14 Nisan 2011 Perşembe

Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri

Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri Paneli

Organik Tarım konusunu geniş kapsamlı ele alan ilk üniversite olan Bahçeşehir Üniversitesi bu kez de “Yerel, Ekolojik Gıda Sistemleri”nin toplumsal, ekonomik ve ekolojik yönlerini masaya yatırıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Çevre Kulübü’nün düzenleyeceği etkinlikte doğa, insan ve hayvanların refahı için yüksek standartları benimseyen, yerel ekonomileri destekleyen ve üretici ile tüketici arasında dolaysız ilişkiyi destekleyen “Yerel ve Ekolojik Gıda Sistemleri”ni üreticiler ve tüketiciler beraber tartışacak. Kent Bahçeciliği, Balkon Tarımı, “Köyden” ekolojik beslenme gibi alternatif gıda sistemlerinin de masaya yatırılacağı etkinlik 22 Nisan 2011 Cuma günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Saat 13:00’da başlayacak panelde konuşmacılar:

Yeryüzü Derneği’nden Aytaç Tolga Timur (İstanbul)

Kibele Kooperatifi’nden Berin Ertürk (Adapazarı)

Toprak Ana’dan Cem Birder (Çanakkale)

Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar’dan Defne Koryürek

Bir Başka Gıda Mümkün Girişimi’nden Kadir Dadan (Balıkesir/Ocaklar)

Bayramiç Yeniköy’den Mustafa Ülgen (Çanakkale)

Bir Umut Derneği’nden Utkan Yetimoğlu ( İstanbul)

Tarih: 22 Nisan 2011

Saat: 13:00

Yer Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü. Salon A.203

Çırağan Caddesi, Beşiktaş / İSTANBUL

Katılım ücretsiz olup herkese açıktır.

www.bahcesehir.edu.tr

8 Nisan 2011 Cuma

Permakültüre Giriş

PERMAKÜLTÜRE GİRİŞ

Yazar: Bill Mollison
Çeviren: Egemen Özkan

Karton kapak, Munken kağıt, iplik dikiş, 18x26 cm, 279 sayfa, 30 TL

Ben Tazmanya’da küçük bir köyde büyüdüm ve 28 yaşına kadar bir rüyada yaşadım. Vaktimin çoğunluğu ormanda ya da denizde geçti. Geçimim için balık tuttum ya da avlandım. 1950’lere kadar içinde yaşadığım sistemin kaybolmakta olduğunu fark etmemiştim. Önce balık sürüleri azalmaya başladı, sonra sahil şeridindeki deniz yosunları seyreldi ve geniş orman alanları ölmeye başladı. Bunun üzerine akademideki görevimi bırakarak bizi ve etrafımızdaki dünyayı öldürdüğünü gördüğüm siyasal ve endüstriyel sistemleri protesto etmeye başladım. Fakat kısa süre sonra hiçbirşey elde edilemeyen başkaldırılarda ısrarcı olmanın işe yaramadığını gördüm. İki yıl boyunca toplumdan uzaklaştım; bir daha asla herhangi bir şeye karşı koymakla vaktimi harcamak istemiyordum. Tek istediğim, biyolojik sistemleri topyekun çökertmeden var olmamızı sağlayabilecek olumlu bir şeylerle geri dönmekti.

1974’te David Holmgren’le birlikte çok yıllık ağaçların, çalıların, bitkilerin, mantarların ve kök sistemlerinin çok yönlü verimine dayalı, permakültür ismini verdiğim sürdürülebilir bir tarım sistemi taslağı geliştirdik.“

Permakültür, doğal sistemlerin gözlemine, geleneksel tarım yöntemlerinin içerdiği erdeme ve modern, bilimsel, teknolojik bilgiye dayanan bir tasarım sistemidir. Permakültürün amacı sürdürülebilir insan yerleşimleri oluşturmak, yani kendi ihtiyaçlarını karşılayan, çevresini sömürmeyen ve kirletmeyen, uzun vadeli, ekolojik anlamda sağlıklı ve ekonomik olarak da uygulanabilir sistemler yaratmaktır.

İnsanlığa permakültür fikrini hediye eden Bill Mollison, 1970’lerde yayımlandığı anda bir kült kitaba dönüşen Permakültüre Giriş’te doğayla birlikte çalışmanın felsefesini ve yöntemlerini anlatıyor.

En çok ihtiyaç duyduğumuz zamanda...

