26 Ağustos 2011 Cuma

Gıda Egemenliği: krize Avrupa'dan bir cevap!

Gıda Egemenliği: krize Avrupa'dan bir cevap!
Krems-Avusturya-22 Ağustos 2011

5 gündür yaşanan yoğun, ilham verici ve yapıcı değiş-tokuştan sonra, Nyeleni Avrupa 2011 Gıda
Egemenliği Forumu dün sona erdi. Forum, ilk Avrupa Gıda Egemenliği Deklarasyonu'nu oluşturdu. Sivil toplumu ve sosyal hareketleri temsil eden 120'nin üzerinde örgüt ve birey, mevcut Avrupa politikalarınının ve küresel politikaların etkilerini tartıştı. Beraberce, Avrupa'da gıda egemenliğine ulaşmak için kapsamlı bir platform ve prensipler grubu oluşturdular. Forum, sorunları genelde gözardı edilen gençlerin, kadınların ve gıda üreticilerinin seslerinin önemini vurguladı. Bu deneyim çeşitliliği ve zenginliği, Nyeleni Avrupa 2011 Forumu'nun ortak bir çerçeve tanımlamasını ve demokrasi ve katılımcı süreçlere dayanan bir ortak eylem planı belirlemesini sağladı. Deklarasyon şöyle duyuruyor: “Toplumlarımızda daha geniş bir değişim yaratmanın ilk adımının gıda sistemimizi değiştirmek olduğuna inanıyoruz”. Forum delegeleri, gıda sistemini kendi ellerine almak için şunları yapmaya kararlı olduklarını belirledi:
- Endüstriyel olmayan, küçük çiftçi tarımına, işlemesine ve alternatif bir dağılıma dayanan,
ekolojik olarak sürdürülebilir ve sosyal olarak adil bir gıda üretim ve tüketim modeli için
çalışmak.
- Gıda dağıtım sistemini yerelleştirmek ve üreticiler ve tüketiciler arasındaki zinciri kısaltmak.
- Özellikle gıda ve tarım alanında çalışma koşullarını ve sosyal koşulları iyileştirmek.
- Ortak varlıkların (toprak, su, hava, geleneksel bilgi, tohum ve hayvanlar) kullanımı ve mirası
hakkındaki karar alma mekanizmalarını demoratikleştirmek.
- Bütün düzeylerdeki kamu politikalarının, kırsal bölgelerin canlılığını, gıda üreticileri için adil
fiyatları ve herkes için güvenli, GDOsuz gıdayı garanti etmesini sağlamak.
Siyasi volatilite, sosyal ve ekonomik kriz yaşanan günümüzde, NYELENI Gıda Egemenliği Forumu delegeleri, bütün halkların, Gıda Egemenliği'nin işaret ettiği gibi, insanlara ve değerli doğal kaynaklara zarar vermeden kendi gıda ve tarım politikalarını ve sistemlerini belirleme hakları olduğunun altını çizdi.

Bu yüzden Avrupa'da hemen şimdi gıda egemenliği talep ediyoruz.
Deklarasyon metnini Nyeleni 2011 internet sitesinde bulabilirsiniz:
www.nyelenieurope.net

Not: Foruma Türkiye'den Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Tohum İzi Derneği, Kibele Ekolojik Üreticiler Kooperatifi, Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi ve Ekoloji Kollektifi katıldı. Forumdaki tartışmaların özetlerine www.karasaban.net adresinden ulaşabilirsiniz.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

11 Ağustos 2011 Perşembe

Toplumsal hareket bir otobüs yolculuğudur

Her türden toplumsal hareketi (çevre-kadın- barış vb.) bir otobüs yolculuğuna benzetirim. Bir noktadan başka bir noktaya varmaya çalışan ama aslında hiç bitmeyen bir otobüs yolculuğuna.Önüne sürekli yeni yollar, yeni engeller çıkan bir yolculuk. Bir hak kazandık, savaşı durdurduk, bir dereyi kurtardık dediğiniz anda karşınıza çıkan başka bir mücadele gibi. Aslolan hareketin -yolculuğun- kendisidir.
Yolculuğun güzergahı merkezden belirlenir ama yerel acentelerden gelen talepler de dikkate alınır. Kimi uzun ama emin yolu seçer, kimi de kısa ama sancılı olanı. Bazı yolculuklar da işbirliği yapılır bazısında rekabet. Bazı hareketler tekel olur, başkalarına yer bırakmaz, bazıları da bir araya geldikçe güçlenir ve hedefine daha yakınlaşır.
Hareketin lideri otobüsün şöförüdür. İyi şöför güven verir. Zorlu yollarda otobüsü de yolcuları da korumayı ilke edinmiştir, hedefe sağ salim varmak da önemlidir. Yolları avucunun içi bilmelidir, yeni yollara girdiğinde de tecrübeleri ve içgüdüleri ona yol gösterir. Yedek şöför de o toplumsal hareketin lider adayıdır. Günün birinde direksiyona geçmek için çalışır.Muavin ise yolculara yani hareketin üyelerine veya destekçilerine yardım etmek, yolculuklarını en rahat şekilde yapmalarını sağlamak için vardır. Hareketin sessiz neferidir, yaptığı hor görülür ama onsuz da yolculuk kaos olur. Lider ile üyeler arasındaki koordinasyonu sağlar.

