29 Mart 2013 Cuma

Yeşil Ombudsman


Sürdürülebilirlik tartışmalarında gelecek kuşakların haklarına ve ihtiyaçlarına sıkça gönderme yapılır. Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun sürdürülebilir kalkınma tanımına göre: “İnsanlık, gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir” (1987). Peki, gelecek kuşakların haklarını ve gereksinimlerini nasıl belirleyeceğiz? Dört, beş veya yedi yıllık seçimlerle belirlenen siyasal sistemlerimiz üç dört kuşak sonrasının ihtiyaçlarını hangi mekanizmalarla dikkate alacaklar. Tükenen doğal kaynakların, artan karbon ayakizimizin karşısında gelecek kuşaklara bırakacağımız dünyayı bugünden yasal veya anayasal sistem içinde belirleyebilir miyiz? Son yıllarda, günümüzde alınan ekonomik ve politik kararların gelecek kuşakların haklarını gözetmesini sağlayacak çeşitli girişimler ortaya çıkmaya başladı. Çevre Ombudsmanlığı ya da Gelecek Kuşaklar Ombudsmanlığı da unlardan biri. Kamu Denetçisi, Bağımsız Denetçi, Kamu Hakemi veya Uzlaştırıcı adlarıyla Türkçe’ye çevirebileceğimiz ombudsmanlık kurumu birçok ülkenin siyasal sisteminde yer alsa da gelecek kuşakların temel ihtiyaçlarını gözetmek için ele alınması oldukça yeni. Macaristan’da 2008’de hayata geçirilen Ombudsman for Future Generations (A jövő nemzedékek ombudsmanja- Gelecek Kuşaklar Ombudsmanı) halihazırda dünyadaki sayılı örneklerden biri.


1995 yılında Macaristan Meclisi’ne sunulan Çevre Koruma Yasası’nda çevre ombudsmanlığı öngörülüyordu. Védegylet-Protect the Future adlı çevre kuruluşu ombudsmanlığın yasal altyapısı üzerinde uzun sure çalıştı ve konuyu kamuoyunun gündemine taşıdı. Kuruluş 2000- 2006 yılları arasında ülkedeki çevre sorunlarının ve şikâyetlerin bir derlemesini yaptı ki bu daha sonra ombudsmanın işlerinden biri haline gelecekti. Kuruluşun eski bir üyesi ve gelecek kuşakların haklarının savunucusu olan László Sólyom’ün Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi “Gelecek Kuşaklar Ombudsmanlığı”na büyük bir politik destek sağladı. Nihayet 2008 yılında Macaristan Parlamentosu’nun 2/3 çoğunluğuyla çevre hukukçusu Dr. Sándor Fülöp, altı yıllığına “Gelecek Kuşaklar için Parlamento Komisyoneri” seçildi. Çevre Ombudsmanı veya Yeşil Ombudsman olarak da anılan bu kurum, 35 kişilik bir çalışma ekibine ve geniş bir hukuki ve çevresel uzman ağına sahip.


Yeşil Ombudsmanın en temel sorumluluğu Macaristan’da yurttaşların anayasal hakkı olan sağlıklı bir çevrede yaşama haklarını korumak. Ombudsman ofisinin üç temel işlevi var. Birincisi, yeşil alan kayıplarından gürültü kirliliğine, endüstriyel lisanslardan atık konusuna yurttaşların şikâyetlerini incelemek. İkincisi gelecek kuşakların koruyucusu olarak ulusal ve yerel yasama süreçlerinde sürdürülebilirliği izlemek. Su yönetimi, tarım arazisi kullanımı, inşaat, atık ya da madencilik gibi konularda yasal süreçleri izlemek, yasa tasarılarını gözden geçirmek. Son olarak da uzun erimli sürdürülebilirlik için stratejik bilimsel araştırmalar geliştirmek ve toplum yararına projeler üretmek. Yeşil Ombudsmanın işlevleri dünya mirası sit alanlarını, tarihi yapıları, çevre sağlığını korumaya veya kamu bütçesinin yeşillendirilmesine kadar genişleyebiliyor.

Gelecek Kuşaklar için Koruyucular

Gelecek Kuşaklar Ombudsmanlığı’ndan da esinlenen bir öneri de, East Anglia Üniversitesi’nden Rupert Read’in İngiltere’de faaliyet gösteren Green House adlı düşünce kuruluşu için hazırladığı “Guardians of the Future” (Geleceğin Koruyucuları) başlıklı raporda sunuluyor. Fikrin çıkış noktası şu: Gelecek kuşakların çıkarları günümüz parlamenter sisteminde temsil edilmeli. Bu kurum mevcut karar alma mekanizmalarının üzerinde yer alacak ve başlıca üç temel gücü olacak.
1)      Gelecek kuşakların en temel ihtiyaçlarını tehdit edecek yasaların tamamını veya bir kısmını veto etme hakkı. Gelecekte yaşayacak insanların yaşamı üzerinde ciddi sonuçlar doğuracak herhangi bir yasa Muhafızların/Koruyucuların onayından geçmeli.
2)      Gelecek kuşakların en temel ihtiyaçlarını tehdit eden mevcut yasaların gözden geçirilmesini sağlama hakkı. Bu hakkı ilk şıktaki gibi bir vetoya benzer bir şekilde mevcut yasaların düşürülmesi şeklinde ele alınabilir. Gözden geçirme çoğunluk kararı ile alınabilir ama mevcut yasanın iptali için oy birliği veya en azından ezici çoğunluk şartı getirilebilir.
3)      Yukarıdaki iki temel şartın yanında Koruyuculara gelecek kuşakların temel ihtiyaçlarını değerlendirmeleri doğrultusunda yasa önerisi getirme hakkı da verilebilir. Olumlu öneriler getirecek bir yapı olması, sadece karşı çıkan, alternatif üretmeyen bir konumda olmasının getireceği dezavantajlardan sıyrılmasını sağlayacaktır.
Read, Raporunda koruyucuları ulusal düzeyde düşünmenin ötesine geçebileceğini, yerel ve Avrupa Birliği düzeyinde ve belki de Birleşmiş Milletler çatısı altında da bu tür bir oluşuma gidilebileceğini ifade ediyor. Peki, bu Koruyucular kim olacak? Nasıl seçilecekler? Ne kadar süreyle görev yapacaklar? Rapor, Koruyucuların seçimle değil de yurttaşların tümünün dahil olduğu bir kura sistemiyle belirlenmesi savunuluyor. Rastgele seçim, herkesin gelecek kuşaklar için sorumluluk sahibi olduğu ve kimsenin bu iş için özel bir yeteneğe ve deneyime sahip olmadığını belirtmek açısından en uygun yöntem olarak tasvir ediliyor. 12 kişiden oluşan Koruyucu grubun yedi sene boyunca görev yapması bekleniyor.

