31 Ocak 2009 Cumartesi

Su- Vahit Akça


21 Ocak 2009 Çarşamba

Tarihten bir sayfa:CHP 2. Çevre Kurultayı

Geçen ay üniversitenin kütüphanesinde eskimiş, ince bir kitap dikkatimi çekti. Temiz Çevre- Temiz Toplum başlığıyla 1994 yılında yayınlanmış olan bu kitap, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 5 Haziran 1994’te düzenlenen 2. Çevre Kurultayı’ndaki tebliğlerin derlenmesiyle oluşturulmuş. Termik santral bacası arka fonlu ve yeşil renkli kapakta Deniz Baykal üzerindeki yeşil tişört ile poz vermiş. Tişörtün üzerinde çevreci bir mesaj/slogan var ama tam okunmuyor. Arka kapakta 5-6-7 Haziran 1994’te yapılan Yeşil Yürüyüş’ün güzergahı veriliyor.Silivri-Çorlu-Tekirdağ-Çanakkale-Biga ve Bandırma.

Deniz Baykal imzalı önsözde CHP’nin 80 yılında kapatıldıktan 12 yıl sonra 1992’de yeniden açıldığı ve değişim partisi olarak çağdaş toplumların önemli olgusu sayılan çevreci oluşumları, tüketici örgütlerini, kadın hareketini değerlendirmekte gecikmediğini vurgulanıyor. CHP, Haziran 1993’te İzmit’te 1. Çevre Kurultayı’nı toplamış. İlk yeşil yürüyüş ise Sapanca Gölü’nden başlayarak Marmara ve Ege bölgelerinden geçerek Gökova Körfezi’nde, Ören termik santralinde son bulmuş. Nedenini tam kestirmek olanaklı değil ama Anadolu’daki çevre problemleri, CHP’nin bu etkinliklerinin çerçevesi dışında kalmış gözüküyor. Sanayileşmiş bölgelerdeki çevre sorunlarının ön plana çıkması ve muhtemelen bu bölgelerdeki belediye başkanlarının SHP-CHPli olması, kurultayların ve yürüyüşlerin Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaşmasını açıklayabilir. Kurultay’da bilim adamları, meslek odası temsilcileri, belediye başkanları çevre sorunlarını ele alıp çözüm önerilerini sunmuşlar. Çevreci sivil toplum örgütlerinin eksikliği hissediliyor. Kitapta değinilen bazı konular çevre koruma tarihi açısından önem arzediyor

Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nün o dönemki Müdürü Prof.Dr. Kriton Curi, CHP milletvekili Kemal Anadol hazırladığı ilk Türkiye çevre haritasından söz açıyor:”Türk çevreciliğinin bir temel taşıdır, Türk çevreciliği için korkunç bir görevdir, bir faydadır ve birçok şeyleri gösterebilecek bir belgedir”.
İstanbul Elektrik Mühendisleri Odası eski başkanı Ünal Erdoğan’ın sözleri sanki dün yazılmış gibi : “ Son 150 yılda dünya atmosferinde karbondioksit yoğunluğu %25 seviyelerinde arttı.Dünya, en sıcak 8 yılını son 10 yılda yaşıyor.1 ila 3 derece sıcaklık artışının dünyayı nasıl bir felakete götüreceğini tahmin bile etmek mümkün değil”.

İTÜ Mimarık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümünden Prof.Dr. Hande Süher’in tanıklıkları önemli. Süher, 1963-1968 yıllarında Birinci Kalkınma Planı döneminde görev almış. İlk kalkınma planının üç temel bileşenini sanayileşme, kentleşme ve tarımsal modernleşme olarak açıklıyor. Kendisi çevrede büyük kayıplar olduğunu görerek 1968 yılında Mimarlık Dergisi’ne yazarak konuya eğiliyor. 2. ve 3. planlarda CHP’nin çevreyle politik hedeflerinden ötürü çevre unsurun ilk defa planda yer aldığını ve çevrenin 4.bileşen olarak planlamaya girdiğini belirtiyor. Ayrıca 1979’da Baykal’ın Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı olduğu dönemde İTÜ’de bakanlıkça desteklenen bir “Güneş Enerjisini Kullanabilme Sempozyumu” düzenlendiğini ama uygulamaya geçilmediğini anlatıyor.