Yolculara gelince. Otobüs her zaman dolmaz. Bazen boş gider ama yine de sefere çıkması gerekir çünkü atalet hareketi öldürür. Yolcular çoğunlukla ilk durakta binerler ama otobüs yol aldıkça ara duraklardan da yolcu çıkar.Toplumsal harekete katılmanın olduğu gibi yolculuğa çıkmanın da maliyeti vardır. Kimi firma kaliteyi kimi düşük ücreti öne çıkarır. Firma vardır yolcularıyla birlikte bir aidiyet geliştirmeye çalışır ki uzun yıllar beraber gidilip gelinsin. Firma vardır bir güleryüzü, kolonyayı çok görür. Yolcular o zaman birer ikişer ayağı keser, başka yolculuklara meylederler. Yolcuların birlik olup şöförü değiştirdikleri görülmüştür. Aslında tek tip yolcu da yoktur. Kimi hızlı gidilmesini savunur, kimi de yavaş ve güvenli bir şekilde hedef varılmasını. Molayı gereksiz görenler, molasız olmaz diyenler.

Toplumsal hareket yolcusu kalmasın, kalkıyor.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Yeşil kitap kooperatifi


Son zamanlarda Twitter'ı bir dilek ağacı gibi kullandığımı farkettim. Çevre konusunda şu yapılsa ne güzel olur, şöyle bir organizasyona ihtiyaç var, şu konuya daha çok değinilse gibi. Dileklerim çoğunlukla çevre yayıncılığına dair oluyor. Türkiye'de ekolojik köylerin kitabının yazılması, yeşil mizaha ağırlık verilmesi, çevre tarihi üzerine yayınların yapılması, degrowth (küçülme) üzerine yayınların Türkçe'ye kazandırılması gibi. Peki bu kitapları ve çevirileri nasıl yayınlatacağız? Büyük kitabevleri henüz bu konulara girmeye yanaşmıyor. Çevre alanında uzmanlaşan -Yeni İnsan ve Sinek Sekiz- gibi yayınevlerinin ise imkanları her zaman el vermeyebiliyor değişik alanlarda belirli sayıda alıcısı olan kitapları yayınlayabilmeleri.

Okur ile yazarı buluşturmak
Okurlar olarak bu işin neresinden tutabiliriz diye düşünürken Radikal Kitap ekinde Zeynep Heyzen Ateş'in Ekonomist'teki bir makaleye dayanarak yazdığı "Okuyucular sevdikleri yazarları kurtarsın" yazısını okudum. Özetle okuyucular, yazılmasını istediği kitapları önceden para ödeyerek yazara doğrudan destek oluyorlar. Unbound (Ciltsiz) adlı web sitesi de okurlar ile yazarı bir araya getiriyor, eğer yazarın sunduğu kitaba okurlardan yeterli destek sağlanırsa kitap basılıyor. 10 pounda e-kitap, 20 pounda basılmış kitap+e-kitap, 50 pounda adınıza imzalanmış basılı kitap+ e-kitap sahibi oluyorsunuz. Devamı da var ama bizi ilgilendiren fikir. Buna benzer bir şeyi Türkiye'de uygulamak mümkün olur mu? Yaptığınız araştırmanın bulgularını paylaşmak veya bir kitabı çevirmek için büyük yayınevlerinin kapısını çalmanın yerine/yanısıra doğrudan okura gitmeyi denemek nasıl olur? Okurlar toplanıp bir kitabın çevirisi için profesyonel bir tercümana çeviri bedelini ödeyebilirler mesela.Sosyal medyanın imkanlarını kullanarak bunu başarmak olası. Düşünün 100 kişi 50 tl bağış yapsa ve karşılığında 5 kitap alsa bir kitabın çeviri ve dağıtım masraflarının büyük kısmı karşılanır. Türkiye'deki eko-köylerin hikayesini yazmak iki araştırmacının 3 ay temel masrafları yine ortak şekilde karşılanabilir ve araştırma sonucu kitap olarak yayınlanabilir. Arşivlerde çalışarak Türkiye'nin çevre tarihi üzerine kitap yazacaklara da bu şekilde bir fondan kaynak aktarılabilir. Bu dayanışmaya çevre stkları ve üyeleri, çevre dergileri ve yeşil blogçular da destek vereceklerdir diye düşünüyorum.