Rio’da Dünya Liderlerine Çağrı
Oikos – Cooperação e Desenvolvimento, Terre des Hommes ve The World Future Council
12 Şubat 2012 Dünya Sosyal Adalet Günü’nde bir açıklama yaparak gezegenin korunması için “Gelecek Kuşaklar için Ombudsmanlık” kurulmasını önerdiler. Beş dilde yapılan açıklama ve imza kampanyasıyla birlikte Rio+20 Zirvesi’ne katılacak liderlerden uluslararası, bölgesel ve ulusal düzeylerde gelecek kuşak ombudsmanlığı kurulmasını talep ediyorlar.
Açıklama, mevcut ekonomik sistemin gelecek kuşakların en basit haklarını ve ihtiyaçlarını hiçe saydığı ve kısa dönemli kâr ve politik kazanç beklentisinde olan politikacıların, şirketlerin ve finansal kurumların da insanları ve gezegeni tehlikeye attığı tespitini yapıyor. Kampanyanın düzenleyicileri, bu tehlikelerin durdurulması ve bugünkü ve gelecek kuşakların çevresel ve sosyal koşullarının korunması için bazı ülkelerin Gelecek Kuşaklar Ombudsmanlığı’nı karar alma mekanizmalarının merkezine koyduklarını ve böylece çıkarlarını temsil edemeyen gelecek kuşakların da temsilinin sağlandığı ve sürdürülebilirlik yolunda önemli bir adım atıldığını belirtiyorlar. Kampanya sırasında toplanacak imzalar Haziran 2012’de Rio +20 Zirvesi’ne katılacak devletlerin delegasyonları ile paylaşılacak.

Emanetçilik ve Ombudsmanlık
Gelecek kuşakların haklarından bahsederken sadece insanların haklarını mı anlıyoruz? Gelecek kuşakların hakları darken sadece doğal varlıkların sürdürülebilir kullanımını mı gözetmek gerekir? Doğanın haklarını kim koruyacak? Christopher D. Stone sivil haklar hareketinin ertesinde ve modern çevre hareketinin doğduğu yıllarda yazdığı “Should Trees Have Standing? Towards Legal Rights for Natural Objects?” (1972) adlı makalesinde, hukukun zaman içindeki gelişimini ele alıyor ve ormanlara, okyanuslara, nehirlere, tüm diğer doğal varlıklara ve bir bütün olarak doğaya yasal haklarının verilmesini savunuyordu. Toplumların çeşitli dönemlerde belirli kişileri ve varlıkları hak sahibi olamayacak kadar yetersiz ve değersiz gördüğünü söyleyerek örnek olarak çocukları, köleleri, kadınları, Amerikan yerlilerini, etnik azınlıkları, akıl hastalarını, cenini ve yabancıları örnek gösteriyor. Stone’a göre henüz yasal haklara sahip olmayan varlıklar, haklarını kazanana kadar bizim yani hak sahiplerinin kullanımına tabii olarak değerlendirilir. Yasal haklara sahip olmanın üç şartı vardır. Birincisi bir varlığın kendi adına hukuki girişimde bulunma, dava açma imkanının olması; ikincisi bir davada mahkemenin bu varlığa yönelik bir zarar olabileceği fikri ve son olarak da tazminat durumunda bu varlığın bizzat yararlanabilmesidir. Stone, doğal varlıkların yasal haklara sahip olmanın üç şartı yerine getirmediği için hukuk sisteminde hak öznesi olarak kabul edilmediklerini fakat bu sistemin değişmesi gerektiğini söylüyordu. Şirketler, devletler veya üniversiteler de kendi adlarına hukuki girişimler de bulunamazlar ama avukatlar onlar adına savunma yapabilirler.
Bu tartışmada önemli nokta doğanın haklarını nasıl kullanacağıdır. Herhangi bir doğa tahribatı tehdidinde veya sonucunda doğanın haklarını koruyacak olan yine insandır fakat burada emanetçi ve vekil özneler tayin edilebilir. Tam da bu noktada gelecek kuşakların ombudsmanlığını, doğanın haklarının koruyacak olan emanetçilik sistemiyle birleştirebilmek önemli hale geliyor. Gelecek kuşaklar derken sadece insanların değil doğanın da haklarını koruyabilmek emanetçilik sisteminin bir şekilde yeşil ombudsmanlık ile birleştirilerek karar mekanizmalarına dahil edilebilir.
Bildiğiniz gibi, Türkiye’de Haziran 2011 seçimlerinden sonra gündeme gelen yeni anayasa yapım sürecine ekolojik taleplerle müdahil olabilmek için 15 Şubat 2011’de Ekolojik Anayasa Girişimi başlatıldı. Çevre aktivistleri, hukukçular, milletvekilleri ve akademisyenlerden oluşan 40 kişilik imzacı grubunun hazırladığı bir çağrı kamuoyuyla paylaşıldı. Çağrılarında doğanın haklarının tanınması ve doğa ile ilgili kamusal kararları denetleyecek özerk kamu denetçisi mekanizmasının anayasada yer alması öneriliyor. Gelecek kuşakların kamu denetçisi kavramı henüz Türkiye’de gündeme gelmediyse de ekolojik anayasa tartışmaları buna bir temel sağlayabilir.

Barış Gençer Baykan, PhD
Bahçeşehir Üniversitesi- Betam



25 Mart 2013 Pazartesi

Belgrad Ormanı için Hareket

 Asya ve Avrupa kıtasının birleştiği Boğaziçi’nin yanı başında ve 8500 yıldan bu yana çok değişik kültürlere, başta su olmak üzere tüm ürünleriyle destek sağlayan, İstanbul’un yaşam kaynaklarından Belgrad Ormanı, geri dönüşü imkânsız tehditlerle karşı karşıya.
ÇEKÜL Vakfı ve İ.Ü. Orman Fakültesi, bu tehditlere dikkat çekmek için “Belgrad İçin Hareket” isimli bir kampanya başlatıyor.