Kurultay Deniz Baykal’ın konuşmasıyla kapanmış. Baykal, 5 Haziran 1993’te parti olarak ilk çevre yürüyüşünü gerçekleştirerk çevre konusunun Türkiye siyasal gündeminde hak ettiği yeri alışına bir katkı sunduklarını ve kamuoyundan büyük bir ilgi gördüklerini söylüyor ve ekliyor: “Çevre Konusu marjinal siyaset olmaktan çıkıyor.Çevre sorunları, çevre politikaları, çevre yaklaşımı ile siyaset arasında konusal bir kesişimin varlığını görüyoruz.Çevre konusu sosyal demokrat siyasete uyan, yakışan bir konudur. Muhafazakar siyaset, çevre konusudu ele alacak, çözecek araçlarla yeterince donatılmış değildir, çevre sorunlarını önemseyen duyarlılıkları yeterince geliştirilmiş değildir.” (sf:114)


13 Ocak 2009 Salı

Genç ve Yeşil Politika

Küresel iklim değişikliğinin yarattığı ortamda yetişen gençler, çevre eğitiminden ekolojik yaşama, çevre protestolarından doğa korumaya birçok alanda bilinçlenmeye ve kendi sözlerini söylemeye başladılar. 2000 kuşağı olarak adlandırabileceğimiz kuşak, Türkiye toplumunun koşullarından etkilendikleri gibi daha global gelişmelerden de yakından etkilendiler. Economist dergisi yaşanılan dönemin özelliklerinden yola çıkarak II. Dünya Savaşı’nın ardından gelen “baby boom” kuşağının nükleer tartışmalarının içine doğmuşken, 2000 kuşağının küresel ısınma tartışmalarının içine doğmuş bir kuşak olduğunu vurguluyor.[1] Doğanın gençlere miras kalacağı düşüncesi, gençlerin çevre ve doğa koruma ile yakından ilgilenmeleri gerektiği yargısını oluşturmuştur.[2] Bu yüzden çevre hareketi genellikle gençlerle özdeşleştirilir ve gençlerin hareketin öznesi olması gerektiği vurgulanır.

Türkiye’deki genç kuşağın çevreye bakışı ve çevre hareketi içindeki konumu üzerine düşünürken, gençlere çevre bilinci vermek açısından örgün eğitimin önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Çevre eğitiminin genel özelliklerine baktığımızda ilk belirtmemiz gereken husus, çevre eğitiminin gençlerden çok çocuklara eğilmekte olduğudur. Çevre eğitiminin çocukluktan başlaması ve asıl hedef kitlesi olarak çocukları seçmiş olması hiç kuşkusuz “ağaç yaşken eğilir” düşüncesi ile paralellik göstermektedir.

Türkiye’deki örgün eğitim sistemi içinde çevre eğitimi, ilköğretimde 1. sınıfta başlamaktadır. Ortaöğretimdeki çevre eğitiminde ise, 1992 yılından başlayarak, Coğrafya dersi ve genellikle Lise 1’de açılan Seçmeli dersler grubundaki Çevre ve İnsan dersinde, doğal çevre, çevre sorunları ve enerji gibi konular işlenmektedir. [3]

Eğitim kurumları dışında, şirketlerin de sivil toplum kuruluşları ile ortak düzenledikleri toplumsal sorumluluk projeleri ekseninde gençlik ve çevre konusuna eğildiklerini, gençleri çevre konusunda duyarlı olmaya davet etmek, çevre eğitimine destek vermek ve gençlerin çevre ile ilgili projelerine destek olmak gibi adımlar attıklarını gözlemliyoruz.

