28 Nisan 2011 Perşembe

Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri


Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam) ve Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü’nün ortaklaşa düzenlediği “Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri” paneli 22 Nisan 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi’nin Beşiktaş kampüsünde gerçekleştirildi. Yaklaşık doksan kişilik katılımla gerçekleşen etkinlikte 7 panelistin konuşmalarının ardından soru-cevap kısmına geçildi ve panel bitiminde de yerel gıdaların paylaşıldığı bir sofra etkinliği düzenlendi.

Çevre Kulübü başkanı Eren Sulaoğlu’nun hoşgeldin konuşmasının ardından Betam araştırma görevlisi Burcu Ertunç panelin çerçevesini çizerek “yerel ekolojik gıda sisteminin” işleyişinin tarafları ve bu tarafların günümüzde hangi ihtiyaçlar, motivasyonlar doğrultusunda bu sisteme girdiğinden bahsetti. Açılış konuşmasında iktisadî ve sosyal olarak yeni bir grubun varlığı konusu ve aralarındaki sosyal mesafe giderek büyüyen çiftçi ile kentlinin güvene dayalı ilişkisi öne çıktı. Yerel ekolojik gıda sistemlerinde bahsi geçen bu yeni grup pasif bir tüketim alışkanlığından vazgeçerek aktif tüketime geçen diğer bir deyişle sağlıklı gıdaların üretimine kat

kıda bulunarak “türetim” yapmış olan kişiler... Konuşmada potansiyel ‘türeticileri’ balkonlarında, apartmanlarının ya da evlerinin bahçelerinde, şehrin çeperlerinde üretime ve paylaşıma davet eden oluşumlardan bahsedildi. Sistemin sadece ekolojik gıda değil yeni bir değer sistemi yaratma gücü de vurgulandı. Konuşmanın sonunda ise üniversitelerin bu alanda hem bilimsel araştırma hem de “türetme” yönünden öncülük yapmaları istendi.

“Yerelliği ve basitliği idrak etmeliyiz”

Slow Food / Fikir Sahibi Damaklar kurucu lideri Defne Koryürek öncelikle insanın basit birer organizmadan ibaret ve dünyanın bir ortağı olduğunu idrak etmesi gerektiğini belirterek konuşmasına başladı. Yerelliği anlamanın önemiyle ilgili ise yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan lüfer örneğini verdi. Yerelliği ve basitliği özümsemedikten sonra ekonomiler kurmanın sonuç vermeyeceğini belirten Koryürek “Denizimize, havamıza, suyumuza bakmamız gerekiyor; hergün eve satın aldığımız gıdanın miktarına bakmamız gerekiyor; ürettiğimiz çöpün miktarına bakmamız gerekiyor.” dedi

“İki önemli şey yapıyoruz. Kendimizi doyuruyoruz ki bu dünya üzerinde varlığımızı devam etttirelim, uygun bir çift buluyoruz ki türümüzü devam ettirelim. Eğer ikincisi için endüstriyel bir çözüm bulmuyorsak beslenmemize de benzer bir mahremiyet ve özen gösteriyor olmamız gerek” diyen Koryürek çocuklara bu bilgiyi vermekle değişimi başlatabileceğimizi ve çocukların da tükettikl

eri gıdadan nasıl etkilenebileceğini anladıkları zaman ekolojilerine uygun tüketim metodlarını ister istemez geliştireceklerini ifade etti.

Bir Umut Derneği’nden Utkan Yetimoğlu, yaklaşık beş yıldır sürdürdükleri üreticiden tüketiciye ekolojik ürün dayanışma ağını anlattı. Üretici köylüden alınan zeytinlerin İstanbul’da 20 ilçeye dağılmış gönüllülerin desteğiyle yaklaşık 1000 dar gelirli işçi ailesinden oluşan tüketici ağlarına elden dağıtarak ya da eve teslim edildiğini belirtti. Ürünlerin kimyasal kullanılmadan üretilmesi ve üreticiye adil fiyat verilmesi gibi kriterleri gözettiklerini ifade etti.“Ekolojik gıdaya ulaşmak herkesin hakkı”