Belgrad İçin Hareket”in ana hedefi: Belgrad Ormanı’nın “Muhafaza Ormanı” statüsünde kalması ve orman içi mevcut sorunların bilimsel temellerle çözümlenmesi sürecine girilmesi.

Neden Hareket?

Belgrad Ormanı son 130 yıl içinde 3’te bir oranında küçüldü:
·         1840’larda 12000 hektardı,
·         1870’te 7500 hektara geriledi,
·         Bugün ise 5524 hektar

Orman, bir yaşam birliği, su ve oksijen kaynağı iken tabiat parkı, her türlü tesisin yapılabileceği bir orman parçasıdır. Tamamı Muhafaza Ormanı statüsünde olduğu yıllarda bile gerektiği gibi korunamayan Belgrad Ormanı, son düzenlemeler ve gündemdeki yeni kanun tasarısıyla daha savunmasız duruma gelmiştir. İşte bu yüzden, İstanbul ormanlarının en önemlisi olan Belgrad İçin Hareket zamanı…

Basın toplantısına davet:
27 Mart Çarşamba günü saat 11.00’de Belgrad Ormanı Neşetsuyu mevkiinde yapılacak bir basın toplantısı ile hareket kamuoyuyla paylaşılacak. Hareket kapsamında İ.Ü. Orman Fakültesi işbirliğiyle hazırlanan “Belgrad Ormanı - Sorunlar ve Çözüm Yolları” kitabının tanıtımı da yapılacak. Belgrad Ormanı’nın daha fazla küçülmemesi, kent baskısından kurtulması, kullanım şeklinin yeniden düzenlenmesi, Tabiatı ve Bioçeşitliliği Koruma Kanunu’nun doğadan yana yeniden hazırlanması ve ormanın üstündeki tüm tehditlerin ortadan kaldırılması ve dikkati Belgrad Ormanı’na çekmek için basın toplantısında size de aramızda görmek isteriz.



Belgrad’a araçla hareket
Kalkış: Hacıosman metro durağı çıkışı (Bahçeköy otobüslerinin kalktığı durakta basın için bir araç bulunacak)
Saat:   10:15’te harekete hazır olacak araç, en geç saat 10.30’da hareket etmiş olacak.

Program:
11.00: Alana varış ve basın bülteninin okunması ( ÇEKÜL Vakfı, İ.Ü.Orman Fakültesi yetkilileri ve kampanya ekibi tarafından)
11.30: Belgrad Ormanı’nda anlatımlı kısa bir gezi (Fotoğraf çekmek ve detaylı bilgi paylaşmak için)
12.30: Hacıosman metro durağına hareket

İletişim
http://belgradicinhareket.com/
belgradicinhareket@gmail.com
iletisim@cekulvakfi.org.tr
0 212 249 64 64 

