16 Mayıs 2011 Pazartesi

Büyük Anadolu Yürüyüşü 21 Mayıs'ta Ankara'da

Hasankeyf’ten yola çıktık. 35 gündür yollardayız.
Gittiğimiz yerlerde yağmanın en büyüğünü gördük. Yüzü patlatılan dağlar, önü kesilen nehirler, siyanüre gömülen köyler ve daha nicesi.
Bugün Anadolu’da yaşanan düpedüz bir soykırımdır. Doğanın soykırımı. Ona yapılan bu haksızlığın bedelini çok ağır ödeyeceğiz. Asla unutmayacağım. Kemaliye’den yola çıkmıştık. Tırmandığımız rampada yol inşaatı vardı. Yol ve maden için öylesine parçalanmıştı ki, o dağ artık bir dağ değildi. Dev bir hafriyat yığınıydı. Dalları henüz yeşermiş meşe ağaçları yerle bir edilmişti. Bir an başımı çevirdiğimde dağın yüzünün kanadığını gördüm.
Biz yürüdükçe sanal dünyadaki yağma da büyüdü. Aynı yürüyüş boyunca sermayenin çocukları da olduk, bölücü de, cemaatçi de, ajan da. Sanki süpermarket rafında ambalajlı bir ürünmüş gibi tüketiliyorduk. Belli ki yürüdükçe, biz de Anadolu’ya benzeyecektik. Öyle de oldu. Yol boyunca nice gönül bahçesi yerle bir oldu. Ayaklarımızın altı kanadı, yüzlerimiz kavruldu. İçimizdeki dereler işgal edildi.

Anadolu’dan elimize kalan manzara işte bu. En mahrem köşeleri acımasızca yağmalanan bir viran bağ. Varsın yıksınlar! Anadolu insanı sabırlıdır, yeniden yapmasını iyi bilir. Şimdi Ankara’ya varmak üzereyiz. Her engele rağmen yürüdük. Çünkü üzerimizde Anadolu’nun hakkı var. Onun hala özgür akan binlerce deresi var. Kapısı her yolcuya açık, güler yüzlü, fedakar insanları var. Dağlarında koşan keçileri, her bahar açan yaban çiçekleri var. 35 gün boyunca hepsiyle koyun koyuna uyuduk, birlikte güldük ağladık, dev bir kervan olduk. Şimdi üzerimizde hepsinin hakkını, yükünü taşıyarak geliyoruz. Biliyoruz ki, artık hiçbir şey bu yürüyüş öncesinde olduğu gibi olmayacak. Arkamızda oluşan kervanlar, her gün yeni bir filiz verecek. Tüm Anadolu'yu kaplayacak. Bizden kalan izler, bir bir silinirken...

Büyük Anadolu Yürüyüşü ile tarihin bir köşesine not düştük. Sabahgüneşi gibi deli dolu, gün batımı kadar kırılgan çocuklardık.Bedenlerimizden büyük kalplerimizle, tüm Anadolu'ya kucak açtık.Dilden, dinden, ırktan ve siyasatten doğan tüm farkların önündesaygıyla eğildik. Kimliklerimizden kurtulup da kuşlara, derelerekarıştığımız günlerde, bir görseniz nasıl da şendik. Yollar tek şahidimiz.
Başlangıcın sonunda, 21 Mayıs Cumartesi sabahı Gölbaşı'ndan Ankara'ya yürüyerek saat 11.00'de, Kurtuluş Parkı'nda buluşacağız. Her kimin içinde bir zerre saygı uyandırabildiysek, o sabah onlarla omuz omuza adım atmayı diliyoruz. Çıkınlarımızda biriken Anadolu yükünü, herkesle paylaşacağuz. Yeniliğe doğru yürümek için. Ola ki gelemezseniz, gönülden bir selam gönderin. Yok o da olmuyorsa, yine başımız üstüne. Alınterimiz, Anadolu'nun kurduna, kuşuna ve tüm insanlarına helal olsun. Anadolu sağolsun.

Bir Anadolu Yolcusu

13 Mayıs 2011 Cuma

En az gelişmiş ülkeler ve iklim adaleti


4. Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) Konferansı 9-13 Mayıs 2011 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleşiyor. 10 yılda bir gerçekleşen konferansa BM'ye üye 192 ülkeden devlet ve hükümet başkanları,bakanlar, parlamenterler, özel sektör temsilcileri, akademisyenler ile sivil toplum örgütü temsilcileri katılıyor. BM sınıflandırmasındaki 49 en az gelişmiş ülkenin 33'ü Afrika'da, 10'u Asya'da, 5'i Pasifik'te ve biri de Karayipler'de. En az gelişmişlik kriterleri: Düşük gelir (900$ altı) , zayıf insani değerler ve yüksek ekonomik kırılga nlık. Korkarım kısa bir süre sonra BM bu kriterlere iklim kırılganlığını da ekleyecek. İklim değişikliğine katkıları tarihsel ve güncel olarak en az olsa da iklim değişiklinin etkilerinden en çok etkilenecekler yine en az gelişmiş ülkeler. EAGÜ, özelliklerine gore değişik iklim tehditleri ile karşı karşıya. Güney Asya’nın dağlık ve musona bağlı bölgelerinde buzulların geri çekilmesi, kuraklık ve seller ile yüzyüze; ada ve kıyı ülkeleri tayfunlar ve sellerle daha sık karşılaşıyor ve Pasifik’in deniz seviyesi altında ülkeleri artan deniz seviyesinin tehdidi altında. 11 Mayıs’ta katıldığım Sivil Toplum Forumu çerçevesindeki “İklim Adaleti & Uluslararası Müzakerelerdeki Gelişmeler ve Sivil Toplum için Sorumluluklar” paneline katıldıktan sonra iklim kırılganlığının da yakında bu kriterlere ekleneceğini düşünüyorum. İklim değişikliğine katkıları tarihsel ve güncel olarak en az olsa da iklim değişikliğinden çok etkilenecekler yine en az gelişmiş ülkeler.