Yetimoğlu’nun aktardığına göre Marmaris Turunç bölgesinde yaklaşık 20 bin kızılçam ağacını yok edecek maden çıkartma işlemine yapılacak hazırlıkların bal firması tarafınd

an destek görmesi üzerine bölgedeki bal üreticileri firmayla çalışmak yerine Bir Umut’un dayanışma ağına dahil olmuş ve böylece dernek aracılığıyla üreticilerinden alınan bal bir yıldır İstanbul’daki tüketiciye doğrudan ulaşır olmuş. Kent çeperlerindeki arazilerde tarımsal üretim yapılmasını sağlamak amacıyla Avcılar-Firuzköy’de, Emanetçiler Derneği’nden geleneksel tohum temin ederek imece usulü üretim yapmaya başladıklarını belirten Yetimoğlu biraradalığın ve dayanışmanın çoğalmasıyla hayatın daha da kolaylaşacağına inandığını söyledi.

“Köylüyü daha fazla borçlandırmamalıyız”

Toprak Ana’dan Cem Birder sözlerine, yerel ve ekolojik gıda sistemlerinde m

ikro ölçekte sürdürülebililirliği sağlayacak mekanizmaların tarif edilmesi ve bu sistemlerin artıları ve eksileri değerlendirmesinin önemli olduğunu ifade ederek başladı.Makro ölçekte de sorunun köylünün ve şehirlinin nasıl mutlu olmayı hayal ettiği üzerinden tartışılması gerektiğini söyleyen Birder “Köylünün mutluluk anlayışını değiştiriyorsanız, ekolojik ve yerel gıdaya erişim şansınız azalır. Köylünün hayali üretimden aldığı başka bir noktaya geçmekse orada bir sorun vardır. Sosyal ve kültürel değerlerin erozyona uğramamasını sağlamak zorundayız. Bunu nasıl sağlayabiliriz? Ucuzlaştırılmş topraklar el değiştiriyor, köylü borçlanıyor. Devletin ve özel sektörün köylünün borçluğununu arttırmaması gerekiyor. Genç nesil köylerden kopuyor, şehirlere göçüyor. Yerel tohum, biyoçeşitlilik ortadan kalkıyor” diyen Birder bu şartlarda yerel gıda üretiminin devam etme şansının olmadığını savundu.

“Üreticilerin sorunlarını aşmak için kooperatif kurduk”

Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi’nden Berin Ertürk, ekolojik üreticinin pazarlama ve dağıtım gibi sorunları üzerine 2004 yılından bu yana sürdürdükleri tartışmaları 2008 yılında sonlandırdıklarını ve üreticilerden veya üretici adaylarından oluşan bir kooperatif olan Kibele’yi kurduklarını söyledi. İğneada’dan Kars’a, Hatay’a Türkiye’nin her yerinde ekolojik üretim yapan üyeleri olduğunu belirten Ertürk, şu ilkeler çerçevesinde bir araya geldiklerini anlattı.

-Ekolojiye zarar vermeyecek şekilde doğal kaynakları en az tüketerek tarımsam üretim yapmak.

- Üyelerin tarımsal üretimine destek olabilmek, bilgi aktarmak, ürünlerini pazarlamak.

Anadolu’nun zenginliği olan yerel çeşitlerin korunması, geliştirilmesi, yaşamını sürdürmesi ve ıslahı içinçalışmak.

- Genetiği değiştirilmiş, patentli ve hibrit tohum kullanmamak.

Küçük işletmelerin doğa dostu yöntemlerle tarımsal faliyetlerini sürdürmeleri için çaba göstermek.

-Geleneksel olarak üretilen gıdalar beslenme kültürümüzde çok önemli bir yer tutuyor ama maalesef endüstrilemiş gıda sanayi bunun yaşamasına izin veriyor

“Yanlış hayatlar doğru yaşanmaz”

Bayramiç Yeniköy’den Nermin Kaplan, Çanakkale’nin Bayramiç ilçesindeki Yeniköy’de ekolojik-köy girişimi toplantılarında bir araya gelen 8 kişilik bir kollektif olduklarını, 45-50 dönüm tarıma elverişli bir araziyi kullandıklarını ve yerel üretime destek verdiklerini ifade etti. Muratlar köyündeki kadınların salça, bulgur, erişte, ekmek gibi yerel üretimlerini sipariş üzerine tüketicilere ulaştırdıklarını ve üretimlerinde Havran kızılcası, sarı buğday gibi yerel tohumları kullandıklarını belirtti.