22 Temmuz 2011 Cuma

NATURELIFE'ın 10. sayısı çıktı

Ekolojik Yaşamın pusulası NATURELIFE dergisinin 10. sayısı çıktı!

Yaklaşık iki yıldır yayın hayatını sürdüren ve ekolojik yaşamın Türkiye’deki pusulası olan NATURELIFE dergisi, 10. sayısında da yepyeni ve çarpıcı konuları okuyucusuyla buluşturuyor.

- Kentlinin Dikey Bahçesi: PENCERE ÇİFTLİKLERİ

Şehir yaşamında doğadan yoksunluğun yarattığı zorluklardan doğan yaratıcı fikirler, kentli insanın doğal hayatla bağ kurabileceği yenilkçi modelleri hayata geçirmesinde etkili oluyor.

- Meyve Mirası

- Prof. Dr. Erdem Yeşilada kaleme aldı;
Altın Çilek Zayıflama Hapları

- Şehir yaşamı Ekopsikolojimizi bozuyor! Stres, depresyon, anksiyete gibi modern zaman hastalıkların nedenini şehirli insanların doğadan kopuk bir şekilde yaşamasına bağlayan uzmanlar, kentli insan ile doğa arasındaki ilişkiyi EKOTERAPİ ile yeniden inşa ediyorlar.

- Yeşil Ekonominin Odağındaki 11 Sektör (WHO)

- Çevre ve Eğitim Gönüllüsü Bir Başkan: Şişli Belediye Başkanı Mustafa SARIGÜL

- Abu Dabi’de Yeşil Bir Üniveriste; MASDAR ENSTİTÜSÜ

- Türkiye’deki Kelebek Aileleri

- Hayatı doğanın kucağında öğreniyorlar... Almanya’da okul öncesi eğitimde, çocuklarının doğayı deneyimleyerek hayatı öğreneceklerine inanan ve sayıları her geçen gün artan ailelerin tercihi: ORMAN ANAOKULLARI

- Toprak Sergen - Sizi Doğa’ya Çağırıyor! Oyunculuk, sunuculuk, seslendirme işlerinin ardından şimdi de yeni yayın hayatına başlayan dogasenicagiriyor.tv ile internet televizyonculuğuna başlayan Sergen’in Arnavutköy’deki evine konuk olduk...

- Turizmin Parlayan Yıldızı Ekoturizm Ne Kadar Sürdürülebilir?
Yrd. Doç. Dr. Nazmiye Erdoğan

- Doğa sporları Eğitmeni Kutsal Zafer Şahin kaleme aldı:

Doğa’da Hayatta Kalmanın Yolları: Survival

NATURELIFE dergisi; D&R’lardan, seçkin kitabevlerinden, il merkezi gazete bayilerinden, havalimanlarında, organik ürün satan marketlerden ve abonelik ile okuyucusuna ulaşan ulusal bir yayındır.

www.naturelifemagazine.com www.dbsyayincilik.com Tel: 0212 279 42 52

12 Temmuz 2011 Salı

Doğayı koruyarak kalkınma mümkün mü? Kaçkarlar Örneği


Tema Vakfı'nın "Kaçkarlar Dağları Yönetim Planı" kapanış toplantısı bülteninden...

Avrupa Birliği ve TEMA Vakfı finansmanıyla hayata geçirilen Kaçkar Dağları Sürdürülebilir Orman Kullanımı ve Koruma Projesi bölgede doğayı koruyarak kalkınmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Yaklaşık beş yıl süren ve TEMA Vakfı ile Proje Ortakları* tarafından yürütülen projenin kapanışı Büyükelçi, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Marc Pierini, Artvin Valisi Mustafa Yemlihalıoğlu, TEMA Vakfı Genel Müdürü Proje Koordinatörü Prof. Dr. Orhan Doğan ve basın mensuplarının katılımıyla Artvin Yusufeli’nde yapıldı. Proje kapsamında tüm ilgili aktörlerin aktif katılımıyla hazırlanan “Kaçkar Dağları Yönetim Planı” kamuoyuna sunuldu. Projenin başarılı sonuçlarının devamına yönelik “Kaçkar Dağları Koruma ve Geliştirme Birliği”nin kurulması için girişimler başladı.