Sinek Sekiz Yayınevi

Sürdürülebilir Yaşam Kitapları

www.sineksekiz.com

1 Nisan 2011 Cuma

31 Mart 2011 Perşembe

Ekolojik Mimari ve Doğal Yapı Atölyesi

Amerikalı iki uzman eğitmenin – Janell Kapoor ve 2009′da ülkemizde iki permakültür eğitimi vermiş olan Penny Livingston Stark – yöneteceği atölye çalışması 4-11 Haziran 2011′de Kazdağı’nda Bayramiçyeniköy (http://bayramicyenikoy.blogspot.com/) girişiminin ekolojik yerleşiminde gerçekleşecek.

Bu atölyenin amacı Türkiye’de hali hazırda var olan ekolojik mimari yaklaşımların yanısıra tüm dünyada kullanılan bazı temel tekniklerin paylaşılması ve Türkiye’de pratik ve uygulamalı, işbirliği ve imeceye dayanan bir ekolojik mimari hareketinin ve topluluğunun temellerinin atılması…

Uygulamalı ve Türkçe çeviri ile gerçekleşecek olan atölyemiz, ekolojik mimari ve doğal yapı tekniklerine genel bir giriş, tasarım, doğal inşaat materyallerini avantajları ve dezavantajlarıyla tanıma ve temel, duvar, sıva, rötuşlarla ilgili ekolojik yöntemleri kapsıyor.

Daha detaylı bilgi için lütfen davetiyeye ve kayıt formuna bir göz atın:


Eğer siz de seveceğiniz ve sizi sevecek bir ev ya da yapılar yapmayı öğrenmek ya da en azından ekolojik mimari ile ilgili bilgi ve deneyim sahibi olmak istiyorsanız, bu atölye çalışması sizin için!

Sorularınız ve kayıt için Filiz Telek’le iletişim kurabilirsiniz: filizatbaraka@gmail.com

18 Mart 2011 Cuma

Ekolojik Anayasa İstiyoruz

Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu aşikar. Uzun yıllar anayasanın sivil, sosyal, özgürlükçü olması gerektiği vurgulandı. EKolojik krizlerin arttığı bir dünyada anayasalara doğa-insan ilişkisinin girmemesi düşünülemez. Nitekim bir çok ülkenin anayasasında ekolojik ilkeler yer almaya başladı. Doğanın haklarının tanımlayan , gezegenin kuşaklararası bir emanet olduğunu belirten anayasalar çoğalıyor. Örnek vermek gerekirse Toprak Ananın Hakları Evrensel Beyannamesi, Halkların İklim Değişikliği Bildirgesi, Afrika Halkları Haklar Bildirgesi, Latin Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolü, Ekvator Anayasası, Karadağ Anayasası, Portekiz Anayasası'nı sayabiliriz. Türkiye'deki anayasa tartışmalarına da bu gelişmelerden bağımsız yürütmek anlamlı olmayacaktı ve çağrıcılarından biri olduğum Ekolojik Anayasa Girişimi bu ihtiyaca cevap vermek için kuruldu. Yeşiller Partisi'nin çağrısıyla bir araya geldik ve ekolojik anayasanın temel ilkelerini ortaya koymak için 19 Şubat 2011'de bir atölye çalışması yaptık. Atölyede çalışmasının sonuç bildirgesini ve ekolojik anayasa için çağrıyı http://ekolojikanayasa.org/ adresinde bulabilirsiniz. Ekolojik anayasada benim de tuzum olsun diyenleri önümüzdeki günlerde düzenlenecek olan hazırlık toplantılarına ve 22 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenecek Ekolojij Anayasa Konferansı'na bekliyoruz. Görüş ve önerilerinizi Ekolojik Anayasa Girişimi sekretaryasına (ekolojikanayasa@gmail.com) iletebilir ya da http://ekolojikanayasa.org adresinden doğrudan yorum olarak girebilirsiniz.

14 Mart 2011 Pazartesi

HES’lere Karşı Derelerin Kardeşliği



Derelerin Kardeşliği Platformu, Fındıklı Dereleri Koruma Platformu,Ardanuç, Su Meclisi, Munzur Koruma Kurulu, Alakır Nehri Kardeşliği, Solaklı Deresi Özgür Aksın Platformu,

Loç Vadisi, Koruma Platformu, Türkiye Su Meclisi, Yuvarlakçay'ı Koruma Platformu... Anadolu'da içlerinde dere, kardeşlik,platform sözleri geçen irili ufaklı onlarca yurttaş insiyatifi boşuna kurulmuyor çünkü Türkiye'de yapılması planlanan 1700 HES projesiyle su varlıkları 49 yıllığına şirketlere devrediliyor.