Tarımdaki dönüşümü kişisel tarihi üzerinden anlatan Kaplan “Köy kökenliyim, köyde doğdum, üniversiteye gelinceye kadar Muğla-Köyceğiz’de küçük çiftçi bir ailenin yanında yetiştim. 80’lere kadar doğal hayatın ve tarımın çok daha az girdiyle sürdürüldüğü, tohumun üretilen üründen alındığı, ertesi sene onun ekildiği bir süreçti. 83 sonrası ithal tohumlar, kısır tohumlar, GDO’lu tohumlar girmeye başladı. Geleneksel üretim yapan köyler hızla boşalır oldu”dedi. Panelde değinilen küçük dönüşümleri önemli bulan daha büyük değişimler için merkezi politikalar gerekliliğini savundu.

“İstanbul’da 180 kent bahçesinde tarım yapacağız”

Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur kent bahçeciliğinin dünyada son 20-25 yıldır popüler hale geldiğini çeşitli ülkelerden örneklerle anlattı. “Küba'nın başkenti 2,2 milyonluk Havana'da, şehirlilerin tükettiği besin maddelerinin % 80’i kent bahçelerinde üretilmiş. Moskova'da yaşayanların üçte ikisinin kent bahçesi var. Kanada'nın Montreal kentinde geçen yıl kent bahçelerinde 80 ton üretim yapılmış. Şanghay'da 2500 kilometrekarelik alan yine kent bahçesi.” İstanbul’da bu sene 180 bahçede 4 ton sebze üretmeyi hedefledikleri belirten Timur bahçelerde ekilecek geleneksel tohumları çifçitlerden temin edeceklerini, semt toplantıları yaparak insanların ne kadar bahçesi var, neler ekecekler ve diğer ihtiyaçlarının tesbitini yapacaklarını öte yandan ekmeyi, biçmeyi bilmeyenler için bir eğitim düzenleyeceklerini belirtti. Timur, İstanbul’da dar gelirli aileler bütçelerinin %40-60’ını gıdaya harcadıklarını ve bir evin arkasında 30 m2 bahçe varsa ve doğru ekim yapılırsa aileye yetecek kadar üretim yapılabileceğini ifade etti.

Panelin ardından katılımcılardan gelen aşağıdaki sorular çerçevesinde konuşmacılar görüşlerini bildirdiler.

-Kentte hangi suyla tarım yapılabilir?

-“Köylüyü yerinde tutacak” unsurlar nelerdir, bunun için nasıl politika geliştirilmeli?

-Kutu sistemi nasıl işler, küçük çiftçiye katkısı nedir?

-Yerel ekolojik gıda sisteminde üretici tüketici arasındaki sosyal ilişkinin görevi nediri nedir?

-İsyan etmeyen, talep etmeyen toplumda bu hareket nasıl yaratılabilir? Nasıl devam eder?

-Şehir bahçeleri konusunda toplumsal dönüşümü hızlandırmak adına hastaneler, bakımevleri, kimsesiz çocukların kaldığı yerler gibi ya da kamusal alanların bahçelerinde ortak bir çalışma yapılamaz mı?

-Bu sistemlerin sürdürülebilirliği adına önemli bir hedef kitle olan ilk öğretim düzeyindeki çocuklara ne tür projeler yapılıyor?