Moderatörlüğünü SAAPE/LDC Watch'tan Rachita Sharma Dungel'in yaptığı panelde ilk olarak söz alan Kiribati Climate Action Network’ten Pelenise Alofa, kendi kalkınma anlayışlarıyla Batı tipi kalkınma anlayışları arasında fark olduğunu belirten Alofa, Pasifik’te fakirliğin batı tipinden farklı anla
mları olduğu; fakirliğin gıda, giyecek ve barınma yoksunluğu olarak tanımladıklarını anlattı. Hindistan cevizi üretimi ve balık avcılığına dayalı ekonomide yeterince para kazanamadıkları çünkü AB’nin mümkün olan düşük fiyata ürünlerini aldığını ve ayrıca iklim değişikliğinin tuzlu su sokulumunu arttırdığını ve bunun da hindistan cevizi ağaçlarını öldürdüğünü belirtti.
Moderatörlüğünü SAAPE/LDC Watch'tan Rachita Sharma Dungel'in yaptığı panelde ilk olarak söz alan Kiribati Climate Action Network’ten Pelenise Alofa, kendi kalkınma anlayışlarıyla Batı tipi kalkınma anlayışları arasında fark olduğunu belirten Alofa, Pasifik’te fakirliğin batı tipinden farklı anlamları oldu
ğu; fakirliğin gıda, giyecek ve barınma yoksunluğu olarak tanımladıklarını anlattı. Hindistan cevizi üretimi ve balık avcılığına dayalı ekonomide yeterince para kazanamadıkları çünkü AB’nin mümkün olan düşük fiyata ürünlerini aldığını ve ayrıca iklim değişikliğinin tuzlu su sokulumunu arttırdığını ve bunun da hindistan cevizi ağaçlarını öldürdüğünü belirtti.

Assosa Environmental Protection Association’dan (Etiyopya) Mengisu Beyessa iklim değişikliğine sebep olan seragazı emisyonlarının sadece %1’inin en az gelişmiş ülkeler tarafından üretilidiğini ama en çok etkilenenlerin kendileri olduğunu söyledi. Etiyopya’da yapılan çevre değerlendirmelerinde iklim değişikliğinin tarım, sağlık, eğitim gibi alanları da etkilediğinin

belirlendiğini ifade etti.


Third World Network’ten Meena Raman, BM İklim Değişikliği Müzakereleri'nin ortak fakat farklılaşmış sorumluluklar çerçevesinde seragazı emisyonlarının azaltılması için bağlayıcı bir anlaşma yapmak için başladığını, gelinen son noktada eksikleri olan Kyoto’nun bile ortadan kaldırılmak istendiğini, gelişmiş ülkelerin zayıf ve bağlayıcı olmayan bir rejimi dayattıklarını savundu. Post- Koyoto ifadesinin bu çerçevede yanlış olduğunu, 2012’de ilk taahhüt döneminin bittiğini belirtti.

İklim müzakerelerinde gelişmiş ülkelerin küçük gruplar içinde kararlar aldıkları ve şeffaflığın tehlikede olduğunu söyledi. Ekonomik rekabetin iklim değişikliğini önleyecek bir anlaşmanın yapılmasının önüne geçtiğini belirten Raman Aralık 2011’de Güney Afrika’nın Durban kentinde yapılacak 17. Taraflar Konferansı’nda G77 ve AB’nin bağlayıcı bir anlaşmadan yana ortak tavır almaları gerektiğini ileri sürdü.

Jubilee South/Asia-Pacific Movement Debt &Development örgütünden, Lidy Nacpil, “İkli Borcu” kavramını açıklayarak konuşmasına başladı. Atmosferde herkesin eşit hakkı olduğunu, gelişmiş ülkelerin son 100 yıldır atmosferin dengesini bozacak seragazların salımından sorumlu olduğunu ve gelişmiş ve en az gelişmiş ülklere iklim borcunu ödemeleri gerektiğini söyledi. İklim borcunun sadece para transferi ile ödenemeyeceğini, emisyonlarda büyük kesintilere gitmeleri gerektiği ve teknoloji transferinin de önemli olduğunu vurguladı. İklim finansmanında miktarın gerekenden az olmasını ve borç olarak yapılandırılmasını iki önemli sorun olarak ortaya koyan Nacpil ayrıca paranın büyük kısmının karbon kredileri üzerinden mitigasyona gittiğini, EAGÜ için acil olan adaptasyona daha az kaynak ayrıldığını ifade etti.

Attac Togo & Pan-African Climate Justice Alliance'dan Abi Samir 2009 yılına kadar Afrika ülkelerinin iklim müzakerelerinde ortak bir pozisyonu olmadığından hareketle PACJA'yı kurduklarını anlattı. İklim değişikliğinin şu an Afrika'da ffilen yaşandığını ve 2 derecelik bir sıcaklık artışının Afrika'nın GSYH'nın % 7'sine mal olacağını belirtti.

