hiçbir açıklama yapılmadı.Öte yandan Ziraat Mühendisleri Odası’na göre 1998-2009 yılları arasında mevzuat boşluğu ve denetim eksikliği yüzünden ABD, Kanada ve Arjantin’den 20 milyon ton genetiği değiştirilmiş soya, mısır ve pamuk ithal edildi.

Araştırma notunun tamamı için:
http://betam.bahcesehir.edu.tr/tr/2012/11/turkiyede-gdolar-ve-toplumsal-muhalefet/

Dr.Barış Gençer Baykan
Bahçeşehir Üniversitesi - Betam 

18 Şubat 2011 Cuma

Ekonomik gelişme mi çevre mi?

Betam Toplumsal Araştırmalar Birimi olarak, her beş yılda bir tekrarlanan ve sonuncusu 2007-2008 yıllarında gerçekleştirilen Dünya Değerler Araştırması’nda (http://www.worldvaluessurvey.org/) elde edinilen verilerden 55 ülke yurttaşlarının çevre konusundaki sorulara verdiği cevapları ele aldık. İlk etapta ekonomik kalkınmışlık ile çevre koruma arasında bir ödünleşme olup olmadığını anlamak için yurttaşların “Ekonomik gelişmeyi yavaşlatsa ve biraz işsizliğe yol açsa bile, çevrenin korunmasına öncelik verilmelidir ve “Çevreye bir miktar zarar gelse bile, ekonomik gelişmeye ve iş yaratmaya öncelik verilmelidir” görüşlerinden hangisine yakın oldukları belirtikleri soruyu ele alarak.ülkelerin GSYH’sı ile çevre korumaya verilen önem arasındaki ilişkiyi inceledik. Ikinci olarak Türkiye’de yurttaşların çevre kirliliğini önlemek için ankette belirtilen yollardan hangisiyle maddi bir fedakarlık yapacaklarını belirttikleri soruyu ele aldık. Burada yurttaşların “Eğer çevre kirlenmesini önlemek için harcanacağından emin olsaydım, gelirimin bir kısmını bu amaç için verebilirdim” ve ”Çevre kirlenmesini önlemek için kullanılacaksa, vergilerde bir artışı kabul edebilirim” idafelerine ayrı ayı ne ölçüde katıldıklarını Türkiye ve ekonomik gelişmişlik seviyesi Türkiye ile benzer ülkeler ölçeğinde inceledik. Son olarak da ankete katılanların gönüllü kuruluşlara üyelik durumları çerçevesinde çevre koruma derneklerine üyeliklerini ve bu kuruluşlara duyulan güveni mercek altına aldık.
Barış Gençer Baykan & Burcu Ertunç
Araştırma notunun tamamına şu adresten ulaşabilirsiniz
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...