Proje adına açıklama yapan TEMA Vakfı Genel Müdürü Proje Koordinatörü Prof. Dr. Orhan Doğan, “Kaçkar Dağları’nı korumak için başlattığımız ortak çabaların sonucu gurur verici. Elde edilen gelişmelerin sürdürülmesi ve yaygınlaştırılması için hepimiz bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz. Hazırlanan plan, projenin aktörü tüm kurumlar için önemli bir yol haritasıdır.” dedi.

Dünya’nın biyoçeşitlilik açısından kuzeydeki en sıcak noktası Kaçkarların barındırdığı biyoloji çeşitliliği ve yaban hayatını korumak amacıyla 2007 yılında Avrupa Birliği desteğiyle yola çıkan proje, en çağdaş araştırma yöntemlerini uygulayarak Kaçkar Dağları’nın doğal değerlerini keşfetti. Bir yandan ilgili kamu kurumlarıyla birlikte bu değerleri koruyacak ve artıracak araçları geliştirirken, diğer yandan yöre halkına da bu değerlere sahip çıkarak gelirlerini artırmanın yollarını gösterdi.

Kaçkar Dağları Projesi İçin 2 Milyon Avro Harcandı

Kaçkar Dağları Projesi, 4 yıl 8 ay sürdü, yaklaşık 2 milyon Avro harcandı. Proje boyunca görev yapan 10 kişilik proje ekibine, ayrıca yaban hayatı, biyoçeşitlilik verileri ve coğrafi bilgi sistemleri uzmanları eşlik etti. Uzmanlık gerektiren proje etkinliklerinde 70’ten fazla danışman, 1.250 gün çalıştı. Sadece projeye ait iki araç İstanbul’un üçte biri büyüklüğündeki 1.800 km2’lik proje bölgesinde 200 bin kmde

n fazla yol kat etti. Yaptıkları yol ile dünyanın etrafında 16 kez dolaşmaya yetecek kadar kilometre kat etmiş oldu.

Yürütülen envanter çalışmalarıyla Türkiye için yeni bir bitki türü keşfedildi, yalnızca Türkiye’de bulunan ve nesli tehlike altında olan onlarca bitki ve hayvan türü, doğal yaşlı ormanlar, anıt ağaçlar saptandı. Proje kapsamında Türkiye’de ilk kez Vaşak görüntülenirken, bozayılar uydu vericileri ile takip altına alındı. Sadece Yusufeli’nin kelebek varlığının İngiltere’nin beş katı olduğu dünyaya ilan edildi.

Bölgede yetişen ürünlerin değerinde satılabilmesi için Soğuk Hava Deposu kuruldu. Örnek Sebze-Meyve Kurutma Tesisi inşa edildi, çiftçilere eğitimler verildi, yem bitkisi ekimi, arıcılık, meyvecilik, orman ürünlerinin değerlendirilmesi gibi faaliyetler desteklendi. Nesli tehlike altında olan kırmızı benekli alabalığın hem yöre ekonomisine hem de doğaya kazandırılması amacıyla, yerel bir

girişimciye verilen destekle alandaki ilk Kırmızı Benekli Alabalık Üretme Çiftliği kuruldu. Bölge halkının endişeleri dikkate alınarak proje alanını tehdit eden Hidroelektrik Santraller ile ilgili Barhal Vadisi HES Etkileri Uzman Raporu hazırlandı ve halkı bilinçlendirmeye yönelik toplantılar düzenlendi.

Kaçkar Dağları Projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda Kaçkarlar’ın doğa turizmi için büyük bir potansiyele sahip olduğu tespit edildi. Fotoğrafçılık, kuş, kelebek ve yaban hayatı gözlemciliği gibi doğa dostu etkinliklerin yanı sıra trekking, rafting, dağ bisikleti gibi gelir getirici doğa turizmi ürünleri geliştirildi.

Proje sonucunda elde edilen “Kaçkar Dağları Yönetim Planı”nın sahiplenerek uygulanması ve Türkiye’ye örnek olması hedefleniyor.