Son olarak söz alan Sierra Leone Friends of the Earth örgütünden Abubaker Sesay iklim değişikliğini bir soykırım olarak niteledi. G-8 ülkelerinin en büyük emisyon salıcılar olduğunu ama bu ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele için gerçekçi ve elle tutulur önlem almaktan kaçındıklarını savundu.



10 Mayıs 2011 Salı

İklim Değişikliği Bahçeşehir Üniversitesi’nde tartışılıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü ve Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, dünyadaki yaşam için giderek büyüyen bir tehdit olan “Küresel İklim Değişikliği” konusunda bir panel düzenliyor.

Panel çerçevesinde “Hükümetler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları iklim değişikliği ile mücadelede izledikleri yollar nelerdir?”, “İklim değişikliğine uyumda hangi politikaları izleyecekler?”, “Türkiye iklim değişikliğinden nasıl etkilenecek? Etkin iklim ve çevre politikalarına sahip olmanın önündeki engeller nelerdir?”, “Yurttaşlar bireysel veya kollektif olarak iklim değişikliği ile mücadelede neler yapabilir?” gibi sorulara cevap aranacak. İklim müzakereleri, yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği konularının da masaya yatırılacağı etkinlik 13 Mayıs 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00’da başlayacak panelde konuşmacılar:


-T.B.M.M. Hayat Milletvekili Çevre Komisyonu Başkanvekili Prof.Dr.Mustafa Öztürk

- Borusan Holding Enerji Müdürü Kemal Özbelli

-Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi Hilal Atıcı

Tarih: 13 Mayıs 2011

Saat: 13:00
Yer:Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Fazıl Say Salonu
Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL
Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

İklim değişikliği

Çalıştay: Başka Bir Organik Tarım Mümkün mü?

Düzenleyenler: Tarım Ekonomisi Derneği,Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü, Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi

Tarih ve Saat: 16 Mayıs 2011 Pazartesi saat: 9.00-16.00

Yer: Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Seminer Salonu Bornova İzmir

İlişki için: Prof. Dr. Tayfun Özkaya

Ege Üni. Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Bornova İzmir

Eposta: tayfun.ozkaya@ege.edu.tr

Telefon: 232 3111441

Organik tarım üretimi Türkiye’de ilk defa Avrupa ülkelerinin organik ürün talebi ile başladı. İzmir merkezli olarak başlayan bu hareket hala da daha çok ihracat odaklıdır. Tamamen ticari amaçlı başlayan bu gelişim henüz iç pazarda kendisine doğru dürüst bir yer bulamamıştır. Ülkemizde de dünyaya paralel olarak “endüstriyel organik tarım” diyebileceğimiz daha çok büyük üreticilerce ve hatta şirket çeşitlerine dayanan, monokültür tarzında ve biyoçeşitliliğe önem vermeyen bir üretim biçimi de yavaş yavaş gelişmektedir. Agroekolojik ilkelere pek önem vermeden, büyük tarım ilaçları ve gübre üreticilerince üretilen ve konvansiyonel muadillerinden daha da pahalı ilaç ve gübreler giderek kullanmaya başlanmaktadır. Üreticilere ilk yıllarda verilen primler sıfırlara doğru çekilmeye başlanmıştır. Sertifikasyon da üreticilerin maliyetlerini arttıran önemli bir unsurdur. Bunun ötesinde çiftçiler grup olarak sertifikasyon almaktadırlar. Bu maliyeti düşürüyor olsa da girdi ve pazarlama şirketlerine bağımlılığı arttırmaktadır. Bu haliyle tüketicilerin ödediği göreli yüksek fiyatlar, tüketimin daha çok eğitimli üst gelir gruplarında sıkışmasına yol açmaktadır. Bütün bu gelişmelere karşı yerel tohumlara, sosyal sertifikasyona, şirket ilaç ve gübreleri yerine agroekoloji ilkelerine ve evde, işletmede hazırlanan ilaç ve gübrelere, süpermarketler yerine kooperatifler veya doğrudan pazarlamaya dayanan alternatif arayışlar hem ülkemizde hem de dünyada belirmeye başlamaktadır.

Bir günlük bu çalıştayda akademisyen, üretici, satıcı, kooperatifçi ve profesyoneller olarak bir araya gelerek ülkemizde ve dünyadaki gelişmeleri inceleyerek ülkemiz için sonuçlar çıkarmaya çalışacağız.

Henüz program tam kesinleşmemekle birlikte öğleden önce Türkiye’de bu bağlamda alanda gerçekleşmiş ve çalışmalarına devam eden alternatif uygulamalar kısa sunuşlar halinde dinlenecektir. Bunlar arasında formal bir organik sertifikasına gerek duymadan çiftçileri gruplar halinde örgütleyerek Üniversite çalışanlarına çevre dostu ürünleri aracısız ulaştıran Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi deneyimi, Gönen’de yerel buğday üretiminden ekmek üretimine kadar çevre, çiftçi ve tüketici dostu bir sistem örgütleyen Gönen grubu, çiftçileri örgütleyerek bilge köylü tarımı modelini yaymaya çalışan Üretici Sendikaları grubu ve Bayındır, Dernekli Köyünde permakültür uygulayan Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği ve ekolojik tarımda şirket tarım ilaçları ve ev yapımı ilaçlar konusunda konuşacak olan Ziraat Mühendisi Dr. Füsun Tezcan bulunmaktadır.

12-15 Mayıs 2011 tarihleri arasında İzmir’de organik fuarı da var. Belki bazılarınız ona da katılmak istiyor olabilir. Fuar hakkında bilgi almak için www.ecolgyizmir.com adresine bakabilirsiniz.