Siyasi partilerin, çevre başta olmak üzere gençlerin yaşamlarını doğrudan etkileyecek konularda aktif politikalar geliştirmemesi, gençlerin siyasi partilere yakın durmamasını açıklayabilecek faktörlerden biri olarak görülebilir. Partilerde çevre başlığı altında bir bağımsız politik faaliyet olmaması ve halihazırdaki gençlik kolları faaliyetlerinde çevre konusunun henüz gündeme gelmemesi, bu konuda etkin olmak isteyen gençleri siyasi partiler yerine çevre sivil toplum kuruluşlarına ve çevreci toplumsal hareketlere yönlendiren nedenlerdendir. Profesyonel ve yaygın çevre STK’ları çevre konusunda etkin olmak isteyen gençler için bir çekim gücü oluşturuyor ve temelde öğrenci gençlik kitlesine yönelik örgütlenme ve farkındalık yaratma çalışmaları yürütüyorlar. TÜRÇEK bünyesinde gençlerin faaliyetleri 1990’lı yıllarda başlıyor. TEMA’nın örgün eğitim içinde üniversite öğrencileri ile başlayan çevre çalışmaları liselere hatta son yıllarda ilköğretim okullarına kadar iniyor. Çevreci toplumsal hareketler bünyesinde örgütlenen gençler özellikle nükleer enerji ve iklim değişikliği konularında farkındalığı arttırmak, kamuoyu oluşturmak ve siyasi otoriteleri etkilemek için çaba sarfediyorlar.



Ar. Gör. Barış Gençer Baykan, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (betam)
Yard.Doç.Dr. G.Demet Lüküslü, Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

Araştırmanın tamamına ulaşmak için tiklayiniz.
[1] http://www.economist.com:80/surveys/displaystory.cfm?story_id=11565609&fsrc, Life after death, 10/06/2008
[2] Skogen, K. “Young Environmentalists: Post-modern Identities or Middle-class Culture?”, The Sociological Review, cilt 44, sayı 3, 1996, s.452–73.
[3] İklim değişikliği, E-kitap s.15., http://www.cevreorman.gov.tr/ekitap/02.pdf

31 Aralık 2008 Çarşamba

YeşilİZ artık yok, bir eksiğiz

Çevre yayıncılığı 2009 yılına önemli bir kayıpla giriyor. Temmuz ayından bu yana abonesi olduğum, iki ayda bir yayınlan YeşilİZ dergisi kapandı. İlgi ile takip ettiğim, alıntı yaptığım ve çevreme önerdiğim bir yayındı. Yeşil Gundem’deki ilk yazımda meğer YeşilİZ’in son sayısındaki bir dosya konusundan bahsetmişim.*Abonelere gelen 5 Aralık tarihli mektupta şöyle deniyor.

"Değerli YeşilİZ Dergisi Abonesi,
TEMA Vakfı öncülüğünde 40 sivil toplum kuruluşunun işbirliği ile hazırlanan YeşilİZ Dergisi, Ocak 2007 tarihinden bugüne kadar tam 2 yıl boyunca siz değerli abonelerin desteği ile çevre konusunda yaygın ve güvenilir bir kaynak olmak görevini başarıyla sürdürdü. 1 Kasım 2008 tarihinde 12. ve son sayımızı yayınlayarak sizlere ulaştırdık. 2009 yılına girmeye hazırlandığımız bu dönemde, maddi yetersizlikler ve yeterli kaynak yaratılamaması nedeniyle önümüzdeki dönem için YeşilİZ Dergisi’nin yayının durdurulma kararının alındığnı üzülerek sizlerle paylaşmak isteriz. "

“Biriniz Yoksa Eksiğiz Sizinle Yeşiliz” sloganıyla başlayan YeşilİZ, Türkiye’nin çevre konusundaki güvenilir ve ilk başvurulan çevre yayını olmak amacıyla yola çıkmıştı. Açıkçası bunu başarma yolunda önemli adımlar atmıştı. TEMA dahil 40 sivil toplum kuruluşunun bir dergiyi yaşatamaması çok üzücü ve düşünüdürücü.Belki basım/dağıtım giderlerini azaltacak bir yöntem olarak sadece web ortamında yayın yapmayı düşünülebilirdi. Ya da henüz yayın organı olmayan büyük çevre sivil toplum kuruluşları ile beraber ortak bir dergi çıkarma yoluna gidilebilirdi. 2009 yılı çevre yayıncılığına neler getirecek izlemeye devam edeceğiz.