(*) Proje Ortakları: TEMA Vakfı, ODTÜ, Doğa Koruma Merkezi (DKM), Çevre ve Orman Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü (OGM), Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (DKMPGM), Artvin Kültür ve Yardımlaşma Derneği (AKYD)| Destekçiler: Tarımsal Üretimi Geliştirme Genel Müdürlüğü (TÜGEM), BTC Boru Hattı Şirketi, CitiBank, İZODER ve Artvin Valiliği

Rakamlarla Kaçkar Dağları Projesi


ü Kaçkar Dağları Sürdürülebilir Orman Kullanımı ve Koruma Projesi İstanbul’un yüzölçümünün üçte birine karşılık gelen 1800 km2 lik bir pilot alanda uygulandı.

ü Projenin uygulaması 4 yıl 8 ay sürdü, yaklaşık 2 milyon Avro harcandı.

ü Proje kapsamında yapılan çalışmaların sonucunda:

§ Türkiye için yeni bir bitki türü bulundu. Sahada varlığı daha önce bilinmeyen nesli tehlike altında 3 bitki türü saptandı. 112 endemik/tehdit altında/yetersiz verili bitki türü tespit edildi.

§ 22 sürüngen ve amfibi türü tespit edildi, sahada varlığı daha önce bilinmeyen 3 kertenkele ve 1 yılan türü saptandı.

§ 20 tanesi bölge için yeni 200 kelebek türü tespit edildi.

§ Proje alanında 118 kuş türünün ürediği tespit edildi. Bunlardan uluslararası ölçekte 1 türün nesli tehlike altında, 4 türün de tehdide yakın kategorisinde olduğu belirlendi.

ü 10 kişilik sürekli proje personelinin yanı sıra yaban hayatı, biyoçeşitlilik verileri ve çoğrafi bilgi sistemleri uzmanları toplam 68 ay görev yaptı.

ü Uzmanlık gerektiren proje etkinliklerinde 70’ten fazla danışman, toplamda 1.250 günden fazla çalıştı.

ü Proje kapsamında verilen biyoçeşitlilik ve orman yönetimi, yaban hayatı, orman ürünleri, sürdürülebilir turizm ve tarım konulu 15’ten fazla teknik eğitim ve geziden en az 1.250 kişi faydalandı.

ü En az 500 kişiye yalıtım, yaban hayatı gibi konularda bilgilendirici toplantılarla erişildi.

ü 8 köyden seçilen ev, ilkokul, öğrenci yurdu ve pansiyon gibi 10 adet bina yöre halkının da katkılarıyla örnek oluşturmak amacıyla yalıtıldı.

ü Evlerde ve kamu binalarında ısı tasarrufu 10 köyde düzenlenen ısı yalıtımı toplantıları ile tanıtıldı. İZODER işbirliğiyle hazırlanan Isı yalıtımı konulu kitapçık yerel halka ve ilgili kurum ve kuruluşlara dağıtıldı.

ü Pilot çalışmalar kapsamında 6.000 adet kiraz, ceviz, asma ve elma fidanı ile toplam 250 meyve bahçesi oluşturuldu. Hayvancılığı desteklemek amacıyla 8.400 kg yem bitkisi tohumu satın alınarak 500 dekar alanda ekimi yapıldı ve alanda benimsenen bu çalışmaların giderek yaygınlaştığı gözlendi.

ü Yerel ürünlerin üretimindeki verimi artırmak amacıyla bitki koruma, hayvancılık, meyvecilik, örtü altı sebzecilik, yem bitkileri üretimi konularında yaklaşık 600 çiftçiye Tarım Bakanlığı işbirliği ile teorik ve uygulamalı Tarımsal Eğitimler verildi, pratik uygulama kitapçıkları hazırlandı.


11 Temmuz 2011 Pazartesi

EKO IQ’nun 10. sayısı çıktı!

Diğer “Hayvanlar” Bize Neler Öğretebilir?

İnsanlar doğadaki tek akıllı ve duygusal varlıklardır değil mi? Hâlbuki hayvanlar âleminde bunun tersini gösteren yüzlerce kanıt var.

Dünya Çevre Liginde Türkiye Nerede?

BETAM araştırma görevlisi Barış Gençer Baykan bildiriyor: Dünyanın en büyük 15. ekonomisine sahip Türkiye ne yazık ki 77. sırada.

Milli Rüzgâr Türbinleri Geliyor

MİLRES girişiminin adını duyar duymaz soluğu, projenin liderlerinden Cemil Arıkan’ın yanında aldık ve biraz daha umutlandık.

Çılgın Proje Demişken: Yeni Kentler, Riskler, Olanaklar

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya attığı Çılgın proje büyük bir iştahla tartışılma başlandı. Tartışmayı doğru yapabilmek için, konuyu ekolojik ilkeler bağlamında ele alabilmek gerekiyor.