Eğer çalıştayımıza katılmak isterseniz lütfen email veya telefonla bildirin

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Sürdülebilir Binalarda Bugün ve Gelecek

SÜRDÜRÜLEBİLİR BİNALARDA BUGÜN VE GELECEK

10-11 Mayıs 2011

Ankara

10-11 Mayıs tarihinde British Council ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü işbirliğinde 10-11 Mayıs Ankara da “Sürdürülebilir Binalarda Bugün ve Gelecek” konulu konferans düzenlenecektir.

Söz konusu konferansta; Ülkemizde Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği ile başlamış olan sürece uluslararası deneyimlerin aktarılması ve bu alandaki fikirler tartışılacaktır.

Bu çerçevede ilk gün, bugünün çalışmalarına ışık tutacak, performans kıyaslama göstergeleri ve izleme metotları konusundaki gelişmeler yerli ve yabancı konuşmacılarla aktarılacaktır.

Diğer taraftan dünyada yakın gelecekte görmeye başlayacağımız sürdürülebilir bina konseptindeki gelişmeler ve öngörülen politikalar Türkiye için yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Bu nedenle konferansın ikinci gününde sürdürülebilir binalar konusunda tanınmış tasarımcıların ve uzmanların sunuşları ile dünyadaki deneyimler ve Türkiye’deki gelişmeler dinleyicilerle paylaşılacaktır.

Tarih: 10 -11 Mayıs 2011

Yer: 10 Mayıs 2011

Eser Yeşil Binası Turan Güneş Bulvarı Cezayir Caddesi 718. Sokak No: 14

Yıldız, 06550 Çankaya Ankara

Yer: 11 Mayıs 2011

İnşaat Mühendisleri Odası

Necatibey Caddesi No:57

Teoman Öztürk toplantı Salonu

Kızılay Ankara

Binanızın enerji verimliliğini test etmek için tıklayın

http://www.britishcouncil.org/turkey-science-current-projects-ministry-public-works.htm

3 Mayıs 2011 Salı

EKO IQ’nun 9. sayısı çıktı!

Türkiye’nin ilk “Yeşil İş ve Yaşam” dergisi EKOIQ’nun Mayıs-Haziran 2011 sayısı çıktı. EKOIQ, dokuzuncu sayısında Fukuşima felaketinden sonra ana dosya olarak nükleer enerji tartışmasını gündemine alıyor. Nükleer enerji gerçekten de küresel ısınmanın panzehiri olabilir mi? Steward Brand, James Lovelock, Amory Lovins, Andrew Winston gibi uzmanlar tartışıyor. Peki, kazalar neden oluyor?

Sürdürülebilir turizmin ilkeleri ilk olarak 1992 Rio Konferansı’nda tanımlanmaya başlandı. İlk zirve ise yirmi yıl sonra 2002 yılında yapıldı. Önümüzdeki yıllarda yeşil turizmin büyük bir patlama yapması bekleniyor. Hazır yaz yaklaşırken EKOIQ Ekoturizm dosyasını okurlarıyla paylaşıyor. Uzun yıllardır birçok yürüyüş yolunun rotasını çizen Ersin Demirel’in deneyimleri ise zihnimizi açıyor.

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.

EKOIQ’nun 9. Sayı (Mayıs-Haziran) İçeriği:

22- Şirketlerin Yeşil Dönüşümü

Sonunda post globalleşme dönemine girdik. Regülasyon, kıtlık, tüketici davranışı ve inovasyon… Yeni iş modellerini ateşleyecek başlıklar artık budur…

28-“Bu İşi Küresel Bireyler Çözecek”

Türkiye’nin en önemli stratejik iletişim ve itibar yönetimi uzmanlarından biri olan Salim Kadıbeşegil, sosyal sorumluluk kavramının bugüne kadar yaşadığımız sosyal sorumsuzluğun açık seçik bir kanıtı olduğunu söylüyor.

36- 2010’un En İyi 6 Yeşil Buluşu

Tarihi 1872’e kadar uzanan Popular Science Dergisi, 2010 yılının yeşil inovasyonlarını inceledi. En iyi 6 yeşil teknolojik icat EKOIQ’da…

41-Fukuşima’dan Sonra: Nükleerin Geçmişi ve Geleceği

Nükleer enerjiyle ilgili tartışmalar bitecek gibi gözükmüyor. Bu arada, dünyada birçok nükleer tesis çalışmaya devam ediyor, yenileri için anlaşmalar yapılıyor. Peki, nükleer enerjinin geleceği var mı?

50-Çocukları Değiştir, Dünya da Değişir

Avrupa Komisyonu’nun öncülüğünde yıllardır birçok Avrupa ülkesinde gerçekleştirilen Avrupa Birliği Sürdürülebilir Enerji Haftası (EUSEW), Santral İstanbul’un organizasyonuyla bu sene Türkiye’de gerçekleştirildi.

56-Yabancı Müşterilerin Sürdürülebilirlik Taleplerine Hazır mıyız?

Büyük firmalar iş süreçlerini sürdürülebilirlik kurallarına göre uyarlamaya karar verdiler. Tedarikçilerden de aynı şeyi bekliyorlar. Peki, Türkiyeli şirketler bu sürece ne kadar hazır?

60-Torunlarımız da Tatil Yapabilsin Diye: Ekoturizm

2002 yılından beri sürdürülebilir turizmin ilkeleri belirlenmeye çalışılıyor. Ama asıl olan kitle turizminin sürdürülebilirlik ilkelerin benimsemesi…

68-Karbondioksite Röveşata

Almanya Bundesliga’da takımlar iklim değişikliğinde bir adım öne geçmek için de mücadele ediyorlar. Başı ise 1. FCV Mainz 05 çekiyor.