24 Mart 2013 Pazar

Türkiye'de iklim hareketinin kronolojisi


1985 Türkiye Çevre Vakfı, John Gribbin'in Climate and Mankind kitabını İklim ve İnsan adıyla Türkçe'ye çevirdi.
1995 Açık Radyo kurulduğu günden bu yana iklim değişikliğine dikkat çekiyor.
2004  Üç Ekoloji dergisinin 2004 Yaz sayısı (Sayı 3) dosya konusu "Küresel İklim değişikliği: Politikasından Psikolojisine"
2004 Türkiye, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf oldu
Haziran 2005 Türkiye Yeşilleri İklim Değişikliği ve Küresel Ekoloji Çalışma Grubu kuruldu.
29 Ağustos 2005  Greenpeace gönüllüleri, hülkümetin  iklim degisikligi tehdidine yol açtığı kanıtlanmış olan fosil yakıtlara bağımlılığını protesto etmek icin Çan termik santrali’nin soğutma kulesine tırmandı.
15 Ekim 2005 Yeşiller, Üç Ekoloji ve Heinrich Böll Stiftung  "İklim Değişikliği ve Küresel Adalet" konferansı düzenledi. Wolfgang Sachs davetli konuşmacı,  Ömer Madra ve Ümit Şahin tartışmacıydı
Aralık 2005  Türkiye'de ilk iklim değişikliği mitingleri İstanbul, Ankara ve İzmir'de düzenlendi
2006 Barışarock'ta Küresel Eylem Grubu tarafından iklim değişikliği konusunda panel düzenlendi. 
16 Şubat 2006 Türkiye Yeşilleri'nin Avrupa Yeşilleri'nin kampanyasıyla eşgüdüm içinde yürütüüğü iklim değişikliği kampanyası başladı (İklim Değişikliğini Durdur, Yaşamı Sürdür)
7-8 Ekim 2006 Türkiye Yeşilleri'nin düzenlediği ilk İklim Değişikliği Aktivist Okulu yapıldı.
Kasım 2006 Küresel Eylem Grubu'nun çağrısıyla İstanbul Kadıköy'de "Küresel Isınmayı Durdurun" talebiyle 47 ülke ile birlikte eş zamanlı bir miting düzenlendi.
Ocak 2007 Türkiye, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi'ni BMİDÇS Sekreteryası'na iletti.
3 Şubat 2007 ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore'un Uygunsuz Gerçek' (An Inconvenient Truth) filmi Türkiye'de gösterime girdi 
13 Şubat 2007 Yeşiller, İklim Değişikliği Acil Eylem Planını açıkladı. 
Şubat 2007   Yeşiller, "Türkiye Kyoto'yu İmzala!" kampanyası başlattı
2007 Ömer Madra ve Ümit Şahin'in"Küresel Isınma ve İklim Krizi"adlı kitabı Agora Kitaplığı tarafından yayınlandı.
2007 Mikdat Kadıoğlu ve Serhan Yedig'in "99 Sayfada Küresel İklim Değişimi" adlı kitabı İş Bankası Yayınları tarafından yayınlandı
27-28 Ekim 2007 Türkiye Yeşilleri ve Heinrich Böll'ün birlikte düzenlediği Kuraklık Sempozyumu düzenledi 
2007 Reşat Uzmen'in "Küresel Isınma ve İklim Değişikliği : İnsanlığı Bekleyen Büyük Felaket mi?" adlı kitabı Bilge Kültür Sanat tarafından yayınlandı.
2007 Mikdat Kadığolu'nun "Küresel İklim Değişimi ve Türkiye (Bildiğiniz Havaların Sonu) kitabı Güncel Yayıncılık tarafından yayınlandı.
12 Nisan 2007 Greenpeace "
Enerji Devrimi: Sürdürülebilir bir Dünya için Enerji Yol Haritası"raporunu açıkladı 
21 Nisan 2007 Küresel Eylem Grubu, Kadıköy'de İklim Panayırı kurdu
28 Nisan 2007      İstanbul'da Yeşiller, Greenpeace ve Küresel Eylem Grubu'nun çağrısıyla iklim değişikliği mitingi düzenlendi.
8 Aralık 2007 Türkiye Kyoto'yu İmzala mitingi İstanbul Kadıköy'de gerçekleştirildi.
30 Mayıs 2008 Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Türkiye'nin Kyoto Protokolü'nü imzalaması ve Ulusal İklim Eylem Planı hazırlaması için çağrıda bulundu
2008 Mülkiye Dergisi Yaz 2008 sayısında “Ekolojik, Ekonomik, Politik Bir Sorun İklim Değişikliği” konusunu ele aldı.
20 Eylül 2008 İklim değişikliğine ve etkilerine dikkat çekmek için Avrupa turuna çıkan Greenpeace'in "Rainbow Warrior" gemisi İstanbul'a geldi
2008 İklim Platformu, Bölgesel Çevre Merkezi Türkiye Ofisi (REC Türkiye) ve Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) İklim Platformu’nu kurdu.
2008 Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü (İklim Değişikliğinin Bilimsel, Ekonomik ve Politik Analizi) adlı kolektif kitap Bağlam Yayınları tarafından yayınlandı.
Aralık 2008 TEMA Vakfı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) nezdinde Türkiye’den Gözlemci STK statüsüne sahip olan  ilk STK oldu.
Şubat 2009 Türkiye, Kyoto Protokolü'ne taraf oldu.
2009  Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma ve Uygulama Merkezi (MURCIR) Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (UNFCCC) Türkiye'den akredite olan ilk ve tek üniversite/araştırma kuruluşu oldu.
Mart 2009 REC Türkiye, Sürdürülebilir Kentler Birliği (ICLEI) tarafından geliştirilen İklim Dostu Kentler Kampanyasını Türkiye’de hem iklim dostu hem de yaşanabilir kentlerin yaygınlaşması amacıyla yürütmeye başladı
6 Nisan 2009 Greenpeace, ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında küresel ısınmaya dikkat çekmek amacıyla İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nde bir eylem gerçekleştirdi. Boğaziçi Köprüsü’ne çıkan aktivistler Türkçe ve İngilizce “Barış için iklimi kurtar” yazılı pankartlar astılar.
Temmuz 2009 İklim için Gençlik, iklim adaleti ve gençlik hareketi temaları ile çalışmaya başladı.
24 Ekim 2009 350 Ankara ve İklim için Gençlik Ankara'da Gençlik Parkı'ndan Meclis Parkı'na yaklaşık 200 bisikletle gitti ve parlementoya iklim için harekete geçilmesi çağısında bulundular
Aralık 2009  Greenpeace Akdeniz Direktörü Dr. Uygar Özesmi, 7 Aralık'ta Danimarka'nın başkenti Kopenhagen'da başlayan iklim zirvesinde Climate Justice Fast hareketine katılarak 14 günlük iklim orucu tuttu.
10 Aralık 2009  Kopemhag'da iklim müzakerelerinde  350 Ankara, Greenpeace Akdeniz,Genç Yeşiller, İklim İçin Gençlik, Sürdürülebilir Ulaşım Merkezi, TEMA, Yeşiller Partisi ve WWF Türkiye, Tuvalu burada Türkiye nerede? başlıklı bir açıklama yayınladılar.
Aralık 2009 İklim İçin Gençlik COP15 sırasında Türkiye'de ilk kez canlı yayın ile ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü'nden iklim müzakerelerine bağlanıldı. Çeşitli kurumları temsil eden uzmanlar ile müzakerelerdeki gidişat ve olası gelişmeler tartışıldı.
Nisan 2010 Çernobil felaketinin 24. yılında  Allianoi girişim grubuHasankeyf'i Yaşatma GirişimiKaradeniz İsyandadır PlatformuLoç Vadisi Koruma PlatformuMunzur Koruma Kurulu ortaklığıyla “Yaşamı yok eden enerjiler durdrumak için geliyoruz” sloganıyla Kadıköy’de bir miting düzenlendi  
5 Mayıs 2010 Türkiye’nin “Ulusalİklim Değişikliği Uyum Stratejisi” Birinci Çalıştayı Ankara’da, dönemin Çevre ve Orman Bakanlığı’nda düzenlendi.
Temmuz 2010 İklim İçin Gençlik Istanbul'da düzenlenen Avrupa Sosyal Forumu'nda dağıtılmak üzere "Alt Tarafı Dünyanın Sonu" başlıklı bir kitapçık hazırladı.
10 Ekim 2010 350 hareketi ve Küresel Eylem Grubu (KEG) Taksim'de 10.10.10. eylemi düzenledi. Eylem 188 ülkedeki 7 bin eylemden biriydi ve Düşünce Özgürlüğü için 7. İstanbul Buluşması için Türkiye'ye gelen Noam Chomsky ve Richard Falk da katıldı.
27-28 Kasım 2010  İklim Adaleti Koordinasyonu adına Yeşil Gerze Çevre Platformu ev sahipliğinde düzenlenen “Termik Santrallere ve Tabiat Kanunu’na Karşı İklim Adaleti” buluşması Gerze’de gerçekleştirildi.
4 Aralık 2010 Küresel Eylem Grubu aktivistleri, İzmir’de iklim değişikliği üzerine bir forum düzenledi.