Reklamla Sürdürülebilirlik Arasında Özgün Bir Yol: Ecomedia
ABD’nin köklü televizyon kanallarından CBS’in alt kuruluşu olan Ecomedia’nın Başkanı Paul Polizotto, reklamla sürdürülebilirlik arasında özgün bir ilişki kurmayı başaran Ecomedia’nın macerasını anlattı.

“Kâğıt Son Derece Sürdürülebilir Bir Üründür”
Sürdürülebilir ormancılık endüstrisinin öncü kurumlarından UPM’nin Orta Avrupa Çevre Destek Uzmanı Heini Lehti sürdürülebilir kâğıt üretiminin püf noktalarını EKOIQ dergisine anlattı.

Güzel Anayasa Cümlelerinin Ötesinde Ekolojik Vatandaşlık
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ayşen Candaş, asıl olanın şatafatlı anayasa maddeleri değil, onun arkasında durabilecek ekolojik vatandaşlık bilinci olduğunu öne sürüyor.

Nükleer Çağın Sonuna Doğru

Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. Nükleersiz bir enerji üretiminin hayaleti…

“One Minute! Kömür Değil, Güneş Paneli Dağıtacağız”

21 Haziran 2015’te seçimleri kazanan Ekolojik Hareket Partisi (EHP) Genel Bakanı Ahmet Güneş, ilk “hayal mahsulü” röportajını EKOIQ dergisine verdi.

Sürdürülebilirlik… İnsan Hakları… Madde Bağımlılığı

Mikado Danışmanlık’tan Serra Titiz, insanların “madde bağımlılıkları” bitmeden kurtulmamızın mümkün olmadığını anlatıyor.

Türkiye Ormanlarına Sürdürülebilirlik Geliyor!
İşte gerçek bir sürpriz ve harika bir gelişme: Orman Genel Müdürlüğü dünyanın en köklü orman sertifikalandırma kuruluşlarından FSC’ye başvurdu. Bir aksilik olmazsa sonbaharda sertifikalı ürünler Türkiye pazarına da sunulmuş olacak.

Yarın Ne Yiyeceğiz?
Bu önemli sorunun yanıtını, Belçika’da yayınlanan ekoloji dergisi Imagine Demain le Monde’dan (Geleceğin Dünyasını Düşle) aktarıyoruz.

AB Çevre Hukuku Hangi İlkelere Dayanıyor?

Doğa, insan ve gelişme arasındaki dengenin nasıl oluşturulacağı tartışılmaya devam ederken EKOIQ AB’de çevre hukukunun oluşumunu masaya yatırıyor.

Pompa Deyip Geçmemek Lazımmış

Meğer pompalar toplam elektrik harcamalarının yüzde 20’sini emen kocaman bir kara delikmiş. Biz de bunu Alman pompa devi Wilo’nun Tuzla’daki LEED sertifikalı yeşil binasını ziyaretimizde öğrendik.

Organik Cumhuriyetin Başkentinde

Dünyanın en büyük organik gıda şirketi HİPP’in global cirosu 600-650 milyon euro. Polonya Gdansk yakınlarındaki 24 bin dönümlük Podangen çiftliği bu dev organik cumhuriyetin başkenti gibi...

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.