İlgili web siteleri:

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi: www.betam.bahcesehir.edu.tr

Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü: http://on.fb.me/jM3r6V

Slow Food Fikir Sahibi Damaklar: http://www.fikirsahibidamaklar.org/

Toprakana Yerel Ürün Kooperatifi: http://www.toprakana.com.tr/

Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi: berinerturk@gmail.com
Birlikte Umut Derneği Üreticiden Tüketiciye Ürün Dayanışması: utkan.yetimoglu@gmail.com
Bayramiç Yeniköy- http://www.bayramicyenikoy.com Yeryüzü Derneği: http://www.yeryuzudernegi.org/

21 Nisan 2011 Perşembe

20 Nisan 2011 Çarşamba

Gri Su Geri Kazanım Sistemi

Her geçen gün dünya ve ülkemizde su sıkıntısı artmaktadır. Su sıkıntısını en aza indirmemizin yollarından öncelikli olanı elimizdeki doğal su kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılmasından geçmektedir. Suyumuzu verimli kullanmanın en basit ve en etkili yolu, evlerimizde kullandığımız suları içme suyu ve içme suyu kalitesinde olmayan sular diye sınıflandırmaktır. Bu sayede içme suyu kalitesinde olmasına gerek olmayan suları geri kazanılmış sulardan kullanarak içme suyu tüketim oranımızı yarı yarıya azaltabiliriz. İçme suyu kalitesinde olmayan sulara örnek olarak tuvalet rezervuarları, çamaşır yıkama, bahçe sulama ve araba yıkama gibi genel temizlik işlerini gösterebiliriz.Suyun arıtılıp tekrar kullanılmasıyla ilgili bugüne kadar yapılan
çalışmalarda çeşitli teknolojiler kullanılmış ve en iyi teknolojinin membran biyoraktör (MBR) yöntemi olduğu ispatlanmıştır. Bu konuda ödül almış gri su geri kazanım sistemleri bulunmaktadır.

Gri su nedir?

Gri su, siyah su (tuvalet suyu) haricinde bir evden boşaltılan atık suların genel adıdır, yani duştan, küvetten, lavabodan, mutfaktan, bulaşık ve çamaşır makinesinden gelen sulardır. Gri su sabun, şampuan, diş macunu, yiyecek parçaları, pişirme yağı, deterjan ve saç gibi maddeleri içerir. Gri su evsel atık sular içinde en büyük orana sahiptir. Genellikle evsel atık suyun %50 – %80 ’i gri sudur.

Şekil. 1: Başlıca gri su kaynakları

Gri su geri kazanımının faydaları

Kullanım suyu olarak yüksek kaliteli içme suyunu kullanmak yerine, içme suyu kalitesinde olmayan arıtılmış gri su kullanarak içme suyu kullanım miktarımızı azaltırız ve böylece doğal su kaynaklarımızın korunmasına yardımcı olmuş oluruz.

• Yerinde arıtımı yapılan gri su ile kanalizasyona verilen atık su miktarı azalacağı için belediyeler tarafından yapılan ve yüksek fiyatlara maal olan arıtma sistemlerinin hacmi azalacaktır ve yatırım maliyetleri düşecektir.

• Gri su geri kaz

anım sistemleri içme suyu kullanım oranlarını azalttığı için şebeke suyu dağıtım maliyetlerinin de azalmasına sebep olacaktır.

• Gri su özellikle kurak bölgelerde bahçe sulama ve bitki yetiştirmek için değerli bir su kaynağıdır.

• Gri su, siyah sudan çok daha az miktarda Azot içerir. Atık suda bulunan Azot

un %90’ı siyah sudan gelir. Azot ise kirletme etkisi en ciddi ve sudan en ayrışması zor maddedir. Bundan dolayı gri suyun arıtılması siyah suya göre çok daha hızlı ve kolaydır.

• Gri su sulama suyu olarak kullanıldığında iyi bir gübre kaynağı ve besleyici su olma özelliği de taşır.

Tasarruf Potansiyeli

Gri su geri kazanımı konutlarda %50’ye varan oranlarda su tasarruf sağlar. Bu oran otel, yurt gibi ticari işletmelerde %60’ın üzerine çıkmaktadır. Binalarda kullanım suyu olarak arıtılmış gri suyun kullanılması su faturalarının fiyatlarının da %50’ye varan oranlarda düşmesine sebep olacaktır. Bu sırayla şebeke suyu dağıtım sisteminin yoğunluğunu azaltacak ve atık su miktarımızı da azalacaktır.