*TEMA’nın yayınladığı Yeşiliz dergisi Kasım-Aralık 2008 tarihli 12. sayısında Medya ve çevre konulu geniş bir dosyaya yer vermiş. Çevre haberlerinin medyaya yansıması, STKların bunda rolü, çevresel yayınların etkinliği gibi konularda yeni veriler ve tespitler var. Okumanızı tavsiye ederim.

24 Aralık 2008 Çarşamba

TÜRKİYE'DE ÇEVRE VE SİVİL TOPLUM: ÖRGÜTLENME VE SON EĞİLİMLER

Yerelden küresele değişik düzeylerde birçok aktör, çevresel sorunların artış eğilimini tersine çevirmek için çalışıyor. Ülkemizde de sivil toplum kuruluşları ve toplumsal hareketler çevre sorunları hakkında farkındalık yaratmada ve çevre politikaları geliştirmede son yıllarda önemli rol oynuyor. Mayıs ayında Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) bünyesinde yayınladığımız “Türkiye’de Çevre ve Sivil Toplum: Örgütlenme ve Son Eğilimler” başlıklı araştırmada Çevreci Sivil Toplumun hangi çevre sorunları üzerinde çalıştıklarını, örgütlenme seviyelerini ve faaliyetleri sırasında hangi yöntemleri kullandıklarını incelemeye çalıştık.
Türkiye’nin “Çevreci Sivil Toplumu”, dernek, vakıf, platform, kent konseyi, bölgesel platform, yerel gündem, üniversite çevre kulübü, yurttaş inisiyatifi, koalisyon gibi farklı örgütlenmeler altında faaliyet yürütüyor. Son yıllarda çevre STK’larının sayısında artış göze çarpıyor. 1995-2007 arasında kurulan çevre kuruluşlarının sayısının 1924-1995 arası kurulanlardan 3 kat fazla olduğunu görüyoruz. Günümüzde faaliyet gösteren çevre STK’lerinin yüzde 76’sı son 12 yılda faaliyete geçmiş ve bunların yaklaşık 1/3’ü (156) Türkiye’nin nüfus olarak en büyük üç ilinde, Ankara, İstanbul ve İzmir’de bulunuyor. Coğrafi bölgelere göre dağılımda ilk iki sırayı İç Anadolu (158) ve Marmara (127) Bölgeleri, son iki sırayı da Doğu Anadolu (32) ve Güneydoğu Anadolu (19) Bölgeleri alıyor.
STK’lerin ve grupların çalışmalarına baktığımızda, bazı alanlarda yoğun faaliyet göstermelerine rağmen bazı alanlarda hemen hemen hiç çalışma yapmadıklarını görüyoruz. Örneğin, doğa koruma, biyolojik çeşitlilik, orman, erozyon, deniz ve kıyılar, örgütlenmenin yaygın olduğu konular. Öte yandan madenler konusunda tek bir sivil oluşum çalışıyor. Yine benzer şekilde enerji alanında sivil örgütlenme zayıf. Toprak, tarım, gıda, tohum ve ekoturizm alanlarında artan bir ilgi ve örgütlenme olduğu fark ediliyor.
STK’ler ve sivil gruplar örgütlendikleri konularda çalışırken hangi yöntemleri kullanıyorlar? Lobi faaliyeti, hukuk mücadelesi ve medya kullanma profesyonel çevre STK’lerinin sıkça başvurduğu yöntemler. Hem STK’lerin, hem toplumsal hareketlerin ortak yöntemleri arasında medya kullanma, bilinçlendirme ve eğitimi saymak mümkün. Değerlendirmeye aldığımız kuruluşlar, bir istisna dışında eylemlere ve kamu düzenini kısa süreli engelleyerek dikkat çekme amaçlı protestolara katılmıyor. Bunun dışında, uzmanlık ve proje faaliyetlerinin ulusal ve ulusötesi kaynaklara ulaşabilen profesyonel STK’lerce yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Yoğun olarak kullanılan kampanyalarının bir kısmı karar alıcılara yönelik olup ve çevre politikalarına müdahil olma ve dönüşüm amacını taşımaktayken bir kısmı da topluma yönelik çevre bilincini ve farkındalığı artırmayı hedefliyor.
Yard.Doç. Hande Paker & Ar. Gör Barış Gençer Baykan, Bahçeşehir Üniversitesi.
Araştırmanın tamamına ulaşmak için www.betam.bahcesehir.edu.tr