Daha fazla bilgi için

Barış Doğru (Genel Yayın Yönetmeni) baris@ekoiq.com

Balkan Talu (Editör) balkan@ekoiq.com

Tel: (0216) 412 72 13 /118

Abonelik için

Neslihan Öztürk

Tel: (0216) 412 72 13 /111-112

1 Temmuz 2011 Cuma

Ekolojik direnişten Su Perisi’ne mektuplar


Kışladağı’ını oydular

İçine siyanür doldurdular

Halkı halka kırdırdılar

Uyan insanoğlu uyan

Muammer Sakaryalı’nın, Yeni İnsan Yayınevi’nden çıkan “Kışladağ’dan mektup var” ( Su Perisi’ne Mektuplar) adlı kitabı Uşak Kışladağ’da siyanürle altın işleme madenciliğine karşı verilen yaşam mücadelesini anlatıyor. Sakaryalı, İnay Köyü Vicdan Hareketi adına otuzdört mektup yazmış. İnay’ın antik zamanlardaki adı Nais ya da İnais’miş ve Nais/İnais Helence’de “Su Perisi” anlamına geliyormuş. Aslında mektupların içeriği tanıdık. Kitabı okurken her sayfada aklınıza Bergama siyanürlü altına direniş, Kütahya’daki süyanür havuzları , Bolkar Dağları’nda, Çal Dağı’nda, Kaz Dağı’nda, Artvin Cerattepe’de altın madenlerine karşı gelenlerin başından geçenleri hatırlıyorsunuz. Hikaye 1990’ların ortasında altıncı şirketin Kışladağ’a gelmesiyle başlıyor. Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan kamulaştırmadan sonra şirketin köy topraklarında su yolu inşaatına girişilmesiyle protestolar başlar. Danıştay, Kışladağ altın madenini kapatan yürütmeyi durdurmaya karar verir, maden Çevre Bakanlığı talimatıyla açılır. İşletmede 7 yıl boyunca 70 bin ton siyanür kullanılacak ve “Siyanür liçi yöntemiyle açık ocakta altın cevherinden ayrıştırılacaktır. Maden işletmesi sonrası 400 metre derinlikte 1000 metre çapında zehirli bir atık havuzu bırakılacaktır. Yer altı suyuna karışacak olan siyanür, arsenik, antimon, kurşun vb ağır metalleri harekete geçirecek ve yer altı suları zehirleyecektir.

27 Haziran 2006 günü Eşme’de yüzlerce insan hastanelere başvurur. Doktorlar kimyasal zehirlenme teşhisi koyarlar. “27-28 Haziran’da bölgeye yoğun yağmur yağmış ve rüzgarın yönü altın madeninden Eşme’ye doğrudur. Muhtemelen siyanürlü sıvının ph dengesi 10.5-11 arasında tutulamamıştı ve siyanür liç alanından atmosfere çok fazla hidrojen siyanür karışmış ve rüzgar yö

nü doğrultusunda yayılmıştır.”(s:60) Tabip Odası devreye girer ve gönüllü kişilerden kan örnekleri alınmaya başlar ama bu girişim durdurulur ve kanlara el konulur. Yetkilililer de yurttaşlardan kan, saç veya tırnak örneği alıp siyanür analizi yaptırmazlar.”Bakanlar, valiler, Uşak milletvekilleri konuşmadı, konuşturulmadı, sustular, sustular. Hala susuyorlar! ( s: 65) 15 gün sonra da tesisin resmi açılış törenini dönemin Enerji Bakanı yapar. 30 Temmuz 2007’de altın madeninde her zamankinden farklı bir patlama gerçekleşir ve ertesinde 300’e yakın koyun telef olur. Koyunlar üzerinde siyanür toksikasyonu araştırması yapılmamıştır. Olayın üzeri örtülür. Tüm bu olup bitene karşı direnen köylüler, çevreciler ve biliminsanlarının desteğiyle Vicdan Hareketi’ni oluştururlar. “Kelimenin gerçek anlamında ‘sivil denetim’ görevi yapan; sahtekarlığın evrenselleştiği bir dünyada kendi bulunduğu yerden gerçeklerin açığa çıkartılmasını sağlamaya çalışan ve onları dile getiren; Kışladağ altın madeninin tahribatına karşı havayı, suyu, toprağı, tüm canlı yaşamını savunan; “sürdürülebilir kalkınma”yı değil sürdürülebilir yaşamı savunan; yaşamı savunanlarla dayanışan ve bu düşüncelerle bir araya gelen köylülerin hareketidir (s:230). Elbette köylülerin örgütlenmesi hoş karşılanmaz. Hemen “terörist”, “vatan haini” ilan edilir, Alman vakıfları için çalıştıkları iddia edilir. Eylemlerde gözaltına alınırlar, şiddet görürler, haklarında dava açılır. Maden işletmesindeki sarı sendikanın saldırısına uğrarlar, ordu komutanları madeni ziyaret edip destek verir, şirketin baskısına, yerel basının sansürüne maruz kalırlar. İnay Köyü’nün 12 Eylül rejimi tarafından en çok eziyet edilen köylerden bir olmasından hareketle madene karşı mücadele sırasında köylülerin toplumsal hafızasına göndermler yapılmış ve direnenler 12 Eylül öncesini geri getirmekle suçlanırlar. Çevreye sahi çıkmanın ülkemizdeki bedeli budur. Birçok çevre mücadelesi gibi Kışladağ’daki mücadele de sona ermez. Sayıca küçük bir grubun toplumun geniş kesimlerinden gördüğü destekle, davalarla, protestolarla, sivil itaatsizlik eylemleriyle sürüp gider

. Aslında insanlığa büyük miras bırakırlar. Çevre hareketinin deneyimlerinin yazıya dökülmesi, doğaya sahip çıkanların ortak bir kollektif hafızasını oluşturulması açısından çok önemli. Kalkınmacı ideolojinin devasa dişlilerini durdurmaya çalışmanın ve sürdürülebilir bir toplum yaratmanın dinamikleri bu tür mücadelelerde gizli. Hukuksuzluğun, örgütlenmenin, doğa tahribatının, doğaya sahip çıkmanın hikayesini anlatan Kışladağ’dan Su Perisi’ne yazılmış mektuplar, yaşama sahip çıkmaya çalışanları, mücadelelerini ortaklaştırmaya davet ediyor.