8 Aralık 2010  Greenpeace Akdeniz ve Küresel Eylem Grubu'nun katılımıyla İstanbul Taksim Meydanı ve İzmir Konak Meydanı'nda gerçekleştirilen eylemlerde Türkiye'ye Meksika'nın Cancun kentinde devam eden iklim müzakerelerinde gerekli adımları atması çağrısında bulunuldu.

Haziran 2011 Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) açıklandı
2011 Prof. Dr. İlhan Tekeli'nin editörlüğünde hazırlanan "Türkiye Açısından Dünyada İklim Değişikliği,"Türkiye Bilimler Akademisi Raporu olarak  Yeni Reform Matbaacılık tarafından yayınlandı 
Aralık 2011 Türkiye, Durban 17. Taraflar Konferansı’nda Kyoto Protokolü 2. Yükümlülükdöneminde de sayısallaştırılmış sera gazı emisyonu sınırlama veya azaltım hedefi almayacağını deklare etti.
Ekim 2012  Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi, Eurosolar Türkiye, Greenpeace Akdeniz, Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği (KADOS), Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA Vakfı), WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve 350 Ankara  iklim değişikliği konusunda ortak kaygılarını ve çözüm önerilerini birlikte dile getirmek üzere “İklim Ağı”nı kurdu.
11 Kasım 2012  350 Ankara’nın “İklimi Değil, Belediyeleri Değiştir” çağrısı ile 350 Antalya ve Yalova PAB ile birlikte 3 kentte Seçimin İklimse, Seçimim Sensin adı altında iklim dostu belediyeciliği tartışan bir seçim kampanyasını başlatıldı
26 Kasım 2012 İklim Ağı Türkiye'nin İklim Karnesini değerlendirdi 
Şubat 2013 Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı olarak kurulan İklim Değişikliği Dairesi kapatılarak Hava Dairesine bağlı bir şubeye dönüştürüldü. 
23 Mart 2013 Açık Radyo ve İstanbul Politikalar Merkezi –Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi “İklim Değişikliği Tehdidine Karşı İstanbul Manifestosu”’nu  yayınladı.
12 Nisan 2013 Türkiye'nin 2011 yılı T-toplam seragazı emisyonu 422,4 Mt CO2 eşdeğerine yükseldi. CO2 eşdeğeri olarak 2011 yılı toplam seragazı emisyonu 1990 yılına göre %124 artış gösterdi.
14 Mayıs 2013 İklim Ağı, Dünyadaki karbondioksit seviyesi milyonda 400 parçacığa (400 ppm) ulaşması ile ilgili bir açıklama yaparak Türkiye’nin mutlak sera gazı azaltım hedefi belirlemesi, bu çerçevede etkin enerji verimliliği, yenilebilir enerji ve iklim değişikliğine uyum politikalarını hayata geçirmesi için çağrıda bulundu. 
24-30 Haziran 2013 Global Power Shift  (Küresel Eksen Değişimi) kapsamında 140 ülkeden 620 iklim aktivisti İstanbul'da bir araya geldi ve 2015'e kadar iklim hareketinin stratejilerini ve taktiklerini tartıştı.
29 Haziran 201Küresel Eksen Değişimi'ne katılam iklim aktivistleri ve Türkiye'den çevre ve iklim aktivistlerinin katılımıyla Kadıköy'de "Başka Bir Dünya Mümkün" başlığıyla bir miting gerçekleştirildi. 
22-23 Kasım 2014 Ankara'da Sivil İklim Zirvesi (SİZ) toplandı. Küresel Denge Derneği ve Tüketiciyi ve İklimi Koruma Derneği’nin ev sahipliğinde, Çevre Kolaylığı/Küçük Destek Fonu (UNDP GEF-SGP) desteği ile düzenlenen toplantının amaçları arasında Türkiye’de iklim politikalarına tabandan müdahale etmek ve yaklaşmakta olan yerel seçimlerde iklim dostu belediyecilik için adım atılmasını talep etmek bulunuyor.
11 Nisan 2014  İklim Ağı, IPCC’nin başyazarlarından  Greenwich Üniversitesi’nden Prof. Dr. John Morton ve  Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Doç. Dr. Barış Karapınar ile birlikte, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen toplantıda Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu'nu değerlendirdi
14 Nisan 2014 350 Ankara hazırlamış olduğu 2014 Bütçesinde İklim Değişikliği Raporu'nu açıkladı 
20-21 Eylül 2014 Küresel Eylem Grubu (KEG), BM liderlerinin yapacağı iklim zirvesinden iki gün önce,  İstanbul’da bir karşı zirve düzenleyedi 
20 Eylül 2014 People’s Climate March’ın (Halkların İklim Yürüyüşü) Türkiye ayağı Tünel Meydanı’ndan Taksim Meydanı’na İklim Adaleti Yürüyüşü ismiyle yapıldı.
28 Şubat 2015  İklim değişikliğinin gezegenin en büyük krizi olduğunu bilenler ve bu konuda acilen olumlu adımlar atılması gerektiğini düşünenler İstanbul'da bir araya geldi ve "İklim İçin Ben de Varım" kampanyasını başlattılar. Farklı toplumsal kesimlerden 100'er imzacı kampanyaya destek verdiler. 

Kronolojiye eklemek istedikleriniz için yesilgundem@gmail.com

21 Mart 2013 Perşembe

Yirmibirinci Yüzyılda Komün, Devrim, Ekoloji

Ekoloji Kolektifi, Özgür Üniversite tarafından düzenlenen 2013 Bahar Dönemi Seminerleri bünyesinde, "Yirmibirinci Yüzyılda Komün, Devrim, Ekoloji" konulu seminerler gerçekleştirecek.