2 Aralık 2008 Salı

Düşük Karbon Ekonomisine doğru

Geçen hafta İngiltere’de, iklim değişikliği ile mücadelede büyük bir adım atıldı. Parlamento, 2050'ye kadar sera etkisi yaratan gazların atmosfere salımının % 80 azaltılmasını öngören kanun tasarısını kabul etti ve dünyada sergazlarının azaltılması konusunda uzun dönemde bağlayıcı karar alan tek ülke oldu. Bu kararın arkasında İklim Değişikliği Yasası’nın bir parçası olarak oluşturulan İklim Değişikliği Komitesi var. Düşük Karbon Ekonomisi İnşa Etmek- Birleşik Krallığın İklim Değişikliği ile Mücadeleye Katkısı raporunu hazırlayan komite hükümetin bu konuda yaptıklarını izleyecek ve düzenli olarak rapor verecek. Hükümetin kaydedeceği gelişme üzerine ilk raporunu 2009 Eylül ayında yayınlayacak. Seçimle gelecek hükümetleri de bağlayacak bu yasanın takibini Komite yapacak fakat henüz yaptırımlarla ilgili bir konu gündeme gelmiş değil. İngiltere’nin bu atılımı Avrupa ve dünyadaki hükümetlerin iklim değişikliği politikalarını uluşturmada iyi bir örnek olabilir. Hükümetin iklim değişikliği konusunda bağımsız bir komitenin önerilerini kabul etmesi ve bağlayıcı kararlar alması da ayrıca önemli. Ulusal bir hükümet bunu gerşekleştirebilirse uluslararası topluluk da hükümetlerin işbirliği ile kurulacak ve hükümetleri bağlayıcı kararlar alabilecek bir kurum yaratabilir. 2002 yılında Fransa’da yapılan Avrupa Sosyal Forumu’nda dikkatimi çeken Dünya Çevre Örgütü [World Environment Organization- WEO ya da Küresel Çevre Örgütü Global Environmental Organization- GEO] tartışmaları yeniden alevlenebilir.

Bu arada Polonya’nın Poznan kentinde "İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi"nin 14'üncü Taraflar Konferansı ile Toplantısı 1-12 Aralık tarihlerinde yapılacak. 186 ülkeden hükümet yetkililerinin, sivil toplum temsilcilernin, bilim adamlarının ve iş dünyası temsilcilerinin katılacağı toplantıda, 2012’de sona erecek Kyoto anlaşmasının yerine gelebilecek bir anlaşmanın müzakereleri yapılacak. Konferansa Türkiye’den, Çevre ve Orman Bakanlığı başkanlığında, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Sanayi ve Ticaret, Ulaştırma, Sağlık, Maliye, Bayındırlık ve İskan Bakanlıkları ile TÜBİTAK yetkililerinden oluşan yaklaşık 50 kişilik bir heyet katılacak. Türkiye’den çevreciler de toplantılara katılacaklar hatta aşağıdaki etkinlik haberinde okuyabileceğiniz gibi Poznan’daki eylemlere İstanbul’dan canlı bağlantı kurulacak. 6 Aralık Cumartesi İstanbul/Beşiktaş’ta düzenlenecek İklim Zirvesi’nin programı şöyle

-12.00“Küresel Isınmayı Durdur Dünyayı Değiştir” kitlesel basın açıklaması -14.30 İklim Değişikliği Forumu; Aktivistler ve Kampanya sözcülerinin konuşması
Türk Tabipler Birliği (TTB), Petrol-İş Sendikası, DİSK, Eğitim-Sen 2 No'lu Şube, Yeşiller Partisi, Greenpeace, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Küresel BAK, Doğa Derneği, Açık Radyo, KEG, Uluslararası Af Örgütü, Munzur'u Koruma Kurulu, Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, Suyuma Dokunma Kampanyası, DSİP.Harun Tekin, Serap Yağız, Taner Öngür, Mehmet Ali Alabora, Zeynep Casalini