Mahmut Hamsici’nin Dereler ve İsyanlar kitabı HES'lerin yarattığı çevre tahribatını, şirketlerin pervasızlığını, hukukun işlemezliğini ve tüm bunlar karşısında doğayı korumak için girişilen dayanışmacı mücadeleyi anlatıyor. Hamsici, HES yapılan ya da yapılması planlanan bölgelere gidip yurttaşların gözünden Hint yazar Arundhati Roy'un deyimiyle eko-kırımı teşhir etmek istemiş. Maalesef bunda ba

şarılı olmuş. Maalesef diyoruz çünkü son iki yıldır basından izlediğimizin çok ötesinde bir çevresel tahribat ve sosyal parçalanma yaşandığını kitabında yansıtmış. Onlarca ile ve ilçede ÇED toplantılarına, HES şantiyelerine, mitinglere, ev ve esnaf toplantılarına giden Hamsici'nin üst düzey bürokratlarla görüşme talebi ise geri çevrilmiş.Türkiye'nin artan enerji ihtiyacını karşılayacak yatırımlar olarak sunulan HES projeleri, tüm dünyada su varlıklarının özelleştirilmesi ve piyas

allaştırılması sürecinin bir parçası. Ayrıca enerji politikasızlığının bir sonucu olarak rant aracına dönüşen HES projeleri yarattığı tahribata bakılmaksızın yenilenebilir enerji

olduğu için destekleniyor ve karşı çıkanların çevreciliği sorgulanabiliyor. Enerji kısmı bir yana bu projeler, istihdam yaratılacak söyleminin de bir parçası olarak öne sürülüyorlar. Bu söylem ilk anlarda HES yapılacak bölgede olumlu karşılanabiliyor ve işsizlikten muzdarip bölgelerde kabul görmesi kolaylaşıyor. Ne zaman ki tahribat başlıyor ve istihdamın sağlanamayacağı anlaşılıyor yöre halkı karşı durmaya başlıyor. Geçimini tarımdan, hayvancılıktan, turizmden sağlayan insanların ekonomik ve sosyal yaşamları hiçe sayılıp, deyim yerindeyse Google Earth üzerinden bakarak bir dereye 8 HES kurulması planlanabiliyor. Şirketler de havuç ve sopaları aynı anda gösteriyor. Bir yandan istihdam yaratacağız, bedava su vereceğiz, köy yolunu/okulunu yaptıracağız, öğrencilere burs vereceğiz denilirken diğer yandan yeşil kartların iptali tehdidi, özel güvenlik terörü, web sitelerinin hosting firma baskısıyla kapatılması, köylülerin ve çevre aktivistlerinin fişlenmesi söz konusu olabiliyor.

Su varlıklarını metalaştırmaya yöneli

k girişimlerin karşısında ortaya çıkan kardeşleşme belki de süreç içerisindeki olumlu yönlerden biri. Hamsici bu mücadelede “Farklı etnik, inançsal, yöresel aidiyetleri, siyasal yönelimleri olan yurttaşların hak arama mücadelesi temelinde kenetlenmesinin ve yeni bir demokrasi kültürünün filizlenmesinin" işaretlerini görüyor. (s: 42). Coğrafi olarak yakın olmalarında rağmen kapalı toplumlar olarak yaşayan köyler arasında HES’lere karşı iletişim kurulmuş, işbirliğine gidilmiş. Örneğin Düzce Hendek’te “Rizeliler’in köyleri, Trabzon’un köyleri, Orduluları’ın köylüleri. Bırakalım dostluğu herhangi bir iletişimleri dahi olmamış. Ancak tarihlerinde ilk kez sularını korumak için bu köyler arasında iletişim kurulmuş.”(s. 39). Munzur ile Karadeniz’in kader birliğine değinilmiş ve “Karadeniz dardaysa biz de isyandayız, biz dardaysak Karadeniz İsyanda” demiş Dersimliler. Farklı kültürlerin sembolleri de mitinglerde öne çıkar olmuş. Loç Vadisi’nin sarı yazması,

Karadeniz’in kemençesi, Munzur’un halayı bir araya gelmiş. Ayrıca Rize/Fındıklı ve Artvin/Şavşat’ta 1980 sonrasının ilk kitlesel mitingleri düzenlenmiş ve Tunceli’deki baraj protestosu Tunceli tarihinin en büyük mitingi olarak kayda geçmiş.

Anadolu’nun türkülerini değiş

tirecek ölçüde yıkıcı HES projelerinin karşısında “Ha suyumuz ha canımız” diyerek duranların mücadelesini anlatan bu kitap suyumuzu, doğamızı ve geleceğimizi korumanın zor ama elzem olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.Yıllar sonra bu kitaba tekrar baktığımızda yaşamın mı yıkımın mı galip geldiğini, kimlerin yaşamdan kimlerin yıkımdan yana durduğunu daha iyi göreceğiz.