İstanbul Özgür Üniversite'de (http://www.ozguruniversite.org/), 27 mart'ta başlayacak 1 Mayıs hariç her Çarşamba gerçekleşecek 'Yirmibirinci Yüzyılda Komün, Devrim, Ekoloji' başlıklı seminerlerin programı şöyle


YİRMİBİRİNCİ YÜZYILDA KOMÜN, DEVRİM, EKOLOJİ

Gözün gördüğü, bedenin dokunduğu mesafeler daralıyor. Yirminci yüzyıl devrimcisi için hedef netti, işçi sınıfı proletaryanın iktidarını toplumsallaştıracaktı ve sarp ve uzun bir yoldan bunu yapabilirdi. Yirmi birinci yüz yıl devrimleri ise hala iktidarı toplumsallaştırmak, onu sönümlendirmek için çabalıyor. Ama artık, iklim değişikliği, gıda krizi, yok olan suların altında özgürlükçü bir dünya hayaliyle didinerek bunu yapmaya çalışıyor. Yapacak şeyler için ise vakit yok, ama ne olacaksa hemen yapmalı. Bunu bir acelecilikle değil; toplumsal praksisin dehlizlerine dalarak yapmalı. Özgürleşme ve eşitlik pratikleri arasında ard sıralılık kovalamadan, eş anlı bir dönüşüm için, burjuva değerlerinin içinde hayatı dönüştürmeye çalıştığımızı bilerek yol alıyoruz. Bunun için ekososyalistlerin mücadelesi ne bir başlangıç, ne bir son. Ekolojik krizin kuşatıcılığı sadece dünyanın biyolojik düzeniyle ilgili bir kargaşa yaratmıyor. Bu kaos ortamı içinde, tüm canlılarla dayanışma, türlerin ve cinslerin eşitsizliklerinin ötesine geçen bir eşitlik talebi, yıkıcı bir politikanın imkanları üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Bunun için yukarıdan ve üstten siyaset üretmenin tekilliği ve iktidarı karşısında, yeryüzünün ayaklarını hisseden bir çoğulluğa ihtiyacımız var. Bu çoğulluğun acımasız bir teknisyenlik siyaseti olmadığını hissediyoruz. Yeni bir toplum mühendisliğine soyunmak, gündelik siyasete laf üretmek değil derdimiz. Gündeliği yıkıcı kılarken insanlık tarihinin tüm sıkışmasını içimizde taşıyoruz. Bu taşkın halinin yaratacağı felsefi, politik olanaklar toplumsal sorumluluklar kadar kişisel sorumluluklar yüklüyor. Akıl hocası değiliz hayatın. Ekolojik yıkımın sonuçlarıyız ve tüm sonuçları berhava etmek demek aynı zamanda var olma biçimimiz olan bu sistematik yıkıcılığımızla da hesaplaşmayı gerektiriyor. Bu gereklilik, dostluğu, dayanışmayı ve ortaklaşmayı üretecek derinliklere inmek demektir. Bunun için tüm bir seminer programı boyunca bir yandan toplumsallığımızla hesaplaşırken yeni bir dünya arayışının pratikleri içinde nasıl var olmaya çalıştığımızı da işaret ederek gündelik ve siyasal mücadelenin neresinde durmaya çalıştığımızı katılımcılarla birlikte anlamak ve dünyayı değiştirmek istiyoruz.

Program

1. Ekososyalizm ve Ekolojik Devrim:
Hande Atay - Stefo Benlisoy -  27 Mart

2. Ekolojik Kriz Karşısında Yeni Bir Hukuk Aramak :Ilgın Özkaya Özlüer - Alp Tekin Ocak - 3 Nisan

3.  Yeşil Kapitalizme Yanıtlar:Planlı Ekonomik Küçülme:
Ethemcan Turhan  - 10 Nisan 

4. Ekoloji Mücadelesinde Sınıfsal Dönüşüm: Özneler, Yapılar ve Hareketler: Fevzi Özlüer - Cömert Uygar Erdem  - 17 Nisan

5.  Toprak Gaspı, Gıda ve İklim Krizine Karşı Gıda Egemenliği:Olcay Bingöl - Arca Atay- 24 Nisan
6. Ekolojik Yıkımın Kent Hali:Hatice Kurşuncu - Gökhan Bilgihan - 8 Mayıs

7. Kır ve Kentte Kadın:Ecehan Balta - Bengi Akbulut- 15 Mayıs

8. Kapitalistleştirme Ekseninde Enerji Krizi ve Türkiye'de Su Mücadelesi:Emre Baturay Altınok - Yakup Okumuşoğlu - Bora Sarıca - 22 Mayıs

9. İklim Değişikliği, Yeni Devrimler ve İklim Adaleti:Stefo Benlisoy - Fevzi Özlüer- 29 Mayıs
  

18 Mart 2013 Pazartesi

Panel: GDO Karşıtı Siyaset


                    

MARMARA ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER 
                    ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ
Çarşamba Toplantıları
“Yerel Tohum Canavar Domatese Karşı: GDO Karşıtı Siyaset”
Moderatör
Baran Alp Uncu
Dr., Marmara üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.
Panelistler
Barış Gençer BAYKAN
‘‘Türkiye’de GDO’lar ve Toplumsal Muhalefet’’
Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Betam & Avrupa Birliği Bölümü.

Tarık Nejat DİNÇ
‘‘ GDO’yu Neden Yemezler?’’
Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.

Zeynep KIVILCIM
“Cartagena Protokolü ve Türkiye Biogüvenlik Mevzuatı”
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
                                                                                             
Tarih: 20 Mart 2013, Çarşamba.
Saat: 14:30
Yer: Siyasal Bilgiler Fakültesi Konferans Salonu, Marmara Üniversitesi, Anadolu Hisarı Kampüsü/Beykoz
 Konuşma Türkçe yapılacaktır.