Çevresel Faydaları

Gri su sistemleri atıksu oluşumunun miktarını azaltmasına ek olarak doğal içme suyu kaynaklarımızı da korumamızı sağlar. Gri su siyah suya göre daha kolay ve hızlı bir şekilde arıtıldığı için gri su geri kazanım sistemleri klasik arıtma sistemlerine oranla daha az enerji tüketirler. Genel olarak düşük enerji sistemleri yüksek enerji harcayan sistemlere tercih edilmelidir. Ayrıca gri su geri kazanım sistemleri gri suyun bileşiğinden dolayı düşük seviyede karbon gazını atmosfere verir.

Ekonomik yönden değerlendirilmesi

Bireysel gri su geri kazanım sistemleri, basit ekipmanlardan oluşabileceği gibi yüksek teknolojiye sahip çok yüksek kalitede kullanım suyu sağlayan farklı metotlardan oluşabilmektedir. Depolama, ince filtrasyon, biyolojik arıtma, membrane filtrelerden süzme gibi işlemlerden geçirilen gri su yüksek kaliteli kullanım suyu olarak tuvalet rezervuarlarında, bahçe sulamada, çamaşır yıkama

da ve araba yıkama gibi kaba temizlik işlerinde kullanıldığında büyük ölçüde tasarruf sağlanılmasına katkıda bulunur.

Kalitesi İspatlanmış Arıtma Teknolojisi

Membran biyoreaktörler gelişmiş aktif çamur yöntemleri olarak nitelendirilir. Membranlardaki mikro gözenekler sayesinde katı sıvı ayrımı ileri seviyede yapıldığı için ikincil bir temizleme prosedürüne gerek duyulmamaktadır. Sistem, bir ön arıtma deposu ve MBR deposundan oluşmaktadır. Sistemin çalışma prensibi kısaca şöyledir, ön arıtma deposuna alınan su biyolojik olarak arıtıldıktan sonra gri su bakterisiz atık su elde etmek için özel vakumlama tekniği ile membran filtrelerden süzülerek partiküllerden, mikroplardan, bakterilerden ve virüslerden arındırılır. Membran biyoreaktör sisteminden elde edilen suyun kalitesi diğer sistemlere göre çok daha yüksektir. Ayrıca MBR sistemleri geleneksel arıtma sistemlerine göre daha kısa sürede arıtma işlemini gerçekleştirdiğinden dolayı sistem için daha küçük yere ihtiyaç duyulmaktadır.










Arıtılmış Suyun Kalitesi

Parametreler

Birim

Sonuç

BOİ

mg/L

< 5

KOİ

mg/L

< 30

AKM

mg/L

< 1

Bulanıklık

NTU

< 1

e-koli

1/100mL

Bulunamadı

Koliformlar

1/100mL

< 1

Virüslerin Engellenmesi

%

99,9999


Yazı:Nuray Oruçtut

14 Nisan 2011 Perşembe

Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri

Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri Paneli

Organik Tarım konusunu geniş kapsamlı ele alan ilk üniversite olan Bahçeşehir Üniversitesi bu kez de “Yerel, Ekolojik Gıda Sistemleri”nin toplumsal, ekonomik ve ekolojik yönlerini masaya yatırıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü’nün düzenleyeceği etkinlikte doğa, insan ve hayvanların refahı için yüksek standartları benimseyen, yerel ekonomileri destekleyen ve üretici ile tüketici arasında dolaysız ilişkiyi destekleyen “Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri”ni üreticiler ve tüketiciler beraber tartışacak. Kent Bahçeciliği, Balkon Tarımı, “Köyden” ekolojik beslenme gibi alternatif gıda sistemlerinin de masaya yatırılacağı etkinlik 22 Nisan 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00’da başlayacak panelde konuşmacılar:

Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur (İstanbul)

Kibele Kooperatifi’nden Berin Ertürk (Adapazarı)

Toprak Ana’dan Cem Birder (Çanakkale)

Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek

Bir Başka Gıda Mümkün Girişimi’nden Kadir Dadan (Balıkesir/Ocaklar)

Bayramiç Yeniköy’den Mustafa Ülgen (Çanakkale)

Bir Umut Derneği’nden Utkan Yetimoğlu ( İstanbul)