-16.30 Polonya/ Poznan eylemleri ile görüntülü canlı bağlantı (Ümit Şahin ve Greenpeace'in katkılarıyla)
- 17.00 Film Gösterimleri
Uyan, Kafayı Ye, Sonra da Aklını Başına Topla / Leo MurrayThe story of stuff /Annie Leonard
- 18.00 Konserler
Marsis, Beton Orman dan… King Seroman Regaae Dj Set, Sultan Tunc ve Dub Kurtulus Bandosu, Iya Waves

Mekan:Beşiktaş Meydanı (Basın Açıklaması)Çadır Bar, Köyiçi Cad. No:10, Beşiktaş

İletişim için:
Tel:0555-863 16 36
www.yesiller.org
www.kureseleylem.org

26 Kasım 2008 Çarşamba

Polonya’da yasağa rağmen genetiği değiştirilmiş mısır ekiliyor

Polonya’da 3000 hektar yasadışı genetiği değiştirilmiş mısır
Christophe NOISETTE
Ekim 2008

Ulusal yasağa rağmen Polonyalı çiftçiler transgenik mısır tohumu satın aldılar ve ektiler. Polonya mısır üreticileri organizasyonuna(1) göre 2007 yılında 320 hektar ve bu yıl 3000 hektar genetiği değiştirilmiş mısır olmalı yani 10 kat artmış bir yasadışı yasadışı ekim söz konusu. Rzeczpospolita gazetesinin haberine göre, Polonya’da Monsanto, BASF, Bayer ve Pioneer’ı temsil eden GBE Polonya’nın (Green Biotechnology in Europe) direktörü R.Gabarkiewicz, Polonya’da yasaların Almanya’ya göre daha kısıtlayıcı olduğunu ve bunun da Polonyalıların transgenik ekime ayrılan saha göz önüne alındığında yakında Almanya’yı geçeceğini belirtti. Daha az kısıtlayıcı mı? Yasaktan kısıtlayıcı daha fazla ne olabilir ki? (3) Bitkisel biyoteknolojilerinin bu taraftarı, ülkede tohum satmanın yasak olduğunu ama Mon810 genetiği değiştirilmiş mısırın reklamının yapılmasını yasal olduğunu da söylüyor. Şirketler, Polonya ile sınırı bulunan Almanya, Çek Cumhuriyeti ve hatta Slovakya’daki satıcıların bilgilerini veriyorlar. Monsanto Polonya’nın sitesinde GD mısır ekmek isteyen çiftçilere yardım etmek için teknik ve pratik bilgiler bulunuyor. (4) Aynı şekilde, Modern Tarım Koalisyonu ( Lehçe’de Koalicji na rzecz Nowoczesnego Rolnictwa) başkanı Adam Koryzna’nın dediği gibi, uygun yasalar olmadıkça her çiftçi dilediğini “gizlice” hareket ettiği sürece yapabilir. Koryzna, bundan başka Opole bölgesinde birkaç yıldır GD mısır ektiğini ama hasadını satmadığını ve hayvanlarının tüketimi için kulandığını itiraf etmişti. Bu ekimler, 2001 kanununun zorunlu kıldığının tersine bildirilmediği için yasadışı olmalarına rağmen devlet güçleri bu çiftçilere karşı hiçbir düzenlemeye gitmiyor.