17 Mart 2013 Pazar

Dereler göllerle buluşamazsa


Burdur Gölü
Türkiye’nin dereleri ve gölleri yanlış tarım ve su politikaları yüzünden yok oluşla karşı karşıya. HES’lerle dereleri, barajlarla da gölleri kurutuyorlar. Bunun örneklerinden biri de Türkiye'nin yedinci en büyük  gölü ve üçüncü en büyük tuzlu gölü olan Burdur Gölü. Isparta ve Burdur illeri sınırları içerisinde yer alan göl son 35 yılda sahip olduğu suyun yaklaşık üçte birini kaybetti. DSİ 182. Şube Müdürlüğü'nün rakamlarına göre gölün hacmi 1975'te 226 km2'den 150 km2'ye geriledi. Gölü besleyen akarsuların üzerine kurulan barajlar ve göletler, bu akarsuların Burdur Gölü'ne ulaşmasını engelliyor. Göl çevresinde açılan çok sayıda sondaj kuyusu da gölü besleyen yeraltı sularının azalmasına yol açıyor. Burdur gölü çevresinde yaşayan insanlar da dahil tüm canlıların yaşamı gölün varlığı sürdürmesine bağlı. Doğa Derneği bilim koordinatörü Süreyya İsfendiyaroğlu'nun aktardığına göre  gölde su seviyesinin düsmesi türleri etkiliyor. Göl eskisi kadar sağlıklı değil ve 15-20 yıl öncesinin türlerini besleyemiyor. Sülfür zengin, bor minerali barındıran gölün su seviyesinin düşmesi minerallerin değişimini getiriyor ve türler etkileniyor. Küresel ölçekte nesli tehlikede olan dikkuyruk popülasyonunun yaklaşık %80'i kışlamak için Burdur Gölü'nü kullanıyor. Burdur dişli sazancığı dünyada sadece Burdur Gölü'nde yaşıyor. Göl bir Ramsar Alanı, Doğal Sit Alanı ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası. Tüm bu koruma statülerine dair merkezi ve yanlış su politikalarına feda ediliyor. Gölün kuruması türler kadar yöredeki tarımı da etkileyecek. Burdur'un nüfusunun % 60'ı tarımla uğraşıyor. Buğday ve arpa önemli ürünler, son yıllarda da meyvecilik gelişiyor. Öte yandan bölgenin yapısına uygun kuru tarımdan sulu tarıma geçişin (aynısı Konya için de geçerli) devlet eliyle teşvik edilmesi de gölü besleyen suların azalmasına yol açmış. Burdur Gölü kurursa 
Dikkuyruk
yörede iklim değişir. Nem azalır, yağışlar düzensizleşir, gece sıcaklıkları düşer, don olayları daha sık görülmeye başlanır. İklimin karasallaşması bölgedeki tarım ve hayvancılığa zarar verecek. Doğa Derneği alan koruma sorumlusu Okan Ülker, 80li yıllarda yöre halkının göl ile ilişkisinin koptuğunu, bunun da büyük oranda o dönem faaliyette olan SEKA ve şeker pancarı fabrikalarını gölü kirletmesinden kaynakladığını belirtiyor. Atık artırma tesislerinin devreye girmesinden sonra kirlilik önemli oranda azaldığını söyleyen Ülker halkın göl ile ilişkisini tekrar canlandırmak gerektiğini ve bunun su sporlarını geliştirerek yapılabileceğini ifade ediyor.  Gölün kuruması halk sağlığı açısından da tehlikelere yol açabilir. Göl aynası altından açığa çıkacak birikmiş maddeler rüzgarla taşınarak toz bulutlarına dönüşebilir, yani rüzgar erozyonu yaşanabilir. Toz bulutları, hakim rüzgar yönü doğrultusunda tarım alanları üzerinde yığılarak tarımsal verimliliği düşürebileceği gibi köylerd ve Burdur kent merkezinde yaşayanlarda üst solunum yolu rahatsızlıklarının artmasına yol açabililir. 1970'li yıllarda Antalya Elmalı'da bulunan Karagöl ve Avlan Gölü'nün kurutulmasıyla yaşanan ekolojik ve tarımsal tahribat ile Konya'da bulunan Ereğli Sazlıkları'nın kurutulması (1950-1983) sonucu başlayan rüzgar erozyonu Burdur Gölü için ders çıkarılabilecek örnekler. 

Dereler Burdur Gölü'ne özgürce aksın 



16 Mart 2013 Cumartesi günü Ankara, İstanbul, Urfa, İzmir ve Antalya'dan doğaseverler Doğa Derneği ve Atlas Dergisi ile birlikte Burdur'da Cumhuriyet Meydanı'nda buluştular. Burdur Gölü'nün yanlış tarım ve su politikaları sonucu ekolojik işlevini yitireceğine dikkat çekip gölün su hakkını vurguladılar. Bölgede inşa edilen irili ufaklı 23 baraj ve göletin, derelerin Burdur Gölü'ne ulaşmasını engellendiği söyleyen doğa korumacılar derelerin göl ile buluşmasını simgeleyen dev bir koreografi gerçekleştirdiler. Burdur Cumhuriyet Caddesi'nde Burdur Gölü ve çevresindeki dereleri (Borçay, Ulupınar, Bayındır, Kurna ve Çerçin) simgeleyen mavi bir kumaş taşınarak bir insan zinciri oluşturdu. İl dışından gelen doğa severler dereleri simgeleyen kumaşları, Burdurluların taşıdığı göl ile buluşturdular. "Burdur cennet olur dereler göle aksa" ve “Göl yoksa Burdur da yok, göl yoksa ürün de yok, göl yoksa hayat da yok” sloganları da etkinliğe eşlik etti. 2008-2012 yılları için hazırlanan Burdur Gölü Yönetim Planı'nda gölün hidrolojik seviyesinin dengelenmesi yer alıyordu fakat yapılan barajlarla ve yanlış sulama politikalarıyla gölün derelerce ve yeraltı kaynaklarınca beslenmesine engel oldular. Yönetim planının revizyonunun yapılacağı bugünlerde yapılan bu eylem ile gölün ihtiyacı olan suyun barajlardan nasıl bırakılacağı karara bağlanması bir talep olarak öne çıkıyor. Yerel yöneticiler, kurumlar ve milletvekilleri gölün kuruması tehlikesinin ve bunun altından yatan nedenlerin farkındayken DSİ'nin merkezi planlarında Burdurluların sesine kulak vermesi gerekiyor.
Burdur Cumhuriyet Meydanı

Cumhuriyet Meydanı'ndaki koreografiden sonra Cumhuriyet Parkı'nda Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz ile Türk Halk Müziği sanatçısı Sümer Ezgü basın açıklaması yaptılar. Yılmaz, Burdur Gölü kuruduğunda yöred yaşamın ve tarımın devam etmesinin zor olduğuna vurgu yaptı ve "Göl son 35 yılda üçte birini kaybetti, su seviyesi 12 metre düştü. Gölün kurumasının sebepleri, gölü besleyen yer üstü sularının baraj ve göletlerde tutulması, yer altı sularının ise sondaj kuyularıyla aşırı miktarlarda çekilmesi" dedi. Hemşehrilerine seslenen Ezgü ise Burdur Gölü'nde yüzme öğrendiğini ve çocukluğunu geçirdiğini, şimdi ise can çekişen bir göl görmekten üzgün olduğunu belirtti. "Doğa bir zincirdir, bunun bir halkası koparsa zincir dağılır. Burdur'da göl biterse yaşam biter. Zincirden halkalar biterse biz biteriz. Burdurlular biter " diyen Ezgü planlamaların çok dikkatli yapılması gerektiğini vurguladı.