Tarih: 22 Nisan 2011

Saat: 13:00

Yer Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Salon A.203

Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL

Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.

www.bahcesehir.edu.tr

8 Nisan 2011 Cuma

Permakültüre Giriş

PERMAKÜLTÜRE GİRİŞ

Yazar: Bill Mollison
Çeviren: Egemen Özkan

Karton kapak, Munken kağıt, iplik dikiş, 18x26 cm, 279 sayfa, 30 TL

Ben Tazmanya’da küçük bir köyde büyüdüm ve 28 yaşına kadar bir rüyada yaşadım. Vaktimin çoğunluğu ormanda ya da denizde geçti. Geçimim için balık tuttum ya da avlandım. 1950’lere kadar içinde yaşadığım sistemin kaybolmakta olduğunu fark etmemiştim. Önce balık sürüleri azalmaya başladı, sonra sahil şeridindeki deniz yosunları seyreldi ve geniş orman alanları ölmeye başladı. Bunun üzerine akademideki görevimi bırakarak bizi ve etrafımızdaki dünyayı öldürdüğünü gördüğüm siyasal ve endüstriyel sistemleri protesto etmeye başladım. Fakat kısa süre sonra hiçbirşey elde edilemeyen başkaldırılarda ısrarcı olmanın işe yaramadığını gördüm. İki yıl boyunca toplumdan uzaklaştım; bir daha asla herhangi bir şeye karşı koymakla vaktimi harcamak istemiyordum. Tek istediğim, biyolojik sistemleri topyekun çökertmeden var olmamızı sağlayabilecek olumlu bir şeylerle geri dönmekti.

1974’te David Holmgren’le birlikte çok yıllık ağaçların, çalıların, bitkilerin, mantarların ve kök sistemlerinin çok yönlü verimine dayalı, permakültür ismini verdiğim sürdürülebilir bir tarım sistemi taslağı geliştirdik.“

Permakültür, doğal sistemlerin gözlemine, geleneksel tarım yöntemlerinin içerdiği erdeme ve modern, bilimsel, teknolojik bilgiye dayanan bir tasarım sistemidir. Permakültürün amacı sürdürülebilir insan yerleşimleri oluşturmak, yani kendi ihtiyaçlarını karşılayan, çevresini sömürmeyen ve kirletmeyen, uzun vadeli, ekolojik anlamda sağlıklı ve ekonomik olarak da uygulanabilir sistemler yaratmaktır.

İnsanlığa permakültür fikrini hediye eden Bill Mollison, 1970’lerde yayımlandığı anda bir kült kitaba dönüşen Permakültüre Giriş’te doğayla birlikte çalışmanın felsefesini ve yöntemlerini anlatıyor.

En çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda...

Sinek Sekiz Yayınevi

Sürdürülebilir Yaşam Kitapları

www.sineksekiz.com

1 Nisan 2011 Cuma

31 Mart 2011 Perşembe

Ekolojik Mimari ve Doğal Yapı Atölyesi

Amerikalı iki uzman eğitmenin – Janell Kapoor ve 2009′da ülkemizde iki permakültür eğitimi vermiş olan Penny Livingston Stark – yöneteceği atölye çalışması 4-11 Haziran 2011′de Kazdağı’nda Bayramiçyeniköy (http://bayramicyenikoy.blogspot.com/) girişiminin ekolojik yerleşiminde gerçekleşecek.

Bu atölyenin amacı Türkiye’de hali hazırda var olan ekolojik mimari yaklaşımların yanısıra tüm dünyada kullanılan bazı temel tekniklerin paylaşılması ve Türkiye’de pratik ve uygulamalı, işbirliği ve imeceye dayanan bir ekolojik mimari hareketinin ve topluluğunun temellerinin atılması…

Uygulamalı ve Türkçe çeviri ile gerçekleşecek olan atölyemiz, ekolojik mimari ve doğal yapı tekniklerine genel bir giriş, tasarım, doğal inşaat materyallerini avantajları ve dezavantajlarıyla tanıma ve temel, duvar, sıva, rötuşlarla ilgili ekolojik yöntemleri kapsıyor.