1 Polski Zwiazek Producentów Kukurydzy http://www.kukurydza.info.pl/
2 Rzeczpospolita, http://www.rp.pl/artykul/190093.html
3 Polonya GDO’lara yönelik yasal düzenlemelerde fikir değiştirdi. http://www.infogm.org/spip.php?article3690
4 http://www.monsanto.pl/nasiona/nasiona_kukurydzy/dkc_3421_yg


Kaynak:http://www.infogm.org/spip.php?article3691
Çeviren: Barış Gençer Baykan

18 Kasım 2008 Salı

Yeşil yakalılara yatrım gerekli

Son yıllarda gelişen ekolojik ekonomi, yaşamın ve doğal kaynakların sürdürülebilirliğine katkıda bulunurken istihdam sorununa da kendi cephesinden bir yanıt geliştiriyor. “Yeşil Yakalılar” adı verilen ve sanayi ve tarımın çevresel sektörlerinde çalışanları kapsayan bu yeni tanım, mavi/beyaz yakalılar sınıflandırmasının yanında yerini alıyor. Peki yeşil yakalılar hangi sektörleri kapsıyor? Öncelikle yenilenebilir enerji ( rüzgar, güneş, jeotermal, biyogaz), enerji verimliliği, organik tarım, yalıtım sektörlerini sayabiliriz. Çevre mühendisleri, çevre danışmanları, ekolojik mimarlar, çevre avukatları, çevre eğitmenleri ,çevre koruma alanında çalışanlar, ekoteknoloji alanında çalışanlar da bu kategoriye giriyor. Somut olarak rüzgar tribünlerini ve güneş panellerini projelendirenler, üretenler ve yerleştirenler; binaların yalıtımını yapanlar; ekolojik ürün üreticilerini yeşil yakalı kabul edilebilir. Bir bakıma önceden mavi ve beyaz yakalı olan çalışanlar, son dönemde ekonomide çevreyi ilgilendiren sektörlerin ön plana çıkması ve bir bütün halinde değerlendirilmesiyle birlikte yeşil yakalı olarak adlandırılmaya başlandı.

American Solar Energy Society’nin verilerine göre ABD’de 2006 yılında yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği sektörlerinde 8,5 milyon kişinin çalıştığı tahmin ediliyor ve 2030 yılında bu rakamın 40 milyona ulaşabileceği varsayılıyor. Alman hükümetinin yaptığı bir araştırmada 2006 yılında yenilenebilir enerji endüstrisinde 245 bin kişinin istihdam edildiğini belirtiyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nca yapılan projeksiyonda Avrupa Birliği 15 üye ülkesinde sadece yenilenebilir enerji sektöründe bugünkü politikalar sürdürülürse 2010 yılında dolaylı/dolaysız 950 bin tam zamanlı iş yaratılabilecek.

Türkiye’de yeşil yakalıların sayısı henüz bilinmiyor. Sektörel olarak elimizde sadece organik tarımda çalışan 14 000 üretici var. Ekolojik pazarlar, ekolojik ürün dağıtımı ve satışını da eklersek bu rakam daha da artacaktır. Yalıtım sektöründe 15 000 kişinin çalıştığı tahmin ediliyor. Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği verilerine göre 1 mw’lık kurulu güç için yaklaşık 12 kişi istihdam edilebiliyor. Ülkemizde halihazırda 200 MW gücünde rüzgar santrali olduğu düşünülürse 2400 kişi bu alanda çalaşmaktadır. Çevre Mühendisleri Odası’na kayıtlı 6000 çevre mühendisi var ve bir o kadar da Oda’ya kayıtlı olmayan çevre mühendisi bulunuyor. Güneş enerjisinde 2001 rakamlarına göre 2000 kişi çalışmaktadır. Genele baktığımızda günümüzde Türkiye’de asgari 45 000 yeşil yakalının çalıştığını ama potansiyelin bu rakamın çok üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü’nün hesaplamalarına göre Türkiye’nin rüzgar potansiyeli 48 000 MW civarında. Yukarıdaki orana (1 MW= 12 çalışan) göre 576 000 kişi sadece rüzgar enerjisi endüstrisinde istihdam edilebilir. Ekonomide yeşil ve sürdürülebilir tekonolojilere yatırım arttıkça yeşil yakalıların sayısı da doğru orantılı olarak artacaktır.


Kaynaklar
http://en.wikipedia.org/wiki/Green-collar_worker
www.izoder.org.tr
www.turkishtime.org/files/arastirmalar/enerji/Ruzgar_Enerjisi_2005.doc
www.eie.gov.tr
www.isik-isi.com
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...