72-Araba Değil İnsan Merkezli Ulaşım

World Resource Institute ve Embarq’ın Türkiye ayağı SUM’ın, 6-8 Nisan tarihleri arasında düzenlediği “Sürdürülebilir Ulaşım 2011 Sempozyumu”nda insan merkezli ulaşımın ilkeleri ortaya kondu.

76-Yeşil Bir Ekonomiye Doğru

UNEP tarafından hazırlanan 626 sayfalık “Yeşil Bir Ekonomiye Doğru” başlıklı rapor, tüm sektör yöneticilerinin başucu kaynağı olmalı.

80-“Bisikletle 6 Trilyon Cebimizde Kalabilir!”

Bisikletliler Derneği Genel Başkanı Murat Suyabatmaz, bisikletin bir ulaşım aracı olduğunu topluma ve devlete kabul ettirmeye çalışıyor.

88-Sürdürülebilirlik Raporları Ne İşe Yarıyor?

KPMG ve Futerra’nın küresel çapta hazırladığı “Sürdürülebilirlik Raporları 2010 Anketi” çok çarpıcı sonuçlar içeriyor.

98- Evladiyelik İnsan Yerleşimleri: Permakültür

Kendine yetebilen, dışarıdan enerjiye ihtiyaç duymayan; bütün çıktıları kendi içinde kullanılabilen, dolayısıyla atık üretmeyen sistemler kurmak mümkün müdür? Permakültür, bu soruya “Evet” diye yanıtlıyor.

106- Sürdürülebilir Bir İş Modeli Mümkün mü?

Bugünkü ekonomik sistem daha çevreci bir yöne mi evrilecek yoksa sistem içi iyileştirmelerle uğraşmak sadece zaman kaybı anlamına mı geliyor?

110- Sırt Çantalı Sürdürülebilir Turizm

Sıfır karbon emisyonlu, sağlıklı ve zevkli bir tatil mümkün. Türkiye’de birçok yürüyüş rotasının oluşmasına önayak olan Ersin Demirel anlatıyor.

116-Geri Dönüşüm İçinYeni Çözümler

Atık ve geri dönüşüm uygulamaları için özel olarak tasarlanan 30’un üzerinde makineden oluşan Wastemaster serisiyle hizmet veren SİF JCB İş Makineleri Endüstriyel Ürün Müdür Yardımcısı Ayşegül Çetinel’le birlikte Dönkasan Kâğıt Geri Dönüşüm tesisini ziyaret ettik.

120- “Hidroelektrik Hepsinden Beter”

Prof. Dr. John Harte, uzun yıllardır insan faaliyetlerinin biyoçeşitlilik üzerine etkilerini araştırıyor. Harte, iklim değişikliği ve enerji kaynakları üzerine deneyimlerini EKOIQ ile paylaştı.

124-Kapıdaki Düşman: Nükleer

Greenpeace Akdeniz İletişim Sorumlusu Deniz Sözüdoğru, Rusya ile imzalanan nükleer anlaşma metinin çok önemli sorunlar içerdiğine dikkat çekiyor.

Her Sayıda

Haberler: Ekolojik Eczane Levhası, Havalimanında Geri Dönüşüm Rüzgârı, HES’ler Balıkları da Tehdit Ediyor…

Kitap: “Ekolojik Borç: Küresel Isınma ve Milletlerin Zenginliği”, “Ültimatom”, “Permakültüre Giriş”


29 Nisan 2011 Cuma

Abesle iştigal proje ve gerçekler

Beni bu köşede hep tozların etkileri veya meteoroloji ile ilgili haberler ile tanıdınız. Ama benim asıl uzmanlık alanım deniz bilimleridir. Uzmanlığım da Türk Denizleri özellikle de Marmara Boğazlar ve İstanbul Haliç'i dir. Yani bu konularda uzmanım, konuşabilirim hem de göğsümü gere gere.

Şimdi gelelim en son proje önerisine. Size çok basit dilde anlatayım. Karadeniz'i bir tatlı su havuzu olarak düşünün. Nedeni de basit çünkü bu havuza giren tüm sular (nehir veya yağmur suyu) tatlı su. Peki o zaman Karadeniz neden tatlı su havuzu değil? Çünkü Çanakkale ve İstanbul Boğazı altından gelen ve belirli eşikleri belirli rüzgar koşulları altına aşan tuzlu ve de dolayısı ile yoğun Akdeniz suları Karadeniz’i bugünkü tuzluluk seviyesine getirdi. Geçmişi o kadar da taze ki en son hali 3500 senelik ve bildik tarihi de 12.000 senecik.

Durduk yerde neden Karadeniz havuzu diyorum değil mi? Karadeniz'i az tuzlu bir havuz diye düşünün hem de Akdeniz'den ortalama 30 cm yüksek. İşte bu nedenle bu havuzun fazla suyu Boğazlardan akar durur ama havuza giren su belli ve doğanın açtığı bu kısıtlı musluktan çıkan su belli. Yani Karadeniz havuzunu boşaltan bir musluk vardı. Ama doğanın yarattığı bir musluk ve dengesini ancak son 3500 senedir sürdüren bir musluk.

Şimdi siz bir ikinci musluk takmayı planlıyorsunuz hem de 25 metre derinlikte, yani musluk sadece Karadeniz'in suyunu Marmara'ya akıtabilecek ama alttan girmesi gereken su bu yeni kanala giremeyecek. Doğanın dengeleri bozulacak ve ne olacak?