11 Mart 2013 Pazartesi

Galata'da nükleere karşı insan zinciri

 Fukuşima nükleer faciasının 2yıl dönümü nedeniyle bir araya gelen nükleer karşıtları Galata Köprüsü'nde buluşarak insan zinciri yaptı.İstanbul Nükleer Karşıtı Platform'un basın açıklamasını izleyebilirsiniz.

8 Mart 2013 Cuma

Galata Köprüsü'nde nükleere karşı insan zinciri


Nükleere Karşı İnsan Zinciri
Fukuşima‘nın ikinci yılında İstanbul’da Galata Köprüsü’nde insan zinciri yapıyoruz.
Galata Köprüsü’nden hükümete sesleniyoruz: Halk istemezse nükleer santral yapamazsın! Türkiye’nin en güzel kıyılarının nükleer atık deposuna çevrilmesine izin vermeyeceğiz.
Ne Mersin Akkuyu’da, ne de Sinop Akliman’da nükleere santral istemiyoruz!
Gelin siz de nükleere karşı sesinizi yükseltin. Gelecek nesillerin radyoaktif topraklarda yaşamasına izin vermeyin. Deprem kuşağındaki ülkemizde nükleer santrallerin kurulmasına izin vermeyin. Bu ülkede Çernobil, Fukuşima benzeri kazalar olmasın.
Nükleere karşı insan zincirinde siz de yer alın. Komşunuzu, eşinizi, dostunuzu, çocuklarınızı ve torunlarınızı alın gelin. El ele verirsek yine durdururuz.
Nükleere Hayır!
Tarih : 10 Mart 2013 (Pazar günü) Saat : 12:00 Yer : Galata Köprüsü

Çevre için önemli günler

2 Şubat: Dünya Sulak Alanlar Günü

21 Mart: Dünya Ormancılar Günü

22 Mart: Dünya Su Günü

23 Mart: Dünya Meteoroloji Günü

22 Nisan: Dünya Toprak Ana Günü

11-12 Mayıs: Dünya Göçmen Kuşlar Günü

14 Mayıs: Dünya Çiftçiler Günü

15 Mayıs: Dünya İklim Günü

22 Mayıs: Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü

5 Haziran: Dünya Çevre Günü

8 Haziran: Dünya Okyanus Günü

15 Haziran:Dünya Rüzgar Günü

17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü

11 Temmuz: Dünya Nüfus Günü

29 Ağustos: Nükleer Denemelere Karşı Uluslararası Gün

21 Eylül Dünya Parklar Günü

22 Eylül: Dünya Arabasız Günü

1 Ekim: Dünya Habitat Günü

4 Ekim: Hayvanları Koruma Günü

16 Ekim: Dünya Gıda Günü

21 Kasım: Dünya Balıkçılık Günü

11 Aralık: Uluslararası Dağ Günü

1 Mart 2013 Cuma

Bir çevre mücadelesi nasıl başarılı olur?


Dönüp dolaşıp bunu tartışıyoruz. Hangi savlarla, neyi hedefleyerek, hangi araçları kullanarak ve kimlerle ittifak yaparak başarılı olur bir çevre mücadelesi? Maalesef her toplumsal sorunda olduğu gibi burada da tek bir cevap ya da derdimize derman olacak tek bir reçete yok. Uzak ve yakın tarihimizde, dünyada ve Türkiye’de onlarca başarı/kazanım hikayesi var. Doğa tahribatının durdurulduğu, alternatif ve sürdürülebilir seçeneklerin hayata geçtiği veya toplumun/toplumun bir kesiminin bakış açısının değiştiği zamanlardan bahsedebiliriz.

Bir çevre mücadelesinin ne kadar yaygınlaştığını çeşitli yollarla ölçebiliriz. Kamuoyu anketlerinde çevre mücadelesine desteğin oranı, sokak eylemlerine katılanların sayısı, mücadelenin coğrafi yaygınlığı, siyasi elitten gelen destekler, farklı katmanların mücadeleye sunduğu imkanların artması, medyadaki görünürlülük vb. Son zamanlarda ise online (çevirimiçi) imza kampanyası platformlarının artması (Change.org / imza.la/  imzakampanya.com) ve çevre örgütlerinin kendi imza kampanyalarını yürütmeye başlamaları ile birlikte “imza sayısı” da önemli bir gösterge haline gelmeye başladı. İmza kampanyaları yeni tartışmaları tetikleyecek gibi duruyor çünkü özellikle Change.org’un Türkiye’de faaliyete başlaması ve bir kısım toplumsal mücadelenin online kamapanyacılığın metodlarını da benimsemesi ilgiyi bu alana çevirdi. Blogda yazdığım bir yazıda kurumsal imza kampanyalarından bireysele, matbu kampanyalardan da çevrimiçi kampanayalara geçişin söz konusu olduğu iddia etmiştim. Change.org  Doğu Avrupa ve Batı Asya Direktörü  Dr. Uygar Özesmi ile imza kampanya platformu hakkında bir söyleşi yapmış ve değişimin online aktivizm ile gelip gelmeyeceğini konuşmuştuk. Gündüz Vassaf Radikal’de yazdığı son yazısında  saniyelik imza eylemlerinin yurttaşları edilgenliğe ittiğini öne sürüyor.  Öte yandan da toplumsal hareketler ve iletişim alanındaki metodolojiler de sosyal medyayı da analizlerine nasıl dahil edeceklerini tartışıyor. Örneğin Thorson ve arkadaşlarının Information, Communication and Society dergisinde 2013 başında yayınladıkları makalede Occupy hareketi ile ilgili olarak Youtube ve Twitter’da ne tür bilgi ve videoların nasıl dolaşıma girdiğini araştırmış.

Sözü  Hayvan Hakları Yasası ve Tabiatı Koruma Yasası’na karşı verilen mücadelelerinin karşılaştırılmasına getirecektim ama giriş fazla uzadı. Yazının devamı bu konu üzerine olacak.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...