Daha detaylı bilgi için lütfen davetiyeye ve kayıt formuna bir göz atın:


Eğer siz de seveceğiniz ve sizi sevecek bir ev ya da yapılar yapmayı öğrenmek ya da en azından ekolojik mimari ile ilgili bilgi ve deneyim sahibi olmak istiyorsanız, bu atölye çalışması sizin için!

Sorularınız ve kayıt için Filiz Telek’le iletişim kurabilirsiniz: filizatbaraka@gmail.com

18 Mart 2011 Cuma

Ekolojik Anayasa İstiyoruz

Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu aşikar. Uzun yıllar anayasanın sivil, sosyal, özgürlükçü olması gerektiği vurgulandı. EKolojik krizlerin arttığı bir dünyada anayasalara doğa-insan ilişkisinin girmemesi düşünülemez. Nitekim bir çok ülkenin anayasasında ekolojik ilkeler yer almaya başladı. Doğanın haklarının tanımlayan , gezegenin kuşaklararası bir emanet olduğunu belirten anayasalar çoğalıyor. Örnek vermek gerekirse Toprak Ananın Hakları Evrensel Beyannamesi, Halkların İklim Değişikliği Bildirgesi, Afrika Halkları Haklar Bildirgesi, Latin Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolü, Ekvator Anayasası, Karadağ Anayasası, Portekiz Anayasası'nı sayabiliriz. Türkiye'deki anayasa tartışmalarına da bu gelişmelerden bağımsız yürütmek anlamlı olmayacaktı ve çağrıcılarından biri olduğum Ekolojik Anayasa Girişimi bu ihtiyaca cevap vermek için kuruldu. Yeşiller Partisi'nin çağrısıyla bir araya geldik ve ekolojik anayasanın temel ilkelerini ortaya koymak için 19 Şubat 2011'de bir atölye çalışması yaptık. Atölyede çalışmasının sonuç bildirgesini ve ekolojik anayasa için çağrıyı http://ekolojikanayasa.org/ adresinde bulabilirsiniz. Ekolojik anayasada benim de tuzum olsun diyenleri önümüzdeki günlerde düzenlenecek olan hazırlık toplantılarına ve 22 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenecek Ekolojij Anayasa Konferansı'na bekliyoruz. Görüş ve önerilerinizi Ekolojik Anayasa Girişimi sekretaryasına (ekolojikanayasa@gmail.com) iletebilir ya da http://ekolojikanayasa.org adresinden doğrudan yorum olarak girebilirsiniz.

14 Mart 2011 Pazartesi

HES’lere Karşı Derelerin Kardeşliği



Derelerin Kardeşliği Platformu, Fındıklı Dereleri Koruma Platformu,Ardanuç, Su Meclisi, Munzur Koruma Kurulu, Alakır Nehri Kardeşliği, Solaklı Deresi Özgür Aksın Platformu,

Loç Vadisi, Koruma Platformu, Türkiye Su Meclisi, Yuvarlakçay'ı Koruma Platformu... Anadolu'da içlerinde dere, kardeşlik,platform sözleri geçen irili ufaklı onlarca yurttaş insiyatifi boşuna kurulmuyor çünkü Türkiye'de yapılması planlanan 1700 HES projesiyle su varlıkları 49 yıllığına şirketlere devrediliyor.

Mahmut Hamsici’nin Dereler ve İsyanlar kitabı HES'lerin yarattığı çevre tahribatını, şirketlerin pervasızlığını, hukukun işlemezliğini ve tüm bunlar karşısında doğayı korumak için girişilen dayanışmacı mücadeleyi anlatıyor. Hamsici, HES yapılan ya da yapılması planlanan bölgelere gidip yurttaşların gözünden Hint yazar Arundhati Roy'un deyimiyle eko-kırımı teşhir etmek istemiş. Maalesef bunda ba