Ne olur biliyormusunuz, ah keşke bilebilsek.

Ama her ne olursa hiçbir zaman geri dönüşü olmaz, doğal dengeler bozuldu mu geri dönüş maalesef yok.

Akıl mantık basit. Havuza takılı bir musluk vardı şimdi ikinci musluğu takmayı planlıyorsunuz. Eh iyi de havuza gelen su miktarı artmayacak ki. Yani Tuna, Dinyeper Dinyester siz musluk taktınız diye debisini arttırmayacak ki? Diğer bazı kanalları örnek göstermek demek Karadeniz'in Marmara'nın oşinografik gerçeklerini bilmemek demektir. Böyle bir sisteme sahip bir deniz yerkürede yok, sadece bizde ama değerini bilirsek elbette. Ben talebelerime derslerde Marmara'yı anlatırken onu sağlıklı Akdeniz ve sağlıksız Karadeniz'in astımlı doğan çocuğu derim. Yani doğuştan solunum zorluğu çeken bir deniz ve de dikkat edilmesi şart olan bir deniz. Onu kurtaran Karadeniz'den gelen ve jet akım halinde Boğazdan Marmara'ya çıkan ve 25 metrelik üst tabakayı 3 ayda bir değiştiren Karadeniz suyu. O çıkışta öyle harika işler yapıp alt tabakadaki suyu yukarı çekiyor ki sormayın gitsin. Marmara'ya oksijen pompalayan ise Çanakkale'den gelen alt su. Takın bu sisteme tek taraflı bir musluk ve seyreyleyin olacakları. Ben karada olacaklardan bahsetmiyorum denizdekiler benim uzmanlık alanım.

Başka tarafları da var elbette bence bu proje hiçbir zaman yapılamaz çünkü sınır aşan sular gibi sınır aşan deniz bu, debisi ile rejimi ile oynayamazsınız. Şimdi Almanya Avusturya Tuna'üzerinde muazzam bir baraj kursa suyu akıtmasa ne olur. Karadeniz'in felaketi olur. Altta verilen su bütçesi alt üst olur.

Kiminiz bu hoca da her şeyi biliyor demişsinizdir. Ama ben aşağıda verilen ve Marmara Denizinin bütçesini çıkartan ekibin parçasıydım. İstanbul Boğazının altını 4 defa al bayrak rengi kırmızıya boyayan (Rhodamin boyası ile) ekibin başı idim. Yani İstanbul Kanlizasyon Deşarj projesinin gerçekleşmesinde, Haliç'in temizlenmesinde emeğim, alın terim çoktur. Ve de dediklerim doğrudur. Havuza ikinci musluk takarken havuzun daha hızlı boşalacağını da hesaplamalısınız öyle iki mimara ısmarlama ile olmaz bu işler. Keşke iş, en boy yükseklik ve debi ile hallolabilseydi. Ben size hemen şimdiden diyeyim. Karadenizin su rejimini değiştirirseniz size hesap sorarlar daha da dos doğrusu yaptırmazlar. Hani neden boğaza köprü yaparken 64 metre yapmak zorunda kalıyoruz, 50 yapsak neden olmuyorun cevabı gibi. İşte aşağıda Marmara’nın su ve tuz bütçesi, öyle şappadanak ortaya çıkan bir şey değil, kaç kişinin alın teri var ve bu sistemi sürdüren yegane güç Karadenize giren ama sadece Boğazdan çıktığı hesap edilen tatlı su. O da %95 Tuna suyu, yani Tuna'nın debisi bizim için hayati öneme sahip. Siz durduk yerde Karadeniz havuzuna giren tatlı suyun debisini arttırmadan havuzu tek muslukla boşaltmak yerine bir musluk daha takarsanız sistem alt üst olur.

Aslında bunu anlamak için ne bilim adamı olmak gerek ne de alim, basit havuz problemi hani şu ilk okul çocuklarına çözdürülen cinsten.

Saygılarımla,

Prof Dr A. Cemal Saydam

ODTÜ Erdemli Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi(Emekli)

Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi

28 Nisan 2011 Perşembe

Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri


Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam) ve Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü’nün ortaklaşa düzenlediği “Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri” paneli 22 Nisan 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi’nin Beşiktaş kampüsünde gerçekleştirildi. Yaklaşık doksan kişilik katılımla gerçekleşen etkinlikte 7 panelistin konuşmalarının ardından soru-cevap kısmına geçildi ve panel bitiminde de yerel gıdaların paylaşıldığı bir sofra etkinliği düzenlendi.

Çevre Kulübü başkanı Eren Sulaoğlu’nun hoşgeldin konuşmasının ardından Betam araştırma görevlisi Burcu Ertunç panelin çerçevesini çizerek “yerel ekolojik gıda sisteminin” işleyişinin tarafları ve bu tarafların günümüzde hangi ihtiyaçlar, motivasyonlar doğrultusunda bu sisteme girdiğinden bahsetti. Açılış konuşmasında iktisadî ve sosyal olarak yeni bir grubun varlığı konusu ve aralarındaki sosyal mesafe giderek büyüyen çiftçi ile kentlinin güvene dayalı ilişkisi öne çıktı. Yerel ekolojik gıda sistemlerinde bahsi geçen bu yeni grup pasif bir tüketim alışkanlığından vazgeçerek aktif tüketime geçen diğer bir deyişle sağlıklı gıdaların üretimine kat

kıda bulunarak “türetim” yapmış olan kişiler... Konuşmada potansiyel ‘türeticileri’ balkonlarında, apartmanlarının ya da evlerinin bahçelerinde, şehrin çeperlerinde üretime ve paylaşıma davet eden oluşumlardan bahsedildi. Sistemin sadece ekolojik gıda değil yeni bir değer sistemi yaratma gücü de vurgulandı. Konuşmanın sonunda ise üniversitelerin bu alanda hem bilimsel araştırma hem de “türetme” yönünden öncülük yapmaları istendi.