Barış Gençer Baykan

Dereler ve İsyanlar

Mahmut Hamsici

Nota Bene Yayınları

2010

Fiyat 15 TL




11 Mart 2011 Cuma

EKOIQ’nun 8. sayısı çıktı!

Türkiye’nin “Yeşil İş ve Yaşam” dergisi EKOIQ’nun Mart-Nisan 2011 sayısı çıktı. EKOIQ, sekizinci sayısında ana dosya konusu olarak güneş enerjisini gündemine alıyor. Uzmanlar, bütün dünya güneşle aydınlanabilir diyor. Peki Türkiye’de güneş enerjisi sektöründe ne durumda?

Plastik poşetler yıllardır hayatımızın fazlasıyla içinde. Poşetlerin zararları konusunda ilk adımları Afrika ülkeleri attı. Yasaklar çeşitli ülkelerde yaygınlaşırken. Türkiye’de de Kadıköy, Nilüfer, Konak ve Edremit Belediyeleri de bu konuda adımlar atmaya başladı.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, iklim değişikliğinin esas mağduru olan kadınların çözümde nasıl anahtar bir rol oynayabileceği EKOIQ sayfalarında...

KOIQ anayasaya tartışmalarına yeni bir boyut katıyor ve soruyor: Çevre ve ekoloji dünya anayasalarında nasıl yer alıyor?

Özyeğin Üniversitesi’nde Enerji, Çevre ve Ekonomi Merkezi’ni (EÇEM) kuran Prof. Pınar Mengüç, iklim değişikliğiyle mücadelede mühendislere büyük rol düştüğünü vurguluyor.

Organik ürün satışı yapan e ticaret siteleri her geçen gün biraz daha yaygınlaşıyor. EKOIQ, en çok ön plana çıkan iki site naturey.com ve greengoods.com.tr’yi mercek altına alıyor.

Büyük kitap zincirlerinde, gazete ve dergi bayilerinde satışa sunulan EKOIQ, ayrıca internette, www.idefix.com , www.kitapyurdu.com ve www.hepsiburada.com adreslerinden de temin edilebiliyor.

10 Mart 2011 Perşembe

Kışladağ'dan Mektup Var

Muammer Sakaryalı'nın Uşak Eşme'de altın madenine karşı verilen mücadeleyi anlattığı "Kışladağ'dan mektup var" adlı kitabı Yeni İnsan Yayınevi'nden çıktı. Basın bültenini aşağıda bulabilirsiniz.

Ekolojiye saldırılar sürdükçe, saldırıya karşı direnişler de sürecek ve biz yazmaya, söylemeye ve yayınlamaya devam edeceğiz.

“İnsanın canı, acıdığı yerdedir” derler.

Türkiye'nin de canı acıyor. Ülkenin dört bir yanından feryatlar yükseliyor. Tıpkı bir canlı gibi ülkemizin canı, can damarlarından acıyor: Dağlarından, derelerinden, ormanlarından, ovalarından, tarihi ve kültürel varlıklarından, zeytinliklerinden ve tarım alanlarından acı feryatlar yükseliyor.

Şu anda verilmiş kırk binin üzerinde maden ruhsatı var. Dağlar çığlık çığlığa. Yaşam alanlarımızı tüketiyorlar. Daha çok haysiyetli bilim insanına, daha çok hukuka-hukukçuya ve daha çok kitlesel direnişe ihtiyaç var.

Uşak Eşme'de yıllardır Kışladağ altın madenine karşı güçlü bir direniş var. Bu mücadelenin içinden Muammer Sakaryalı haykırıyor. Görmeyen gözler görsün, duymayan kulaklar duysun, bu siyanürle altın işleme madenci çılgınlığı bitsin istiyor.

Elimizde duyarlılığımız ve dayanışma ruhumuz var. Duyarlılığımızı kaybedersek, bilinsin ki her şeyimizi kaybederiz.

ISBN: 978-605-5895-20-4

BARKOD: 9786055895204

Sayfa Sayısı: 237

Ebat: 13,5x21

Fiyat: 10 TL

Yeni İnsan Yayınevi

Muammer Sakaryalı kimdir?