şarılı olmuş. Maalesef diyoruz çünkü son iki yıldır basından izlediğimizin çok ötesinde bir çevresel tahribat ve sosyal parçalanma yaşandığını kitabında yansıtmış. Onlarca ile ve ilçede ÇED toplantılarına, HES şantiyelerine, mitinglere, ev ve esnaf toplantılarına giden Hamsici'nin üst düzey bürokratlarla görüşme talebi ise geri çevrilmiş.Türkiye'nin artan enerji ihtiyacını karşılayacak yatırımlar olarak sunulan HES projeleri, tüm dünyada su varlıklarının özelleştirilmesi ve piyas

allaştırılması sürecinin bir parçası. Ayrıca enerji politikasızlığının bir sonucu olarak rant aracına dönüşen HES projeleri yarattığı tahribata bakılmaksızın yenilenebilir enerji

olduğu için destekleniyor ve karşı çıkanların çevreciliği sorgulanabiliyor. Enerji kısmı bir yana bu projeler, istihdam yaratılacak söyleminin de bir parçası olarak öne sürülüyorlar. Bu söylem ilk anlarda HES yapılacak bölgede olumlu karşılanabiliyor ve işsizlikten muzdarip bölgelerde kabul görmesi kolaylaşıyor. Ne zaman ki tahribat başlıyor ve istihdamın sağlanamayacağı anlaşılıyor yöre halkı karşı durmaya başlıyor. Geçimini tarımdan, hayvancılıktan, turizmden sağlayan insanların ekonomik ve sosyal yaşamları hiçe sayılıp, deyim yerindeyse Google Earth üzerinden bakarak bir dereye 8 HES kurulması planlanabiliyor. Şirketler de havuç ve sopaları aynı anda gösteriyor. Bir yandan istihdam yaratacağız, bedava su vereceğiz, köy yolunu/okulunu yaptıracağız, öğrencilere burs vereceğiz denilirken diğer yandan yeşil kartların iptali tehdidi, özel güvenlik terörü, web sitelerinin hosting firma baskısıyla kapatılması, köylülerin ve çevre aktivistlerinin fişlenmesi söz konusu olabiliyor.

Su varlıklarını metalaştırmaya yöneli

k girişimlerin karşısında ortaya çıkan kardeşleşme belki de süreç içerisindeki olumlu yönlerden biri. Hamsici bu mücadelede “Farklı etnik, inançsal, yöresel aidiyetleri, siyasal yönelimleri olan yurttaşların hak arama mücadelesi temelinde kenetlenmesinin ve yeni bir demokrasi kültürünün filizlenmesinin" işaretlerini görüyor. (s: 42). Coğrafi olarak yakın olmalarında rağmen kapalı toplumlar olarak yaşayan köyler arasında HES’lere karşı iletişim kurulmuş, işbirliğine gidilmiş. Örneğin Düzce Hendek’te “Rizeliler’in köyleri, Trabzon’un köyleri, Orduluları’ın köylüleri. Bırakalım dostluğu herhangi bir iletişimleri dahi olmamış. Ancak tarihlerinde ilk kez sularını korumak için bu köyler arasında iletişim kurulmuş.”(s. 39). Munzur ile Karadeniz’in kader birliğine değinilmiş ve “Karadeniz dardaysa biz de isyandayız, biz dardaysak Karadeniz İsyanda” demiş Dersimliler. Farklı kültürlerin sembolleri de mitinglerde öne çıkar olmuş. Loç Vadisi’nin sarı yazması,

Karadeniz’in kemençesi, Munzur’un halayı bir araya gelmiş. Ayrıca Rize/Fındıklı ve Artvin/Şavşat’ta 1980 sonrasının ilk kitlesel mitingleri düzenlenmiş ve Tunceli’deki baraj protestosu Tunceli tarihinin en büyük mitingi olarak kayda geçmiş.

Anadolu’nun türkülerini değiş

tirecek ölçüde yıkıcı HES projelerinin karşısında “Ha suyumuz ha canımız” diyerek duranların mücadelesini anlatan bu kitap suyumuzu, doğamızı ve geleceğimizi korumanın zor ama elzem olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.Yıllar sonra bu kitaba tekrar baktığımızda yaşamın mı yıkımın mı galip geldiğini, kimlerin yaşamdan kimlerin yıkımdan yana durduğunu daha iyi göreceğiz.

Barış Gençer Baykan

Dereler ve İsyanlar

Mahmut Hamsici

Nota Bene Yayınları

2010

Fiyat 15 TL




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...