“Yerelliği ve basitliği idrak etmeliyiz”

Slow Food / Fikir Sahibi Damaklar kurucu lideri Defne Koryürek öncelikle insanın basit birer organizmadan ibaret ve dünyanın bir ortağı olduğunu idrak etmesi gerektiğini belirterek konuşmasına başladı. Yerelliği anlamanın önemiyle ilgili ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan lüfer örneğini verdi. Yerelliği ve basitliği özümsemedikten sonra ekonomiler kurmanın sonuç vermeyeceğini belirten Koryürek “Denizimize, havamıza, suyumuza bakmamız gerekiyor; hergün eve satın aldığımız gıdanın miktarına bakmamız gerekiyor; ürettiğimiz çöpün miktarına bakmamız gerekiyor.” dedi

“İki önemli şey yapıyoruz. Kendimizi doyuruyoruz ki bu dünya üzerinde varlığımızı devam etttirelim, uygun bir çift buluyoruz ki türümüzü devam ettirelim. Eğer ikincisi için endüstriyel bir çözüm bulmuyorsak beslenmemize de benzer bir mahremiyet ve özen gösteriyor olmamız gerek” diyen Koryürek çocuklara bu bilgiyi vermekle değişimi başlatabileceğimizi ve çocukların da tükettikl

eri gıdadan nasıl etkilenebileceğini anladıkları zaman ekolojilerine uygun tüketim metodlarını ister istemez geliştireceklerini ifade etti.

Bir Umut Derneği’nden Utkan Yetimoğlu, yaklaşık beş yıldır sürdürdükleri üreticiden tüketiciye ekolojik ürün dayanışma ağını anlattı. Üretici köylüden alınan zeytinlerin İstanbul’da 20 ilçeye dağılmış gönüllülerin desteğiyle yaklaşık 1000 dar gelirli işçi ailesinden oluşan tüketici ağlarına elden dağıtarak ya da eve teslim edildiğini belirtti. Ürünlerin kimyasal kullanılmadan üretilmesi ve üreticiye adil fiyat verilmesi gibi kriterleri gözettiklerini ifade etti.“Ekolojik gıdaya ulaşmak herkesin hakkı”

Yetimoğlu’nun aktardığına göre Marmaris Turunç bölgesinde yaklaşık 20 bin kızılçam ağacını yok edecek maden çıkartma işlemine yapılacak hazırlıkların bal firması tarafınd

an destek görmesi üzerine bölgedeki bal üreticileri firmayla çalışmak yerine Bir Umut’un dayanışma ağına dahil olmuş ve böylece dernek aracılığıyla üreticilerinden alınan bal bir yıldır İstanbul’daki tüketiciye doğrudan ulaşır olmuş. Kent çeperlerindeki arazilerde tarımsal üretim yapılmasını sağlamak amacıyla Avcılar-Firuzköy’de, Emanetçiler Derneği’nden geleneksel tohum temin ederek imece usulü üretim yapmaya başladıklarını belirten Yetimoğlu biraradalığın ve dayanışmanın çoğalmasıyla hayatın daha da kolaylaşacağına inandığını söyledi.

“Köylüyü daha fazla borçlandırmamalıyız”

Toprak Ana’dan Cem Birder sözlerine, yerel ve ekolojik gıda sistemlerinde m

ikro ölçekte sürdürülebililirliği sağlayacak mekanizmaların tarif edilmesi ve bu sistemlerin artıları ve eksileri değerlendirmesinin önemli olduğunu ifade ederek başladı.Makro ölçekte de sorunun köylünün ve şehirlinin nasıl mutlu olmayı hayal ettiği üzerinden tartışılması gerektiğini söyleyen Birder “Köylünün mutluluk anlayışını değiştiriyorsanız, ekolojik ve yerel gıdaya erişim şansınız azalır. Köylünün hayali üretimden aldığı başka bir noktaya geçmekse orada bir sorun vardır. Sosyal ve kültürel değerlerin erozyona uğramamasını sağlamak zorundayız. Bunu nasıl sağlayabiliriz? Ucuzlaştırılmş topraklar el değiştiriyor, köylü borçlanıyor. Devletin ve özel sektörün köylünün borçluğununu arttırmaması gerekiyor. Genç nesil köylerden kopuyor, şehirlere göçüyor. Yerel tohum, biyoçeşitlilik ortadan kalkıyor” diyen Birder bu şartlarda yerel gıda üretiminin devam etme şansının olmadığını savundu.

“Üreticilerin sorunlarını aşmak için kooperatif kurduk”

Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi’nden Berin Ertürk, ekolojik üreticinin pazarlama ve dağıtım gibi sorunları üzerine 2004 yılından bu yana sürdürdükleri tartışmaları 2008 yılında sonlandırdıklarını ve üreticilerden veya üretici adaylarından oluşan bir kooperatif olan Kibele’yi kurduklarını söyledi. İğneada’dan Kars’a, Hatay’a Türkiye’nin her yerinde ekolojik üretim yapan üyeleri olduğunu belirten Ertürk, şu ilkeler çerçevesinde bir araya geldiklerini anlattı.