1957 yılında İnay Köyü’nde (Uşak ili Ulubey ilçesi) doğdu. Çocukluğu ve erken gençliği İnay Köyü ve Kışladağ bölgesinde geçti. Kışladağ ve İnay, Onu hep gölge gibi takip etti. Çocukluğunun geçtiği kültürel ortamı incelediği "İnais'ten İnay'a" adlı monografya çalışması, Arkeoloji ve Sanat Yayınlarından çıktı. Matemetik öğretmenidir. İlköğretim Matematik ders kitapları yazımına katıldı. Masallar Ülkesi adlı bir okulöncesi eğitim kurumunu eşiyle birlikte işletmektedir. İnay köyüyle bağını hiç koparmadı. Devrimciliğinin ve muhalif duruşunun bedelini ödedi. Yargılanmaya alışıktır. Eldoradogold-Tüprag şirketi onun 50 milyar lira manevi tazminatla cezalandırılmasını istedi, dava reddedildi. Yargıtay kararı onadı. Fakat Tüprag, kararı düzeltme başvurusu yaptı. Süreç devam ediyor. Şimdi köylüleriyle beraber oluşturdukları İnay Vicdan Hareketiyle, Kışladağ altın madeninin mahvettiği suyun, toprağın, havanın ve canlı yaşamının vicdanı olmaya çalışmaktadır.

8 Mart 2011 Salı

Victor

Buğday Derneği'nin kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Victor Ananias'ı zamansız kaybetttik. Buğday ailesinin başı sağolsun. Anısı attığı tohumlarda yaşayacak. Victor'un önayak olduğu ekoloji projelerine destek olmak isterseniz Buğday Derneği ile irtibata geçebilirsiniz. www.bugday.org

Victor Ananias Kimdir?

Victor Ananias, 1971 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde dünyaya geldi. Babası Şilili olan Victor Ananias, çocukluk yıllarını Almanya’da geçirdi. Altı yaşına geldiğinde ailesi doğal bir yaşamı seçerek Bodrum’a yerleşti. Burada Ege’nin toprak insanının gelenek ve bilgisiyle yetişen Ananias, 13 yaşından itibaren miçoluk, çiçekçilik, garsonluk, otel yöneticiliği ve turist rehberliği yaptı.

9 Eylül Üniversitesi İngilizce Bölümü’nde okurken eğitimini yarıda bırakarak kendini ve hayatı keşif seyahatlerine çıkmaya karar veren Victor Ananias, ekolojik mimari, ekolojik tarım, ekolojik mutfak gibi ekolojik yaşamla ilgili konularda yurtdışında çeşitli eğitsel faaliyetlerde bulundu.

1991 yılında turist rehberliğinden kazandığı parayla köylerden doğal ürünler alarak bunları Bodrum pazarındaki küçük tezgâhında satmaya, bilgilerini paylaşmaya başladı. Aynı zamanda ekolojik yaşamın değişik alanlardaki öğrenme sürecinin yoğunlaştığı bu dönemde, ürün çeşitliliğini artırarak kurduğu doğal ürün dükkanı ve daha sonra da sağlıklı içecek ve tatların sunulduğu, aynı zamanda çevrecilerin toplanma yeri olan Başak Cafe’yi açtı.

Bir yıl sonra yine Bodrum’da hem dengeli beslenme mutfağı, hem ürün satış noktası, hem de eğitsel program ve toplantıların yapıldığı uluslararası bir buluşma yeri olan Buğday vejetaryen restoran ve kültür merkezi ’ni açtı. Şu anda iki ayda bir yayınlanan Buğday dergisini, elle yazıp fotokopide çoğaltılmış olarak ilk kez 1996 yılında bu mekânda okuruna ulaştırdı. 1997 yılında ilk ekolojik mimari projesini hayata geçiren Vıctor Ananias, yurt çapında ve uluslararası platformlardaki deneyim ve iletişimlerinin çoğalmasıyla birlikte önce İstanbul’da daha sonra da Türkiye genelinde ekolojik tarımın yaygınlaşması, ürünlerin iç pazarda tüketiciye ulaşması, tüketici bilincinin geliştirilmesi gibi konularda çalışmaya başladı.

Victor Ananias son günlerine kadar yurt içi ve yurt dışında ekolojik yaşamın çeşitli alanlarında faaliyet gösteren vakıf, dernek ve şirketlerle işbirliği yaparak ve “Buğday ekolojik yaşamı destekleme vakfı” kuruluş çalışmalarına devam ederek bu alandaki çabasını yaptığı işlerde ve kişisel hayatında sürdürüyordu. Ekolojik tarım alanında tüm dünyada tanınan Ananias, uluslararası ekolojik tarım kuruluşları tarafından geleceğin 5 liderinden biri olarak gösteriliyordu.

Kaynak: NTVMSNBC

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...