Kışladağ'dan Mektup Var

(Su Perisine Mektuplar)

Muammer Sakaryalı

Yeni İnsan Yayınları / Ekoloji Dizisi


26 Haziran 2011 Pazar

İstanbul'da sürdürülebilir balıkçılık

İstanbul'da 500 yıldır aynı yöntemle balıkçılık yapıldığını biliyor muydunuz? Endüstriyel balıkçılığın dünya balık stokları için en büyük tehdit haline geldiği günümüzde atadan dededen kalma geleneksel avcılık yöntemlerinin hala uygulanıyor olduğunu görmek ve sürdürülebilir balıkçılığa örnek verildiğini bilmek sevindirici. Bölgesel Çevre Merkezi - REC Türkiye, Venedik Uluslararası Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve Agroinnova–Turin Üniversitesi ortaklığında; İtalyan Çevre, Arazi ve Deniz Bakanlığı mali desteği ile gerçekleştirilen Karadeniz Bölgesi için Sürdürülebilir Kalkınma Seminer Dizisi çerçevesinde gerçekleştirilen eğitimde öğrendim dalyan balıkçılığın. Sol tarafta minyatür bir modelini görebileceğiniz dalyanlar antik çağdan bu yana kullanılıyor. TDK sözlüğüne göre dalyan: Deniz, göl ve ırmakların kıyılarına yakın yerlerde ağ ve kazıklarla oluşturulan büyük avlanma yeri. Dalyanda Nisan-Temmuz aylarında avlanılıyor. Meşe ağaçlarından yapılan direkler denize döşeniyor ve ağlar geriliyor. Dalyan direğinde bir nöbetçi oluyor, balık sürülerinin ağa girdiğini gördüğünde arkadaşlarına haber vererek dalyanın ağzı kapatılıyor ve balıklar ağlar çekilerek tekneye alınıyor. Dalyanlar,deniz dibinin eğimine göre 10 ile 35 metre derinliğe kuruluyor.Geleneğe göre elde edilen gelirin %60'ı işletmeciye kalırken %40 ise dalyanda çalışanlarca payl aşılıyor. İstanbul'da 1960lı yıllarda 50'ye yakın dalyan kurulurken bugün bu sayı üçe düşmüş. Yine o yıllarda orkinos, torik avlanırken günümüzde genelde kefal, gümüş, istavrit, çaça avlanıyor ve Kumkapı'daki balık haline gönderiliyor.
Rumelifeneri'ndeki dalyan 500 yıldır aynı yere kuruluyor. Yıllık 6-7 ton balık avlanılan dalyan balıkçılığına yönelik en büyük tehdit kirlilik. Diğer yandan kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye göç sırasında İstanbul Boğazı'ndan geçen balıkların yakalandığı dalyanlar, av yasağında balıkların yumurtlama döneminde kurulduğu için balıkların üremesini de engelleyebiliyor. Yapılması gerekenlerin başında geleneksel yöntemlerde dahil olmak üzere sürdürülebilir balıkçılığın örneklerinin incelenmesi ve teşvik edilmesi geliyor. Organik tarımdaki uygulamaya benzer bir şekilde sürdürülebilir balıkçılık ürünlerinin sertifikalanması ve üreticiye de ek bir gelir sağlanarak aşırı balık tüketiminin ve israfın değil adil ve sürdürülebilir balıkçılığın önünün açılması düşünülebilir. Son dönemde Greenpeace ve Slow Food Fikir Sahibi Damak'ların kampanyaları sayesinde kamuoyu, balıkların geleceği ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Hatta bu farkındalık sayesinde balık avlanma boylarının tartışıldığı Su İstişare Kurulu'nda sivil toplum kuruluşları ve tüketiciler de masaya oturabildiler. Evdeki yemek masasından, halden, tekneden, dalyandan, internetten hepimizin yapabileceği çok şey var. Yeter ki üşenmeyelim.





.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...