-Ekolojiye zarar vermeyecek şekilde doğal kaynakları en az tüketerek tarımsam üretim yapmak.

- Üyelerin tarımsal üretimine destek olabilmek, bilgi aktarmak, ürünlerini pazarlamak.

Anadolu’nun zenginliği olan yerel çeşitlerin korunması, geliştirilmesi, yaşamını sürdürmesi ve ıslahı içinçalışmak.

- Genetiği değiştirilmiş, patentli ve hibrit tohum kullanmamak.

Küçük işletmelerin doğa dostu yöntemlerle tarımsal faliyetlerini sürdürmeleri için çaba göstermek.

-Geleneksel olarak üretilen gıdalar beslenme kültürümüzde çok önemli bir yer tutuyor ama maalesef endüstrilemiş gıda sanayi bunun yaşamasına izin veriyor

“Yanlış hayatlar doğru yaşanmaz”

Bayramiç Yeniköy’den Nermin Kaplan, Çanakkale’nin Bayramiç ilçesindeki Yeniköy’de ekolojik-köy girişimi toplantılarında bir araya gelen 8 kişilik bir kollektif olduklarını, 45-50 dönüm tarıma elverişli bir araziyi kullandıklarını ve yerel üretime destek verdiklerini ifade etti. Muratlar köyündeki kadınların salça, bulgur, erişte, ekmek gibi yerel üretimlerini sipariş üzerine tüketicilere ulaştırdıklarını ve üretimlerinde Havran kızılcası, sarı buğday gibi yerel tohumları kullandıklarını belirtti.

Tarımdaki dönüşümü kişisel tarihi üzerinden anlatan Kaplan “Köy kökenliyim, köyde doğdum, üniversiteye gelinceye kadar Muğla-Köyceğiz’de küçük çiftçi bir ailenin yanında yetiştim. 80’lere kadar doğal hayatın ve tarımın çok daha az girdiyle sürdürüldüğü, tohumun üretilen üründen alındığı, ertesi sene onun ekildiği bir süreçti. 83 sonrası ithal tohumlar, kısır tohumlar, GDO’lu tohumlar girmeye başladı. Geleneksel üretim yapan köyler hızla boşalır oldu”dedi. Panelde değinilen küçük dönüşümleri önemli bulan daha büyük değişimler için merkezi politikalar gerekliliğini savundu.

“İstanbul’da 180 kent bahçesinde tarım yapacağız”

Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur kent bahçeciliğinin dünyada son 20-25 yıldır popüler hale geldiğini çeşitli ülkelerden örneklerle anlattı. “Küba'nın başkenti 2,2 milyonluk Havana'da, şehirlilerin tükettiği besin maddelerinin % 80’i kent bahçelerinde üretilmiş. Moskova'da yaşayanların üçte ikisinin kent bahçesi var. Kanada'nın Montreal kentinde geçen yıl kent bahçelerinde 80 ton üretim yapılmış. Şanghay'da 2500 kilometrekarelik alan yine kent bahçesi.” İstanbul’da bu sene 180 bahçede 4 ton sebze üretmeyi hedefledikleri belirten Timur bahçelerde ekilecek geleneksel tohumları çifçitlerden temin edeceklerini, semt toplantıları yaparak insanların ne kadar bahçesi var, neler ekecekler ve diğer ihtiyaçlarının tesbitini yapacaklarını öte yandan ekmeyi, biçmeyi bilmeyenler için bir eğitim düzenleyeceklerini belirtti. Timur, İstanbul’da dar gelirli aileler bütçelerinin %40-60’ını gıdaya harcadıklarını ve bir evin arkasında 30 m2 bahçe varsa ve doğru ekim yapılırsa aileye yetecek kadar üretim yapılabileceğini ifade etti.

Panelin ardından katılımcılardan gelen aşağıdaki sorular çerçevesinde konuşmacılar görüşlerini bildirdiler.

-Kentte hangi suyla tarım yapılabilir?

-“Köylüyü yerinde tutacak” unsurlar nelerdir, bunun için nasıl politika geliştirilmeli?

-Kutu sistemi nasıl işler, küçük çiftçiye katkısı nedir?

-Yerel ekolojik gıda sisteminde üretici tüketici arasındaki sosyal ilişkinin görevi nediri nedir?

-İsyan etmeyen, talep etmeyen toplumda bu hareket nasıl yaratılabilir? Nasıl devam eder?

-Şehir bahçeleri konusunda toplumsal dönüşümü hızlandırmak adına hastaneler, bakımevleri, kimsesiz çocukların kaldığı yerler gibi ya da kamusal alanların bahçelerinde ortak bir çalışma yapılamaz mı?

-Bu sistemlerin sürdürülebilirliği adına önemli bir hedef kitle olan ilk öğretim düzeyindeki çocuklara ne tür projeler yapılıyor?

İlgili web siteleri:

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi: www.betam.bahcesehir.edu.tr

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü: http://on.fb.me/jM3r6V

Slow Food Fikir Sahibi Damaklar: http://www.fikirsahibidamaklar.org/

Toprakana Yerel Ürün Kooperatifi: http://www.toprakana.com.tr/

Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi: berinerturk@gmail.com
Birlikte Umut Derneği Üreticiden Tüketiciye Ürün Dayanışması: utkan.yetimoglu@gmail.com
Bayramiç Yeniköy- http://www.bayramicyenikoy.com Yeryüzü Derneği: http://www.yeryuzudernegi.org/

21 Nisan 2011 Perşembe

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...